Diye seslendi The Reis. Adil bir şeyler söyledi. The Reis tatlı sert çıkıştı “Duymuyorum yav!” Adil yelyepenek yaklaştı Kurb-urreis’e, eşiğe yüz sürdü ve mütebessim bir ifade ile “Otuz beş efendim!” dedi. Ardından da huzur-u Reis’ten yüz geri etti. The Reis, gözleri kendisini hayranlıkla izleyen tebaasını süzerek -mütehakkim- tekrarladı : “Otuz beş!” Güher-i esfiyâ vü tâc-ı kiramdan biri “Altmış lira dedi” The Reis eliyle Adil’i işaret ederek “Bakanım söylüyor, bakanım!” Dedi. Gülüştüler, gülüştüler, gülüştüler…
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Devletin/Kurumsallığın Tasfiyesi
Bureau kelimesinin, Latince koyu, kasvetli renkleri anlatmak için kullanılan “burrus” kelimesinden geldiği söylenir. “la bure” da, masalara sermek için kullanılan örtü. Bizim “bürokrasi” kelimesinin bureau’su, önceleri masayı daha sonraları ise büro olarak kullanılan bütün bir odayı ifade etmek için kullanılmıştır. Bürokrasi’nin “krasi” si ise demokrasi’deki “krasi” gibi hakimiyet, iktidar anlamına gelen ve yönetim biçimine işaret eden bir Yunanca kelime. İkincisi “demos”un krasisi, iktidarı, ötekisi ise büro’nun krasisi, iktidarı anlamında.[1]
Kelime anlamında bürokrasi, büronun iktidarı gibi “irkitici” bir anlama sahip olsa da yönetim ve siyaset biliminde tam olarak bu anlamda kullanılmaz. “Modern anlamda” dediysem akla 1700’lerin Fransız Ticaret Bakanı Vincent de Gournay tarafından ima edildiği şekliyle demek daha doğru. Bu liberal iktisatçının da büro’nun iktidarı anlamında bürokrasiyi savunduğu falan yok elbette ki. Merkantilist uygulamalara bile karşı çıkıyor. İsmi ilk fizyokratlar arasında geçer; serbest rekabetçi bir düşünür. Aksine, büronun iktidarını eleştirmek için kullanıyor bu kavramı. Bürokrasinin ilk ve en çok kullanılan anlamı da bu -taa Vincent de Gournay tarafından da kullanılan- anlamı; kırtasiyecilik anlamında “red tape” de denebilir buna.
Bürokrasi’ye devletin müşahhas hali dense ne kadar yanlış olur bilmiyorum. Soyut devlet, bürokrasisi ile gözle görünür elle tutulur hale gelir; bu haliyle bürokrasi -Max Weber’in de altını çizdiği gibi- bir örgüt ve işleyiş modeli haline gelir. Weber bu haliyle bürokrasiyi kapitalist ulus-devletle iç içe düşünür ve her farklı otorite tipiyle de bunları eşleştirir. Modern bürokrasi Weber’in düşüncesinde yasal ve akılcı bir otorite ile ilintilendirilir: Kapitalizm ulus devletleşmeye, ulus devletleşme modern bürokrasiye, yasal ve akılcı bir metotla işleyen devasa bir mekanizmaya dönüşür. Gerçekten de ulus-devlet bu örgütlenme şemasıyla ve işleyişiyle ete kemiğe bürünür.
Bir pazar yazısı sınırlarını çok zorlamayayım ama “kuram”ın sınırlarından çıkıp “siyasi tarih”in mücavir alanında biraz dolanmama da izin verin: Kestirmeden söyleyeyim ki Osmanlı “Tanzimat”ı biraz da böylesi bir reformlar dizgesidir. Bir neolitik imparatorluk ve onun “devlet”i modern bir kapitalist ulus-devlete doğru Tanzimat ile geçmeye başlar. Hepsi değil ama, Tanzimat’ın “re-nizam” verdiği, “re-form” verdiği, “yeniden şekillendirdiği” “tanzim ettiği” şeyler içinde ulus-devletleşme ve o ulus devletin bürokrasisinin yasal ussallaşması düşüncesi de var. Cumhuriyet de hem bu “tanzim” düşüncesinden doğacak, hem de bu tanzim düşüncesini -farklı bir konjonktürde- takip edecek. Hakkını yemeyelim, tüm aksayan yönlerine rağmen Tanzimat sonrası Osmanlı/Cumhuriyet bürokrasisinin bu açıdan önemli bir yol kat ettiğini söyleyebiliriz. Sadece “ulus-devletleşme” ve “yasal-ussallaşma” açısından değil, şu yukarıda Vincent de Gournay’ın bile eleştirdiğini söylediğim kırtasiyecilik anlamında da.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Schrödinger’in Kedisi
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte Tanzimat’tan bu yana adım adım inşa edilen kabine sistemi tarumar oldu. Artık yürütme gücünü -idare mekanizmasını- işgal eden ve her biri apayrı tüzel kişilikler olan bakan/bakanlıkların oluşturduğu bir heyet olarak kabine ve onların başında primus inter pares anlamında bir başbakan yok. Hoş, 1983 sonrasının başbakanları hiç de eşitler arasında birinci (primus inter pares) olma anlamında “baş” bakan değil basbayağı âmir anlamında başbakandılar. Lâkin ne olursa olsun, bakanlar kurulu bir hukukî/idarî/siyasî kurum olarak her daim önemini ve işlevini korudu. Ta ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne kadar.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sadece dar anlamda siyasal yapıdaki “kabine sisteminin” değil onun da içinde yer aldığı “bir mekanizma” olarak devletin de ortadan kalkmasına neden oldu. “Hadi canım sende!” demeyin. Ben artık devletin kütlesine baktığımız zaman işlevini, işlevine yoğunlaştığımız anda da kütlesini göremediğimiz bir “süperpozisyon”da olduğunu; hepimizin bir “kuantum-devlet”te yaşamakta olduğumuzu düşünmeye başladım. Evet evet, ben de Erwin Schrödinger gibi sadece bir absürtlüğün altını çizmek istiyorum. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte artık devlet “ya var ya da yok” değil “hem var hem yok” demek istiyorum. Tıpkı Schrödinger’in Kedisi gibi The Reis’in Adil’inin de bir bakan olup olmadığnı bilemeyeceğimiz, hatta hem bakan olup hem de aynı anda bakan olmadığını iddia edebileceğimiz gibi. Meşum kedinin aktüel durumunu nasıl öğrenebiliriz? Deneye son verip sandığı açmak lazım. Kutu açılmadan kedinin ölü olup olmadığı, bakanın bakan devletin devlet olup olmadığı halleri tam bir muamma olarak kalacak; her iki hal de fifti-fifti mümkün: Kedinin gerçek hatta ölüp ölmediğini ancak sandığı açtığımızda anlayacağız; bakanın da devletin de…
[1] Bkz.; Özer, Mehmet Akif, Akçakaya, Murat, Yaylı, Hasan, Yücel Batmaz, Nazlı. (2015). Kamu Yönetimi Klasik (Yapı ve Süreçler), Ankara: Adalet Yayınevi. Öztaş, Nail, (2015). Yönetim, 3. Baskı, Ankara: Otorite Yayınları. Öztürk, Namık Kemal. (2003). Bürokrasinin Gücü ve Siyaset, Ankara, Siyasal Kitabevi.