Emperyalizme karşı mücadele Marksizm’in yeniden inşasının anahtarıdır

I. Gelişim düzeyi ne olursa olsun, uluslararası sınıf mücadelesinin politikası Marksizmdir.

Dünya emperyalizminin merkezleri olan Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve Japonya’da, anti-emperyalizm, XXI. yüzyılın devrimci Marksizm’ini yeniden tanımlayan merkezi özellik olmalıdır. Ezen uluslarda (G8) Marksizm için açık bir şekilde teorileştirilen anti-ırkçı ve anti-emperyalist bir strateji, mevcut ekonomik, askeri ve ideolojik her türlü tezahürlerinde emperyalist sisteme cepheden meydan okumayı gerektirir. Bugün, pek çok Üçüncü Dünya ülkesi resmi bağımsızlıkları için verdikleri devrimci mücadelelerden onlarca yıl sonra acımasız ekonomik tahakküm ilişkileri altında yeniden sömürgeleştirilmiş durumda. Bu nedenle, egemen kapitalist ülkelerde işçi sınıfının anti-emperyalist mücadelesi; 1) Üçüncü Dünya Ülkelerinin egemenliklerini ve çevresel sürdürülebilirliğini ihlal etmeleri nedeniyle IMF ve Dünya Bankası’nın “yapısal uyum” programlarına muhalefet etmeyi ve Üçüncü Dünya ülkelerinin borçlarının silinmesini talep etmeyi; 2) yerlilerin kurtuluş hareketlerini katletmekte olan Meksika ve Endonezya’ya karşı çıkılması, Irak ve Küba’ya karşı uygulanan ablukanın ve işbirlikçi devletlere askeri yardımın sonlandırılmasının yanında, ezilen ulusların içişlerine askeri ve siyasi müdahalelere karşı olmayı gerektirir. Bu strateji, ezen ulusların ulusal sınırları içinde, milliyetçi şovenizme, anti-Semitizme, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve neo-faşizme karşı işçi sınıfı hareketleri için daha iyi bir odak noktası sunar.

II. Ezen ve ezilen uluslarda işçi sınıfının temel ittifakı

Tekelci kapitalist güçlerin hâkimiyeti altında, dünyanın ezen ve ezilen uluslar olarak bölünmesiyle karakterize edilen emperyalizm çağında devrimci strateji, bütünleyici ve taktik gücün yeni bir anlayışıyla başlar; ama bu elbette gelişmekte olan ülkelerin sosyalistleri ile emperyalist ülkelerin sosyalistleri için farklıdır. Ezen uluslarda işçi sınıfının ana teması, bağımlı ve ezilen herhangi bir ulusun kendi kaderini tayin etme hakkına tam destek verme, milliyetçi ve emperyalist şovenizme karşı belirgin bir muhalefet yapma olmalıdır. Sömürge ve bağımlı ülkelerdeki işçi sınıfı için merkezi tema, sadece biçimsel değil, tam bir ulusal bağımsızlık için mücadele etmek, toleranssız milliyetçiliğe karşı çıkmak, yabancı yerleşimin ve ulusal burjuvazinin liderliğine karşı olmak ve emperyalist ülkelerin işçi sınıfları ile ittifak arayarak sosyalizm için emperyalizme karşı çeşitli sosyal sınıfların birleşik cephesine öncülük yapmaktır. Bu ilişkilerde güç eşitsizliği dikkate alındığında, ezen uluslarda Marksistlerin antiemperyalist meydan okuyuşunda, sosyalist ve anti-emperyalist hareketlerin bağımsız ilerleme biçimi mevcuttur ya da bunun eksikliği vardır. Batının proleter enternasyonalizmi boş bir duygu değildir, aksine sosyalist siyasetin temel bileşenidir. Aksi halde, ABD, Avrupa ve Japonya’nın işçi sınıfları için potansiyel olarak faşizm yanlısı, ırkçı ve muhafazakâr bir siyasete yönelik güçlü eğilimin devamı konusunda büyük bir risk vardır.

Bu meydan okuma, şüphesiz, korkutucu olmasına rağmen, emperyalizmi “küreselleşme” olarak yeniden adlandırma gibi bir hokkabazlık hareketiyle veya kendi kapitalist sınıfına karşı her işçi sınıfının “eşit biçimde” mücadelesinin yer aldığı “enternasyonalizm” adına ezen ve ezilen uluslar arasında hileli bir “eşitliği” yaratma ile geçiştirilemez.

