Hapse girmek için gün sayanın tuhaf düşünceleri

Nereden başlayalım? Hiç kuşkusuz günün günlerin olayı, nihayet seçilmiş olan kişiye İstanbul şehrinin Belediye Başkanı olduğunu belirten “mazbata”nın verilmiş olmasıdır. İnsanlar, bizim insanlarımız, yani İstanbul şehrinde mukim yurttaşlar şimdi hem büyük bir sevinç içinde, çoktandır yitirdikleri gülümseme yüzlerine pek güzel yansımış bir halde sokakları, meydanları doldurmuş bayram şenliğindedir hem de içlerinde hâlâ bir kuşku; çünkü bir takım münafık “yok daha değil, daha neler neler var bizim bohçamızda” diye halkın neşesine limon sıkmakta beis görmemektedir. Daha mazbatanın mürekkebi kurumadan Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarına, tam da milyonluk Maltepe mitinginin olduğu gün linç etmek maksadıyla taşlı sopalı saldırmadılar mı? Haliyle biz de “hakikat mı yahu, verilmiş mazbata alınır mı, hak mıdır, hukukta yeri var mıdır?”diye can sıkıntısı içinde kendimizi kitaplara vuruyor, oraya buraya koşuşturuyor, içtihat kapılarını yokluyor, şu sokakta, meydanda toplanan insanların sevinci yarım kalmasın diye kalemimizin boyu kadar çabalıyoruz, ne yapalım…

Önümüze dizdiğimiz kitaplardan ilki, pek muhterem İbni Haldun efendinin Mukaddime nam eseridir. İçimizde bir ses, bu kitapta sorumuza cevap bulabileceğimizi fısıldıyor. Sayfaları, kopmuş, yırtılmış kitabın daha daha ilk sayfalarında (Milli Eğitim Bakanlığı yayanı. sf.66) kavimlerin ve uruğların hal ve durumlarında asırların ve günlerin geçmesiyle değişmekte olanı unutmanın tarihçiler için pek büyük bir hata olacağını söylemektedir ki, el hak buradan yola çıkmak pek münasip olacaktır.

HERAKLİT NAM KEFERE

Bu hakikat da bize Heraklitos nam keferenin sözlerini hatırlatıyor;  “akar suda bir kere bile yıkanamazsın ey gafil” diyen bu faninin sözlerine hak vermek gerektiğini kabul ile,  gafletin zaman zaman yer değiştirebileceğini idrakle, aman acele etmekte sonsuz faide vardır, durumlar ortada diye düşünüyoruz vesselam. Ama biz buradan nereye gidecektik? İbni Haldun’un şahitliğinde, “her şey değişir, devletlerin de kavimlerin de değişimden nasiplerini almaları kaçınılmazdır” diyerek, işi mazbata meselesine getirecektik. Getirelim: şöyledir; mazbata elbette eğer ki güç yeterse halkın oylarına da dayansa sahibinin elinden alınabilir. Siyaset denilen ve ne olduğu kimi zaman pek belirsizleşen, bilim olup olmadığı kuşkulu ilimde iktidarların da alınıp verildiği vakıadır, söz misali kayyım marifeti ile mazbata da kuşkusuz alınıp verilir. Lakin iktidarların da kendilerini gözden geçirmelerinde,  değişim vaktinin gelip gelmediğini anlamaya çalışmalarında büyük hikmet vardır ki, İbni Haldun nam alim bu uzun eserinde bu konuda çokça laf etmiş, kimi sona erme misallerini tafsilatlı bir şekilde aktarmıştır. İki konuda devletleri, idarecileri, egemenleri uyararak, zalim olmamalarını ve yalandan kaçınmaları gerektiğini sık sık hatırlatmaktan kendini alamamıştır. Zulum meselesi zaten karilerimizin malumudur, ama bu yalan, yalan haber işinde biraz duralım. Duralım ki mesleğimize ihanet edenlerden olmayalım. Bu son mazbatalı seçim meselesinde pek çok gazete kılıklı kâğıt parçasının haberde yalana ağırlık verdiklerine şahit olduksa da mevzuyu bir de İbni Haldun efendinin gözünden görmeyelim mi?

İBNİ HALDUN’UN GÖRDÜKLERİ

Mukaddimenin birinci kitabında haberlere yalan karıştırmanın kötülüğü uzun uzun anlatılmaktadır. Kendi fikirlerinin doğruluğuna inananların yalana sık sık başvurduklarını nakleden İbni Haldun, “bir fikir, mezhep ve inana taraftarlık karışır ise, insan ilk ağızda kendisine uygun haberleri kabul eder, bir fikir ve mezhebe meyil ve taraftarlık, insanın dikkatle düşünerek haberi tenkid gözünden geçirmesine ve incelemesine mani olur ve yalanı kabul ve nakleder” ( a.g.y. sf.83) demekle pek hafif bir yalan tarifi ile yetinmektedir. Biz ise son 15-20 günde öyle yalanlar işittik ki, bu yalanlardaki kasıt ve husumetin haberin H’sine bile izin vermediğini, utanmanın, arlanmanın, izan sahibi olmanın bu varakparelerde kendilerine yer bulamadığını, yahut aramadığını, “yahu olur mu böyle şey” diye isyan edenlere de kapının gösterildiğini gördük. “Ana akım da ana akım” diye tutturanlara da “yok öyle ana akım mana akım, biz artık bundan böyle baba akımız, yerseniz” denilmedi mi?

