Cem Özdemir’in Medyascope Yayınından Yola Çıkarak: Göçmenler

Pazar akşamı gazeteci Ruşen Çakır’ın Almanya Yeşiller Partisi parlementeri Cem Özdemir ile gerçekleştirdiği yayını izledim. Konu daha çok Almanya’nın Eylül seçimlerinin etrafında geçmesine karşın satır aralarında göçmenlere de dokunuyordu.

“Satır arası” sözünü bilinçli olarak kullanıyorum çünkü Cem Özdemir ülkesinde yaşayan göçmenlerin pozisyonunu öyle “doğa durumu” şeklinde anlatıyor ki insan gerçekten yaşamda ilk olarak insan olduğunu hatırlıyor.

Ruşen Çakır’ın sorusu üzerine Cem Özdemir, Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin Türkiye’de oy verme saiklerine değinirken vatandaşlıkların iç içe geçmesine değindiği konuşmasında, Almanya’da doğan Türkiyelilerin vatandaş olduğundan yola çıkarak bunun tespitinin kolay olmadığını ancak eski teammüllerin getirdiği “Türkiyeliler Sosyal Demokratlara oy verir” kalıbının da geçerliliğini yitirdiğine işaret etti.

Cevabın ilk bölümünü ele alacak olursak, evrensel bakıldığında insanın doğduğu yerin vatandaşı olduğu gerçeği karşımıza çıkar. Peki biz bu açıklamayla göğsümüz kabarırken, aynı toprakları paylaştığımız 5 milyona yakın göçmenle nasıl ilişki kuruyoruz? Doğduğu yerin vatandaş olduğu evrensel beyan bir tarafta dursun, milyonlarca Suriyeli, Afgan, Iraklı ile nasıl bir siyasi ilişki kuruyoruz?

Sorumun cevabını siyasi partiler seviyesinde vermeye çalışacağım.

Eğitim, sağlık ve barınma gibi en temel insani standartlar konusunda büyük mağduriyetlerle karşı karşıya kalan Türkiye’deki göçmenler, milliyetçi siyasal partiler nezdinde araçsallaşmış durumda.

Bu durumu kamuoyunun zihinlerine bir politik gereklilik olarak inşa etmeye çalışan İyi Parti, maalesef sonuçları kayıp kuşak olacak –ki kıyısındayız– mevzunun başını çekmekte.

Ne PTT kuyruklarında dolar üzerinden maaş aldıkları kaldı, ne hastanelerde öncelikli olarak tedavi edildikleri…

Sanki Suriye’de bir savaş yokmuş da komşusuna sığınma hali yerine tatile gelmiş bir profil çizilmesi kaldı, ne de bir ayakkabı firmasının merdiven altı atölyesinde Türkiyeli işçilerle sırt sırta çalışan ve sosyal güvencesi dahi olmadan hayatta kalmaya çalışan insanların İstanbul gecelerinde verdikleri partiler…

Aynı ülkede aynı tasa kaşık sallıyoruz. İşsizliğimizin de yoksul bırakılmamızın da ücretsiz tedavi olamamızın da sebebi göçmenler değil bizatihi yönetenlerin kendisidir.

Popülizmin sokaklarımıza kadar işlediği bir dönemde, aynı fiske bandından tişört kaldırdığımız göçmenler değil, o kaldırdığımız tişörtün hakkını alamadığımız gerçeğiyle birlikte mücadele etmeyişimizdir asıl sorun olan.

Bir eleştiri de sola…

Yaşama soldan baktığını ifade eden milyonlarca insanımız konu göçmenler olduğunda uhdesinden pırıl pırıl bir milliyetçilik çıkarıyor. Hayrını görmediği yoz bir ideolojinin terminolojisinde huzur buluyor. Gerçeği koyacak isek ortaya, “biz”ler yaşamın her anında tutunduğumuz “dayanışma” sözcüğünde şefaat aramalıyız. Kürt olmuşuz, Türk olmuşuz yahut başka coğrafyalardan gelip çocuğumuzun nasibini bu coğrafyada aramışız fark etmez, ortaklaşacağımız bir kavram var ise alın terimizden süzülen emek ve o emeğin ederi olmalı.

Gökyüzü hepimize yeter çünkü, kimlik gözetmez.

Eser KEMAL