Geçmek

Bir atletin yarış esnasında duyabileceği en yüksek hazdır geçmek. Mücadelenin azmi rakibine yaklaştıkça artığı gibi heyecanı da bir o kadar yukarıya taşır. Sonra biraz daha ilerler atlet, biraz daha… O geçmekle aynı sırada ilerleme hali vardır ya hani, günün geceden ayrıldığı, karanlıktan sızan ilk ışık huzmesinin ortalığa saçıldığı gibi… Yarış esnasında atletin tüm hücrelerine dokunan haz da tam o anda açığa çıkar. “Geçmek” nihayete erdiğinde ise duygu dünyasına hakim olan yeni denklem, endişe ve belki biraz da korkudur artık. Çünkü önünde gideceği yol vardır, arkaya bakmak ise o korku ve endişeyi tatmin etmek istemekle alakalı en insani hazdır lakin mevcut yakaladığın başarıdan bir parçayı alıp kopartır ki tatmin duygusu abartıldığında yarışı kaybetmek de olasıdır.

Hayata atlet olarak geldiğimizi varsayarsak; durduğumuz noktadan yaptığımız her hareketin bir geçmek olduğunu görürüz. Hep bir hedef mevcutsa ayrıldığın o noktadan sonra ve bir daha arkaya bakmak yine ihtimaller arasındaysa, mutlak bir teraziye ihtiyaç vardır. Gidilen tatminin geride bıraktığın hazza galip gelmesi yaşamdandır ki bunun tersi olduğunda, ayakların birbirine değerek koşarken başın arkaya takıldığında… Uyuşturucu gibi mesela… Anını ihya eden ancak geleceğinden kemiren… Devam etmek olasılık dışıdır.
Her insan bu duyguyu tatmıştır da kaçı çözümü geçmekle onarmıştır, bilinmez. Hayat geçerken edilgen olmayı tercih edenler ise ne bir atletin yanından süzülme şevkiyle coşabilir, ne arkasına bakma duygusunu engelleyemeden, zamanın ona vereceği yarayı göğsüyle yere indirme hevesinden haberdar olabilir. Zira, güvenli alana girişin temelidir ki, mutlulukla mutsuzluk bir pergelin iki ucu ise birbirine en yakın oldukları daireyi çizebilir.

Geçmek kavramını türetip tamamen farklı anlama gelecek “vazgeçmek” kavramını ele alırsak… Yarışın ortalarında topukların vururcasına koştuğun bir lahzada, önce yavaşlayıp ardından durduğunu bir an için veri kabul edelim. Yarışın değerini zihninde yenebildiğin takdirde mutluluğuna halel getirmeyecek, lakin bir daha orada olmayı gerektirmeyecek bir hamle ile durumu kotarabilirsin. En güzel anlarından o yarışın idmanını dahi silip atabilirsin. Geçmişten vazgeçip, o alanı boşluk kabul edip trambolinde enerji toplar misali hafifçe geri çekilerek çok daha ilerilere zıplayabilirsin. Öyle ki artık, bu yarışın olmadığı bir dünyanın mutluluk perisisin.

Karar, eğer ilmek ilmek örülmüş bir fikrin sonunda verilmiş ise insanı; acısı, mutluluğu, gülümsemesi, haykırarak ağlaması, nazlanması veya özlemesini yanında yüklenerek geleceğe taşıyabilir. Ancak karar, bilinçli olarak edilgen olmayı tercih etme sonucunda, yarışın akışına uygun pozisyon alma sonucu verilmiş ise, yukarıda bahsedilen tüm duyguların zahir halini yüzünde göstermekle birlikte tek bir hissi barındırır esasen yüreğinde. Hangi duyguyu yaşadığını/hissettiğini düşünsen de çok zorlamadan biraz kazıdığında altından gerçeği çıkar. Öyle derinlerde falan da değil, gülümsemeyse dudağının kenarında, gözyaşı ise elmacık kemiğinle ilk buluştuğunda, en mutlu olman gereken bir an elini havaya kaldırıp “başardım” dediğinde, sözcüğün zihninden çıktıktan sonra epey uzun bir süre baktığın yerde, en umutsuz olduğun anda kucağına atlayan köpeğin dilini yüzüne gezdirmesinde, tek bir his…
Hüzün…

Vazgeçmek sonucunda topladığın bir sürü duyguyla ilerlemek kolaydır belki bilinmez ama yanından geçip gittiğinde arkana bakmanın yüreğine verdiği esintiye hapsolmak, bu hisle bağımlılık gibi zihnini terapi ederek beynini uyuşturmak, ayakların tüm inancıyla finale doğru giderken, başını önüne çevirdiğin an başarının çok da uzakta olmadığının suflesini verenlerin olduğunu bile bile arkaya bakma ihtimalini severken… Sadece hüzün vardır.

Bir burkulma gibi. Kaşlarını hafif çatıp alnını kırıştıran, tebessüm mü üzüntü mü bilinmez belli belirsiz yüzüne dudaklarını yayan ve kenarına konuşlanmaktan zerre alınmayan hüzün…

Mutlulukla mutsuzluğa dair hissinin kalmadığını anladığında, küçücük dünyanı, geçmenin verdiği tatmin dünyasından sıyırdığında, hüznün çare olmayan bir ilaçtan farksız şekilde her sabah ilk su ile vücuduna alındığı gerçeğinin ayırdına vardığında, yüzünün sade bir et olduğunu düşündüğünde mesela…

Her güzel şey artık güzel değil, her acı şey artık acı değildir. Akan suya kapılan insanın ıslandığını düşünmeyeceği gibi geçtikten sonra geriye baktığından gelecekte yerin olmadığını bilirsin. Artık sen “an”dan ibaret bir geçmişsin.

Eser KEMAL