Şimdilik bu yalan konusu bu kadar yeter. Bildiğimiz, yalan ile yalan haber ile kimse abad olmamıştır, işin doğrusu artık mazbatanın sahibine verildiği geri alınması için yalan dolan ile, zorbalık ile muhalefet liderini linç etmeye girişmekle sonuç almaya kalkışacak olanlara bu kadarını söyleyelim, bir iki kelam ile maksadımızı beyan edelim de günah bizden gitsin.

“SİZİN İÇİN ÜZGÜNÜM”

Kadri Gürsel arkadaşımız böyle demekte pek haklıydı, iflah olmanız zor sizin. Aslında sizin bundan böyle ne yapacağınızın, ne yapabileceğinizin anahtarı, karakter çizgilerinizden anlaşılıyor. Onları değiştirmek, kendini eğitmek için hiçbir şey yapmadığınız, yapmayacağınız ortada. Bundan sonra ne olacak, ne yapabilirsiniz sorusuna yanıt ararken, halinize, duruşunuza, bakışınıza, kof bir güvenle yalan dolan eşliğinde nutuk atışınıza bakıyoruz. Sizin pek sevdiğiniz “filozoflar” var, bayılıyorsunuz onlara; pek bilmiş danışmanlarınız onlardan bir iki satır yürütüp size aktarınca, siz okuma yazma bilen siyaset “erbabı” pek seviniyorsunuz, Mesela, mealen aktaralım, “Thomas Hobbes diye anlatıyorlar, insanların mutluluk içinde yaşayabilmelerini sağlayacak bir güç kurmanın tek yolu, bütün erk ve güçlerini tek bir kişiye veya hepsinin iradesini oy çokluğu ile tek bir iradeye indirgeyecek bir heyete devretmelerinin…” Nasıl da gülüyorsunuz böyle cümleleri duyduğunuzda ve  ne güzel şeyler geçiriyorsunuz içinizden; “evet evet böyle ve sürekli olmalı, bir kere yetki almak yetmeli, ne kadar anlamsız yetkinin sürekli sınanması, ne çok vakit kaybıdır” değil mi?

Sonra Carl Schmitt’ten söz ediyorlar; bayılıyorsunuz bu adama zaten siz. Seçim meçim boş işler bunlar, Carl ise çok elverişli cümlelerle çözüveriyor işi; “önemli olan, demiyor mu Hitler’in hukukçusu, siyaset kavramının dinsel, ahlaki, ekonomik bakımlardan nasıl değerlendirildiği değildir… Önemli olan dost-düşman ayırımıdır.” Siz de ne güzel yapmış, tam da kıvamına getirmiştiniz işi. Başarılı seçim kampanyanızda “ötekileri” yani düşmanları, bir güzel sıralamış, birbirine bağlamış, ilişkilerini keşfetmiş, hepsini birden terörist ilan etmiştiniz; neredeyse bitmişti iş,  tam meyvesini yemeye hazırlanıyordunuz. Olmadı, birleşmeyi, sözlerinize aldırmamayı, tuzaklara düşmemeyi başardı muhalefet. Sonuç, iş yalana dolana, alavereye dalavereye kaldı. Olmadı işte ne yapalım… Sağdan say olmadı, soldan say olmadı, bir kere daha sil baştan say yine olmadı. Yumruk atsanız, linç etmeye çalışsanız da olmadı, olmuyor, olmuyor İşte…

SAYILI GÜNDÜR GEÇER GİDER

Bu kadar yeter, zaman daraldı, esbabını anlamakta, anlatmakta zorluk çektiğin hüküm, yoksa ferman mı demeli, “UYAP” denilen işte adalet nasıl hızlanacak meselesini çözdüğü iddia edilen sisteme yüklendi. Çoktan hazır ettiğin valizini gözden geçir; “aman ilaçlar tamam mı, yetmişine girdin orda burda efelenme ilaçlarını zamanında al” diye öğütler veren eşinle, çocuklarınla, arkadaşlarınla vedalaş artık. Bir vakit yazı da yazamazsın; harflere, kelimelere, cümlelere şöyle alıcı gözle bir bak, “bundan sonra mektup kılığında anlatırsınız artık meramınızı” de ki onlar da alışsınlar kapalıya…

Haydi hoşçakalınız siz de muhterem karilerim, sayılı gün çabuk geçer,  ben yine  yazarım, siz de okursunuz, vaktiniz olursa ve dilerseniz elbette…

Kaynak: BirGün