Türkiye yalnızca seçim sathı mailine değil savaş sathı mailine de girdi. Ve bu savaşın nihai hedefi ne tek başına PYD/YPG ne Esad rejimi ne de bölgede nüfuzunu koruma telaşındaki ABD. Esas hedef emperyal güçler arasındaki rekabetten istifade ederek Türkiye’deki oligarşinin militer kanadını keskinleştirmek, kurulmak istenen rejimin önündeki taşları temizlemek, muhalefeti “milli ve yerli” çizgiye çekerek etkisizleştirmek, sermaye-iktidar-bürokrasi arasındaki çok yönlü krizleri ötelemek… İktidar biliyor ki savaş nidaları arasında ne OHAL itirazları ne “geçinemiyorum” feryatları ne tip elbiseye karşı direnişler duyulur. Bir de ana muhalefet kendini savaşa destek vermek zorunda hissederse seçim öncesi “mıntıka temizliği” hal olmuştur. Zira muhalefetin savaşa rızası, varlık koşullarının yok edilmesidir.
Erdoğan’ın Atatürk övgülerinin, Canan Kaftancıoğlu’na yönelik linç kampanyasının başlatılmasının, Kocasakal’ın CHP’yi “fabrika ayarlarına” döndürme vaadi ile adaylık açıklaması yapmasının ya da Perinçek’in sosyalist çevrelere saldırmasının ‘Afrin operasyonu’ öncesine denk düşmesi tesadüf müdür? Elbette değil.
Mevcut iktidar bloku, kendiyle aynı “dili” konuşan bir muhalefet istiyor. AKP’ye muhalif görünürken sosyalistlere, Kürtlere, emekçilere kin kusacak bir siyasi aktörün geniş kitlelerin umudu olamayacağını iktidar biliyor. TSK-sermaye-yargı üzerinden devlet aklını tahkim edecek bir “alternatif” peşinde olanların mevcut oligarşinin ruhunu perçinlediğini anlıyor. Kurtuluş reçetesini kültürel alana sıkışmış bir cumhuriyet nostaljisi ve tarih anlatısı üzerinden kuracak bir muhalefetin her savaşta iktidarla cepheye birlikte koşacağını görüyor. Ötesinde ulusalcıları kaybetmemek isteyen CHP yönetiminin de Kürtler söz konusu olduğunda barışta ısrar edemeyeceğinin hesabını yapıyor. İşte bugünün “Conk bayırı” ilan edilen Afrin bunun kanıtı!
İktidar blokunun Avrasyacı-ulusalcı kanadı Suriye’de Kürtlere karşı ‘operasyona’ Fırat’ın batısından başlanması gerektiğini, “doğru bir strateji” geliştirilirse Rusya’nın buna izin verebileceğini söyleyip duruyordu. Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ’dan Ergenekon sanıklarına geniş bir kadro “jeostrateji” odaklı bir “devlet aklını” yeniden popüler kıldı. 1990’lı yıllarda alışık olduğumuz askeri manevra ihtimallerini içeren Suriye haritaları hem yandaş hem de ulusalcı-Avrasyacı mecralarda “yerli ve milli” siyasetin zemini olarak tartışılmaya başladı. Jeostratejik mülahazaların sahte bir anti-emperyalizme kılıf haline getirilmesi yeni bir gelişmeydi. “Kürt tehdidi” hem TSK’nın komuta kademesi ile iktidar bloku arasındaki ilişkiyi kuvvetlendiriyordu hem de ulusalcı-Avrasyacı kanadı MHP gibi iktidar ortağı haline getiriyordu. Halbuki Kilis’in öte tarafında cihatçılar cirit atarken, kent merkezine havan topları düşüp siviller yaşamını yitirirken ordu göstermelik top atışlarıyla cevap veriyor, öfkeli halka kolluk kuvvetleri Toma’dan su sıkıyordu. Sınır kevgir haline gelmişken, cihatçı milisler elini kolunu sallayarak Suriye-Türkiye arasında gezinirken ne TSK ne de bugün ‘Afrin operasyonu’ için destek mesajı açıklayanlar sesini çıkarıyordu.
İktidar bloku, Afrin kartını oynamak için kendince “en doğru” zamanı belirledi. Rusya ve ABD bir kez daha farklı nedenlerle Türkiye’nin müdahalesine yeşil ışık yaktı. Rus hava üssüne yapılan saldırılar sonrasında Rusya’nın Türkiye üzerindeki baskısı misliyle arttı. Türkiye’nin İdlib’de kendisine havale edilen vazifeyi yerine getirmediğini gören Rusya İdlib sorununu kökten çözmeye karar verdi. Afrin’de TSK-ÖSO’nun kısmi müdahalesine cevaz vermesi karşılığında İdlib’teki cihatçılar bölgeden temizlenecek. ABD ise Fırat’ın doğusuna geçmeyen bir TSK operasyonunu Kürtler ile Rusya’nın arasının açılmasına hizmet ettiği ölçüde ehven-i şer görüyor. Nitekim omurgasını Kürtlerin oluşturduğu SDG ‘Afrin operasyonundan’ Suriye’yi sorumlu tuttu bile.
Afrin ve ardından hedeflenen Münbiç harekâtının sahada nasıl sonuçlar doğuracağı belirsiz. Suriye savaşı masa başında yapılan planların sahada yanlışlandığı örneklerle dolu. Ancak her halükârda yaratılan bu savaş ikliminin iç siyasette iktidarın elini güçlendirdiği aşikâr. Bunu görmek için Kılıçdaroğlu’ndan Gül’e Afrin mesajlarına bakmak yeterli. Bugün savaş politikaları yanında saf tutmak, iktidarın yanında saf tutmaktır. Onun İslamcı ve militarist rejim inşasına su taşımaktır. Fakat iktidarla birlikte cepheye koşmak onun “hışmından” korunmayı da garantilemez. Bu ülkenin güvenliği ve huzuru, sınır ötesini bombalamak ile değil emperyalizmin ülkeye müdahale edebileceği zemini ortadan kaldırmakla mümkündür. Mevcut oligarşi dağıtılmadan Türkiye halkları güvende değildir.
Kaynak: BirGün
- Yönetim krizinde son perde: Acemilik, kibir ve öfke - 14 Nisan 2020
- Özgür bir memleket için boykotun ötesine geçelim - 10 Şubat 2020
- Bir kuşak laikliğin değerini bu iktidar yüzünden öğrendi - 14 Ocak 2020