Yönetim krizinde son perde: Acemilik, kibir ve öfke

10 Nisan Cuma akşamı ülke, Sağlık Bakanı’nın açıklamalarına kulak kesilmiş vaziyetteydi. Bakan uzun bir girizgahtan sonra mutat olduğu üzere artan vaka ve vefat haberlerini verdi. Türkiye’nin korona mücadelesinde başarılı olduğunu söylerken CB’yi övmeyi yine ihmal etmedi. Bilim Kurulu’nun daha sıkı tedbirler alınması konusunda hükümete uyarıda bulunup bulunmadığını soran muhabirlere ‘biz tavsiyelere uyuyoruz’ demekle yetindi ama dişe dokunur ilave bir tedbirden söz etmedi. Halbuki Bilim Kurulu’nda yer yerinden oynamıştı.

Halk acaba Erdoğan ‘ulusa seslenir ve yeni önlemler açıklar mı’ diye bekledi ancak bu sefer CB ekranlarda görülmedi. Gece yarısına 2 saat kala İçişleri Bakanlığı 30 Büyükşehir ve Zonguldak’ta 48 saat sürecek sokağa çıkma kararı alındığını bildirdi. İnsanlar sokaklara fırladı; marketlerin, fırınların önünde uzun kuyruklar oluştu; ‘sosyal mesafe’ tarihe karıştı. Böylece 1 aydır teşvik edilen ‘gönüllü karantina’ heba oldu gitti.

Sokağa çıkma yasağını büyükşehir belediye başkanları ilk kez halk ile birlikte duyuyordu. Salgının üssü İstanbul’da İmamoğlu, “Bize hangi hizmetleri vereceğimiz dahi tebliğ edilmedi” derken yerden göğe kadar haklıydı. Zira İstanbul gibi bir şehirde hayatı durdurma kararı öncesinde yerel yönetimle masaya oturmak, simülasyon yapmak gerekliydi. Ancak iktidar, halk sağlığını ilgilendiren böylesi olağanüstü bir durumda dâhi muhalefetin yönettiği belediyeleri hasım olarak görme tavrını sürdürdü.

Yasağın alınma ve uygulanma şekli en hafif ifadeyle acemice idi. “Daha önce haber versek daha büyük izdiham olurdu” savunması ya da “Öngöremedik” özrü bir acizlik ifadesinden başka bir şey değil. Kamu yönetiminden bir nebze haberdar olan herkes böylesine süreçlerin titiz bir biçimde planlanması gerektiğini bilir. Yapılması gereken makul bir süre önce yasağı duyurmak, yasak boyunca temel ihtiyaçların devlet tarafından mahalle mahalle sağlanacağının teminatı vermek, bu konuda yerel yönetimlerle birlikte çalışılacağını halka hissettirmekti. Ancak hiçbiri yapılmadı, yapılamadı. Zira Türk tipi başkanlık dedikleri ‘sistem’ tüm kararları tek bir kişinin insafına bırakarak her krizin halk aleyhine neticelenmesine yol açıyor. Ne tutarlılık var ne de öngörü.

Market ve fırın sırasındakileri “düşman” ilân etme konusunda en atik davrananlar yandaşlar oldu. Kimi bir paket bisküviyi lüks tüketim malı sınıfına koydu kimi kuyruktakileri açgözlülükle itham etti. Bakan’ın birkaç saat önce seslendiği Mukaddes teyzenin torunu, Ali Bey’in oğlu, genç arkadaş Can “necip Türk milleti”nden kaşla göz arasında aforoz edilmişti. AKP’lisi, CHP’lisi kim varsa dışarıda “göbeğini kaşıyan adam” oluvermişti.

İki günde kimse açlıktan ölmez diyenler, herkesin evinde kiler vardır, buzluğu doludur diye ahkâm kesenler iktidarın saflarında öylesine kibir sahibi olmuşlar ki en basit toplumsal ve siyasal gerçeği dahi göremez olmuşlar. Bu memlekette milyonlarca insan dolduracak bir kiler ya da buzluk sahibi değil. Günlük kazanıp günlük harcayanlar, asgari ücretle ayı tamamlama derdinde olanlar, işsizler, emekliler… kim bilir belki de yandaş gazetelerde köşe sahibi olmadıklarından ya da belediyelerden ihale kapmadıklarından yasak kararını “vakur” biçimde karşılayamadılar. Bebek beziyle kasada bekleyeni; ekmek, su için kuyruğa gireni sorumsuzlukla ve cinnet geçirmekle itham etmek kolay; siz ücretsiz izne çıkarılana günlük 39 lira 24 kuruşu reva gören hükümete, salgın koşullarında işçisini sömüren patrona, destan yazdık diye halka yalan söyleyenlere de iki çift laf edebiliyor musunuz?

Cuma akşamı gördüğümüz izdihamın politik anlamı açık ve net. Sadece muhalifler değil AKP’lisi, MHP’lisi hiç kimse iktidara güvenmiyor. Bir başka ifadeyle yarınını göremiyor. Ya yasak uzarsa diyenler hafta başı aynı koşullarda iş başı yapacaksak bu yasak ne işe yarayacak diye soranlar tahminimizden fazla. Bunun adı güven krizidir ve üstü örtüldü sanılan yönetim krizinin belirgin bir semptomudur.

Bu ülkede daha geçen gün sosyal politikalardan sorumlu bir bürokrat “çocuklarımız aç, evde nasıl kalalım?” diyen yurttaşa “geber” dedi. Görevden alınması hiçbirimizi rahatlatmasın bürokrata o sözü söyleten de yandaşa “sokağa çıkanlar zekâ özürlü” ya da “halk sopadan anlıyor” dedirten de aynı iktidar zihniyetidir. Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin 25 yıllık aş evine destek hesabının iktidar tarafından bloke edildiğini; sokağa çıkma yasağında CHP’li belediyelere ekmek dağıtımının yasaklandığını bir kenara yazalım ve hiç unutmayalım. Öfkeleneceksek panikle markete koşana değil benden başka kimse halka yardım eli uzatamaz diyen zihniyete öfkelenelim. Öfkelenmek ile de yetinmeyelim dayanışmayı kolektif bir biçimde örgütlemeye çalışanlara ve kamucu taleplere destek verelim.

Güven Gürkan ÖZTAN