Eşitlik Özgürlük Adalet

İlk ve ortaokul yıllarının mahcup çocuğuydu Mümin. Sınıfındaki diğer erkek çocuklarıyla konuşmaya cesaret edemez, yanlarına gitmekten çekinirdi. En fazla belli bir mesafeyi muhafaza ederek uzaktan izlerdi akranlarının nelerle ilgilendiğini. Veya gizliden gizliye kulak kabartırdı bir köşeden çocuk aklıyla, konuşulanları merak ettiğinden. Cevaplar verirdi işittiği cümlelere, dudaklarını titretmeden.

Lise yılları da silik geçti Mümin’in. Halbuki söz de vermişti kendisine, eskisi gibi olmayacaktı hiçbir şey. Yeni tanıdığı insanların arasına karışacaktı, akşamları evde babası televizyon izlerken programlardan duyduğu esprileri ortalara saçacaktı. Annesinde ve babasında şahit olmadığı kahkahaları vuracaktı sınıfın duvarlarına, yeni arkadaşlarıyla birlikte. Olmadı ama. İlk ve ortaokulda gördüğü her davranışı, işittiği her sohbeti burada uygulayacaktı ki daha ilk günden arkadaş grupları kızlı erkekli oluşmaya başlamıştı. Düşündü, denemeye niyetlendi, cesaret edemedi. İlk haftasında el ele tutuşan sınıf arkadaşlarının yanından geçerken bir merhaba bile diyemedi. Birbirleri için kopardıkları simidin susamları zeminle buluşurken tamamen vazgeçti düşüncelerinden. Ve günler böyle ilerledi. Sınıfındaki diğer çocukların bir kısmı Mümin’in adını bile bilmezken, Mümin geceleri yatmadan önce her biriyle arkadaşlık etti. Çoğuyla dövüştü, aşağıladı onları ama tatmin olmadı, bir iki kez yüzüne tebessüm edildiğini fark etti, mutlu oldu. Diğerleri gibi kızların elini tutmak istedi ama hayalini bile beceremedi, utandı çok.

Polis Meslek Yüksekokulu’na kayıt yaptırırken biraz tedirgindi ama; üniforması, sopası, ileride edineceği polis arması, çay götürüp getirdikleri polis ağabeyleri gibi olabilme hayali, gün geçtikçe sardı hücrelerini. Yeni arkadaşlarıyla birlikte çevirdikleri erkek muhabbetleri gururunu okşadı. Birbirlerine anlattıkları hikayelerin sırası kendisine geldiğinde, ağızlarını yarım aralamış vaziyette kendisini dinleyen akranlarını söyledikleriyle tatmin ettiğinde,  kabarttı göğsünü Mümin. Arkadaşları arasındaki yerini pekiştirdi. Anlattıkları mı? Doğru olmasa da ne önemi vardı ki. Yüksekokul yılları daha ne kadar güzel geçebilirdi!

***

Anlamıyordu Mümin. Dar sokağı girişinden sonuna kadar dolduran kalabalıktan yükselen seslere bir türlü anlam veremiyordu. İşgüzarlıktı tüm bunlar. Birçoğu iyi giyimli, hayatlarının en güzel yıllarını yaşayan bu insanlar ne diye boylarından büyük lafları dudaklarından deviriyorlardı ki bu hiddetle. Eşitlik diyorlardı ama bahse girerdi Mümin, çılgınlar gibi yumruklarını havaya savuran bu insanların maddi durumları kendisininkinden çok daha iyiydi. Marka tişörtler, CNC tezgahtan çıkmışçasına, biri diğerinin aynısı bakımlı saçlar, her şeyi açıklıyordu aslında.

Adalet diyorlardı, bu da anlamsız geliyordu Mümin’e. Mesela diyordu, mesela kendi evine gelen haciz, kaçını ziyaret etmişti bugüne kadar. Hangisi, evinden televizyonu karga tulumba edilerek götürüldüğüne şahit olmuştu acaba. Üstelik yeni yetme bir avukatın peşi sıra meslektaşları sarmıştı oturduğu baba yadigarı iki artı biri. Kendisinin de polis olduğunu söylediğinde, içlerinden bir tanesi dudaklarını yanaklarına kadar kaydırarak sırıtmıştı hatta. Bir an “haksızlık bu” şeklinde gezdirse de Mümin düşüncelerini zihninde, “Onlar ne yapsın, borcunu ödemeyen benim” diye söylenerek safını yeniden pekiştirmişti kudretli devletinin hemen yanında.

“Özgürlük” demiyorlar mıydı bir de! Bu sözcük ise hiç mi hiç oturmuyordu zihninin herhangi bir köşesine. Ellerini, kollarını savurarak dar sokağa ses oluverenler, istediklerini istedikleri şekilde dillendirenler ve hala utanmadan “Özgürlük” naraları atan “bin“ler… Hep bu sorular nüfuz ediyordu diline…

Kızlı erkekli yürümek onlarda, aldıkları yiyecekleri birbirlerine uzatmak… (bu düşünceyi hemen aklından sildi Mümin) bir de neymiş halkın iktidarı… İşte buna çok gülmüştü Mümin. Üniformasının üzerinden doğru göğsünü kaşımaya girişmişti. Doyumsuz bir hazla… Bu azgın kalabalıktan üstün olduğu tek konunun şu iktidar meselesi olduğunu kendisine anlatacak doğru sözcükleri seçmeyi beceremeden ama fevkalade gurur yüklü…

***

Başlarındaki komiserden “hazır olun” talimatı geldi Mümin ve diğerlerine. Devletinin onun zimmetine verdiği şerefli kaskını büyük bir şevkle düzeltti. Dişlerinin birbirlerinin içine geçtiğini fark etmedi ama. Elinde sıktığı ince sopasında parmaklarının boğumlarının izi çıktığını hissedemedi. İlk kez zemine bu kadar sert basıyordu, umurunda bile değildi.

Emir geldi. Çevik bir sprinter gibi bulunduğu saftan ayrıldı Mümin. Hırsını, elinde tuttuğu sopayı birkaçının sırtına devirerek dindirmeye çalıştı. Bir daha, bir daha ve bir daha…

Saçları beline kadar sarı, gözleri okyanuslardan nasibini almışçasına mavi, ilk bakışta akran olduklarını hemen fark ettiği kız geldi karşısına. İki elini havaya kaldırarak “dur” işareti yaptı Mümin’e. Korku değildi bu hareketi tetikleyen, kararlılıktı ki farkındaydı Mümin de. Bir kaç saniye takılı kaldı bakışları bu gök gözlü, sanki güneşten bir yansıma gibi karşısına geçen ile. İlk kez bu kadar güzel bir kızla göz göze geldiğini hissetti. Belki de güzel sözcüğü fazlaydı, ilkti bu deneyim Mümin için. İçi ürperdi. Bir şeyler deme ihtiyacı hissetti sonra ama ne diyeceğini bilemedi. Ve aniden dökülüverdi sözcükler kendiliğinden dudaklarının arasından.

“Ne bu eşitlik, özgürlük, adalet zırvası? Ne için?”

Dişleri yeniden kenetlendi. Elinde tuttuğu sopayı yeniden havaya kaldırmıştı ki ellerinin doğal halini bozmadan öylece bekleyen kız araladı bu kez dudaklarını.

“Senin için… Hepimiz için…”

Anladı Mümin, bir an… Anlamadı.

 

Eser KEMAL