Komünist Manifesto’nun 150. yıldönümünde, ABD işçi sınıfının en ilerici kesimlerinde bile Marksizm’den kurtulmak isteyenler yahut ona düşman olanlar var. Marksizm ile işçi sınıfının, özellikle Latinlerin, siyahların, düşük gelirli Asyalıların, kadınların ve göçmenlerin herhangi bir yeniden-birlikteliği, emperyalizm yanlısı Batı Marksizm’ine ve erkek egemenliğine, ırkçılığa, şovenizme yönelik tarihsel eğilime karşı devrimci bir meydan okuma ve çok önemli anti-emperyalist başarıları teşhisle başlar.

ABD ve Avrupa işçi sınıflarının ve hatta onların komünist partilerinin reformist ve sosyal demokrat ideolojilerinin hegemonyası, egemen sınıfın, işçi sınıflarını pasifize etme ve onları emperyalizmin aktif ajanları gibi çalıştırma stratejisine dayanır. Engels “Başka ulusları ezen bir ulus özgür olamaz” der. O, 1870’li yıllarda, İngiliz işçi sınıfının bir “burjuva işçi sınıfına” dönüşümünün ve imparatorluğun çıkarlarına aktif katılımının doğrudan bir sonucu olarak Fabianizm’e* verdiği utangaç destekten yakınırdı.

Dünya çapındaki Marksizm’in başlıca zaferleri Sovyetler Birliği, Çin, Vietnam ve Küba gibi Marksizm açıkça anti-emperyalist olduğu, Üçüncü Dünya’nın yarı-feodal yarı-sömürge ülkelerinde ortaya çıktı. Marksizm’in büyük kayıpları da emperyalizmin kalbi olan Batı’da yaşandı. Batı işçi sınıfındaki devrimci arzu eksikliği, emperyalizm-yanlısı sınıf işbirliğine dayanan politikaya doğru eğilim ve kendi sosyalizm modelleri için mücadeleye karşı derin bir kararsızlık değil ise, Çin ve Sovyet reel sosyalizminin inşası deneyimleri ile ilgili bazı şüpheler temel neden olamaz.

Komünizm ve sosyal demokrasi arasındaki tarihsel ayrım, yaşanan olaylarla netleşmiş ve daha sonra da Rus devrimi patlak vermişti. Rosa Luxemburg ile birlikte Lenin, Troçki ve dönemin diğer muhalifleri sömürgelerin özgürleşmesine doğrudan destek sağlamak ve sermayeye karşı daha saldırgan bir mücadele örgütlemek için ezen ulusların sosyalistlerine çağrıda bulundular. Bolşevikler “ekmek, barış ve toprak” diyerek devrimci vaatleri ile iktidara gelmişler ve verdikleri söz doğrultusunda, Birinci Dünya Savaşı’ndan tek taraflı geri çekilmek için yüksek ilkeli kararlarıyla Rusya’nın büyük bir kısmını ve devrimi riske atmışlardı. Bu arada, Karl Kautsky tarafından yönetilen Avrupalı sosyal demokratlar, kendi kapitalist sınıflarını savunmak için Batı’nın işçi sınıflarını kanlı emperyalist savaşa taşıdılar. ABD ve Avrupa işçi sınıflarında şovenizmin derin etkisi yüzyılın geri kalanı boyunca da devam etti. Bu, Vietnam savaşında ABD işçi sınıfının coşkusunu ve başlangıçtaki desteğini; İrlanda’nın kendi kaderlerini tayin etme hakkının bastırılmasında İngiliz işçi sınıfının danışıklı dövüşünü; Cezayir’in kurtuluşunda işçi sınıfı ve Komünist Parti tarafından gösterilen güçsüzlüğün ifadesini; Almanya, Fransa, İtalya işçi sınıflarının Faşizmin bazı önemli unsurlarına verdiği güçlü desteği, yansıtıyordu. Batı Marksizm’i stratejisinin bir devrime ihtiyacı var. Manifesto, enternasyonalist bir stratejiye dayanarak, toplumun tüm diğer sınıflarına öncülük edecek bağımsız siyasi bir güç olarak meydana çıkması için işçi sınıfına çağrıda bulundu. Günümüzde ise bu, işçi sendikalarınınişverene ve devlete karşı verdiği mücadelesinde yeni bir yönelimini gerektirir ki bu mücadelede ulus ötesi kapitalizmin askeri, ekonomik ve ideolojik egemenliğine karşı enternasyonalist bir meydan okuma geliştirilmeli, ülkelerin en fazla ezilen kesimlerinin öncülük ettiği, çok ırklı işçi sınıfının daha belirgin bir politik dönüşümü yerleştirilmeli. Bu da, strateji için enternasyonalizmin sadece bir yükümlülük değil, temel olduğunu gösterir; Meksika, Brezilya, Güney Afrika, Hong Kong ve Küba’daki hareketlerin liderleri ile ortak kampanyalarda doğrudan çalışma ilişkileri kurulmadan başarılamaz.

III. Batı ve ABD Solu’nun mücadelesi: Geniş kapsamlı stratejik uygulamaları ile ABD’ye özgü bir analiz

Amerika Birleşik Devletleri sosyalizm, komünizm vedevrimci düşünce için her zaman zor bir memleket oldu. ABD siyasal kültürü başlangıcından itibaren fetihler, Meksika’nın fethi, düşük ücretlerle Asyalı göçmen işçileri sömürme, siyahların köleleştirilmesinde liderlik, yerli halklara karşı soykırımlarla oluşturuldu; bu esnada da acayip ve ırkçı bir ideoloji ile baskı ve süper sömürü maşrulaştırıldı. İşçi sınıfının daha ayrıcalıklı kesimleri, yani beyaz işçiler, öncelikle de erkekler, yüzyıllar boyunca faklı renkteki işçilerden ayrı ve ayrılmış bir şekilde evrimleşti ve onları ırksal bir grup olarak tanımlayan egemen sınıf tarafından avantaj unsuru olarak algılanan bu işçiler, emperyalist savaşların, ırkçı uygulamaların ve beyaz şovenizmin sürdürülmesi için yapılan düzenlemelere dâhil edildiler. Egemen sınıflar, ırkçı ideolojinin ana yararlanıcısı ve başlatıcısı olurken, Latin Amerikalı, Asyalı ve siyah işçilerin dışlanması için yapılan linç, dayak gibi ırkçı eylemlere bazen beyaz işçilerin gönüllü katılımları, bu işçilerin baskın kültürünü oluşturan “beyaz derilinin ayrıcalığını” ve ırkçı ideolojinin güçlü ve aşırı rolünü yansıtmaktadır.

ABD’de “işçi sınıfının birliğini” oluşturmaya çalışanların, bütün ülkede açık bir şekilde yerleştirilen, farklı işçi kesimleri arasındaki bölünmelerin oluşumunda ırkçılığın ve ulusal baskının rolünü anlaması gerekir. ABD’de işçi sınıfı (bu haliyle; ç-n) “yeniden birleşmeyi” sağlayamaz, zira köleleştirilmiş siyah işçiler ile “özgür” beyaz işçiler başından itibaren asla birleştirilmediler. Sol stratejilerin, işçi sınıfının eyleminde daha büyük bir birlik oluşturmak için cinsiyet, ırk, sınıf kategorilerinin karmaşık yapısını yeniden inşaa etmesi gerekecek ve burada, en fazla ezilen kesimler, yani düşük ücretli işçiler, kadınlar, farklı renkte olan insanlar, göçmenler stratejik inisiyatifi ele almalı. Öte yandan, ağırlıklı olarak beyaz işçiler, daha iyi ücretliler, daha geniş ve enternasyonalist bir sınıf politikasını teşvik etmek için şovenizme ve ayrıcalıklı sosyal grup çıkarlarına karşı olmayı teşvik etmeliler.

1960’lı ve 1970′li yıllar süresince, Sivil Haklar Hareketi; otomobil, çelik ve kauçuk gibi temel endüstri dallarında siyah ve Hispanik işçilerin işe alınmaları konusunda önemli ilerlemeler kaydetmesine rağmen, bu işçilerin çoğu 1980’li ve 1990’lı yıllarda sanayi tesislerinin kapanmaları ve kitlesel işten çıkarmalar sırasında işlerini kaybettiler. Bugün, giyim, restoranlar, oteller, elektronik ve perakendecilik gibi birçok önemli sektörlerde, örneğin New York, Atlanta ve Los Angeles gibi büyük bölgesel merkezlerde, Latin Amerika ve Asya’dan gelen göçmen işçiler, büyük çoğunluğu kadın, siyahlarla birlikte, işçi sınıfının çoğunluğu oluştururlar. Ulusal sorun, ABD’nin sınırlarının dışında olduğu kadar içinde de sınıf birliğinin inşasında, etnik çeşitliliğin bulunduğu yeni alanlarda bugün daha fazla önem taşımakta.

Marx ve Engels, işçi sınıfının içinden burjuva ideolojisinin sökülüp atılmasını ve işçi sınıfının egemen ideolojisinin inşasını, sınıf mücadelesinin kritik alanı olarak anlıyorlardı. Aslında Manifesto, yeni ve büyüyen işçi sınıfı liderlerinin ideolojisini şekillendirmek, onları komünistler olarak organize olmaya ikna etmek için bilinçli bir çabaydı. Bir hastanede ya da bir otomobil montaj fabrikasında, herhangi bir etnik bileşimi işçi sınıfı topluluğunda örgütlemeye çalışan bir komünist, bir sosyalist ya da bir ilerici, işçi sınıfı içindeki burjuva ideolojisinin güçlü yıkıcı rolü ile karşı karşıya kalır. Ezen ve ezilen halklar arasında (bir ülke içinde; ç-n) dışa vurmaya başlayan bölünmeler, vasıflı ile vasıfsız, gündüz vardiyası ile gece vardiyası, daha fazla ücretli ile daha az ücretli, işyerinde uzun yıllar çalışan ile daha az süreli çalışan, en yaşlı ile en genç, tam zamanlı çalışan ile part-time çalışan, işsizler ile çalışanlar arasında olduğu gibi sonsuz sayıda rekabet gelişir. Egemen sınıflar, tüzel ve devlet aygıtları üzerindeki ayrımsız kontrolü sayesinde, bireyler, gruplar, cinsiyetler, ırklar, sınıflar ve milliyetler arasındaki rekabetin inanılmaz bir orkestrasyonu ile yönetme yeteneğine sahip olurlar. Bir zamanlar, sol partilerle güçlü ittifaklar kuran solcu sendikalar tarafından organize edilen temel sanayi işçi sınıfının, sınıf mücadelesinin gereği olarak en çok ezilen kesimlerin ve halkların (bir ülke içindeki dezavantajlılar, azınlıklar vb; ç-n) çıkarlarını biçimlendirmek için sınıfın tamamına önderlik edeceği umut edildi; ama bunun yerine, sıklıkla, işçi sınıfının en örgütlü sektörlerindeki sendikalar: genellikle düşük ücretlilerin, işsizlerin, göçmenlerin, azınlıkların ve örgütsüz işçilerin pahasına ve dürüstlük eksikliği nedeniyle hükümet, Demokrat Parti ve işverenlerle anlaşmalara vardılar, böylece sermaye ile işbirliği içinde… ve ona olan itaatlerine takviye yaptılar. Mao’nun “insanlar arasındaki çelişkilerle başa çıkmak için doğru yol” dediği gibi, sosyalist politikalar, etkin bir şekilde bencillik, şovenizm, ırkçılık, erkek egemenliği, kör milliyetçilik ve ezilenler arasında boyun eğdirmenin diğer herhangi bir şekliyle ile yüzleşmediği ve işçi sınıfına, stratejinin ruhunun cömertliği sunulmadığı sürece, grubun (herhangi bir işçi grubunun; ç-n) kendisinin geniş ve geçici çıkarları ötesinde bir bütün olarak işçi sınıfının birleşik politikasını elde etme umudu yoktur.

IV. Ezen bir ulusta anti-emperyalist sol inşaa edilebilir mi?

İngiltere’de sol, İrlanda’nın bağımsızlığını teşvik etmesi için işçi sınıfını kazanabilir mi? Alman işçi sınıfı Türklerin, Kürtlerin ve diğer ezilen grupların haklarını korumak için mücadele edebilir mi? Komünistler, sosyalistler, anti-emperyalistler ya da başka herhangi bir grup, Amerikan işçi sınıfını Irak’taki sivillerin bombalanmasına ve Küba’ya uygulanan ambargoya karşı çıkmaya ikna edebilirler mi? Güney Afrika’da çevresel önceliğe, yüksek ücretlere, genişleyen refah devletine ve ulusal egemenliğe dayalı bir kalkınma modelini destekleme amacıyla kendi hükümetimizin uluslararası fonları talepte etmesi için Avrupa’da ve ABD’de bir işçi hareketi oluşturmak mümkün mü? Bunlar, Batı Marksizm’inin sahip olduğu sorunlar.

ABD, Avrupa ve Japonya’da anti-emperyalist ve sosyalist çabaların bir geçmişi var; bunlar bazı zamanlar büyük bir etki yaptılar, bazen de ezildiler. Bu çabalar günümüze uyarlanmalı ve kullanılmalı. ABD Komünist Partisi (PC) 1930′lu yıllar boyunca muazzam bir etkiye sahipti. Çünkü genel olarak ABD toplumuna ve işçi sınıfına anti-emperyalist, ırkçılık karşıtı ve sosyalist politikaların net mesajlarını götürüyordu. PC, endüstriyel sendikacılığın inşasında birleşik cephenin temel gücü oldu; kendisi “Güney’in Siyah Kuşağının** (Black Belt)” kendi kaderini tayin hakkı için verdiği agresif mücadele ve Scottsboro Boys*** savunması nedeniyle “siyahların partisi” olarak da bilinirdi. PC, çoğunluğu beyaz, anti-faşist Abraham Lincoln Tugayını oluşturan sanayi işçilerinin mücadelesi ile İspanyol İç Savaşının iletişimini sağladı ve “dışarıda doğanlar”, küçük çiftçiler, ortakçılıkla iştigal eden çok ırklı bir savunma tugayı yarattı. Maalesef, PC’nin “faşizme karşı birleşik cephe” yorumu Sovyetler Birliği’ni kölece savunmasına yol açtı ve daha da kötüsü ABD liberal kapitalizmini müdafaa etmesi, İkinci Dünya Savaşı sırasında siyahların sivil hakları ve Japon kökenli Amerikalıların gözaltıları süresince sessiz kalması, parça başı iş koşullarını ve fabrikalarda grev yapılmamasını desteklemesi ve de 1945 yılında sosyalizm ve kapitalizm arasında barışçıl bir şekilde bir arada yaşama adına kendi kendini ortadan kaldırmayı önermesi Parti’yi mücadeleyi durdurma noktasına taşıdı.

Marksizm, 1955’ten 1975 yılına kadar yeniden son derece etkili bir rol oynadı. Demokrat Parti ve sendika liderleri tarafından baskı altında tutulan “Sivil Haklar” hareketinin liderlerinin birçoğu, ABD içinde ezilen farklı renkte insanlar için bir kendi kaderini tayin hakkı hareketi olarak kendi savaşımının teorisini yeniden belirledi; bu, Porto Rikoluların, Meksika kökenli Amerikalıların ve siyahların özgürlük mücadelesini kuvvetle teşvik etti. Vietnam savaşına karşı gelişen hareketin örgütçüleri, kendi varlık sebepleri olan Amerikan emperyalizmine karşı ilişkilerini yeniden canlandırdılar. Bu dönemde, Avrupa Marksizm’inin az etkisi olurken anti-emperyalist Marksist Lenin, Mao, Fidel ve Cabral; siyahların, beyazların, Latinlerin, Asyalıların Yeni Sol siyasetini şekillendirdiler; alçak bir burjuva gibi geçmiş şovenist rekonstrüksiyonları aksine bu Yeni sol, fabrikalarda ve hatta ABD ordusunda, topluluklarda, Latin ve siyah işçiler arasında, savaş karşıtı ve sivil haklar hareketlerinde önemli bir güç oldu; daha sonraki yıllarda, beyaz işçiler arasında da küçük fakat anlamlı bir destek geliştirmeye başladı.

Gelişim düzeyi ne olursa olsun, Marksizm uluslararası sınıf mücadelesinin politikasıdır. Manifesto, bu tür dayanıklılığa ve güce sahip olan gelecek nesiller için bir hediye olarak değil, Avrupa’da sınıf mücadelesine müdahale etmek için bir taktik olarak yazıldı; çünkü tam da budur.

Marksizmin günümüze uygunluğu ve dersleri üzerine tartışma, zaman, mekan ve koşullar tarafından belirlenen mevcut politika üzerine daha verimli bir stratejik tartışma ortamında yürütülmektedir.

(…)


Çevirenin notları:

  • Fabianizm: XIX. yüzyılda, İngiliz Fabian Derneği tarafından savunulan ve devrimci yöntemler yerine tedrici ve reformist yollardan demokratik sosyalizmin ilkelerini ilerletmeyi amaçlayan bir hareket. Sosyalizme devrim yoluyla değil, bir evrim süreci sonunda ulaşılacağına inanan ideoloji.

** Güney’in Siyah Kuşağı, “Black Belt”: Amerika’nın siyah başkenti Atlanta/Georgia ile birlikte birçok federal eyaleti kapsayan bölge.

*** Scottsboro Boys: 1931 yılında Alabama’da beyaz bir kadına tecavüz etmekle suçlanan dokuz siyah gencin yargılanması. Irkçılık ve adil yargılanma hakkına örnek gösterilen bir dava.

Bu makale 26 Aralık 2012 tarihinde “Marx desde cero” sitesinde yayımlandı. La Haine tarafından alıntılanan orijinalinde de yer alan ancak yazarın dahil olduğu bir iç tartışmaya ilişkin detayları içeren son 6 paragraf çevrilmemiştir.