Ayasofya: ‘Kilise, cami, müze’ üçgenindeki 15 asırlık tarih

Danıştay’ın 1934 tarihli müzeye çevrilme bakanlar kuru kararını iptal etmesiyle Ayasofya hakkındaki tartışmalar yeniden alevlendi. İbadethane olarak yaklaşık 1500 yıl önce inşa edilen Ayasofya, tarihi boyunca manevi dünyanın olduğu kadar iktidar ve güç kavgalarında da anılan yapıtlardan biri oldu. Bizans İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet dönemine kadar İstanbul’a tanıklık eden mimari yapı, kilise-cami-müze üçgeninde yine tartışmaların odağına yerleşti.

Bizans İmparatoru Konstantius tarafından 360 yılında, o dönem Konstantinople olarak bilinen İstanbul’un bugünkü tarihi yarımadasında, küçük bir kilise olarak inşa edildi. 404 yılında, Arcadius döneminde çıkan isyanlarda meydana gelen yangında, çatısı ahşap yapı tamamen kül oldu.

Üçüncü kez inşa edilen Ayasofya 15 asırdır ayakta

Tahribat o kadar derindi ki, yapıyı onarmak imkansızdı. İmparator I. Jüstinyen, yanan kilisenin yerine bugün hala ayakta kalmayı başarmış Ayasofya’nın tasarımı için 532 yılında, bilimin duayenlerinden Miletli Isidoros ile Trallesli Anthemius’u görevlendirdi.

Yapımı 537 yılında tamamlanan Rum Ortodoks Kilisesi, Hristiyanların ibadethanesi olarak yolculuğuna başladı.

History dergisinde yer alan bilgilere göre, İmparator Jüstinyen, ilk ayinin yapıldığı 27 Aralık 537 yılındaki açılış merasiminde “Yüce Tanrım, bana böyle bir ibadethane yapma imkanı verdiğin için sana şükürler olsun” dediği rivayet edilir.

Diğer bir rivayete göre, Jüstinyen, hükümdarlığı altındaki tüm bölgelerden, kilisede kullanılmak üzere mimari eserlerin gönderilmesini emretti. Kuzey Afrika’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafi yelpazeden tarihi eserlerin ve kutsal emanetlerin toplandığı kültür merkezi de oldu.

Rum Ortodoks Kilisesi’nin bir numaralı ibadethanesi olarak kabul gören Ayasofya, hükümdarların taht törenlerine de ev sahipliği yaptı.

İstanbul’un fethi ile cami oluşu

1453 yılına gelindiğinde Ayasofya için bambaşka bir dönem başladı. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinin ardından Hristiyanların kutsal mekanı camiye dönüştürüldü. İnsan figürleri sıvayla kaplanırken bazı eserlere dokunulmadı, kapatılan bölümlere İslami motifler yerleştirildi. Kubbede, İsa peygamberi resmettiği düşünülen görsel altın mozaiklerle kaplandı.

Osmanlı’nın başmimarı Mimar Sinan’ın 1570’lerde eklediği istinat duvarlarıyla Ayasofya ihtişamını korumayı başardı.

Yıllar boyunca iktidar kavgalarına, depremlere yangınlara tanıklık eden yapıda, Abdülmecit döneminde, İsviçreli Fossati kardeşlerin denetiminde, 1847 ila 1849 yıllarında restorasyon yapıldı

Üçüncü Ayasofya’da üçüncü dönem

Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarını da gören Ayasofya da, Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle üçüncü bir yol çizildi: Bu kez kapılar ibadete değil müze ziyaretçileri için açıldı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 9 yıl sonra, Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarihli kararıyla önce kilise ardından cami olan Ayasofya müzeye dönüştü.

Artık adı Ayasofya Müzesi olan mimari yapıdaki sıva altında kalan eserler de gün yüzüne çıkarıldı.

Kilise-cami-müze üçgeni

Dönem dönem ülkeler arası çekişmelere de malzeme olan müzenin ibadete açılmasına dair fikirler yeniden duyulur olunca, binanın kilise olmasını isteyenler, camiye dönüştürülmesini talep edenler ve müze kalmasından yana olanlar arasındaki gerginlik arttı.

Yaklaşık 85 senedir müze olarak ziyarete açık olan Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi tartışmaları, İstanbul’un fethinin yıl dönümü olan 29 Mayıs’tan sonra alevlendi.

29 Mayıs’ta Ayasofya’da Fetih Suresi’nin okunması Yunan yetkililerin tepkisini çekmişti. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı, Ayasofya’da Kur’an okunmasını “Hristiyanların dini duygularına da bir hakaret” olarak değerlendirmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Yunan yetkililere cevaben “Fetih açmaktır, fetih gönülleri özellikle kazanmaktır” demişti.

Danıştay’ın 1934 tarihli müzeye çevrilme bakanlar kuru kararını iptal etmesiyle Ayasofya hakkındaki tartışmalar yeniden alevlendi. İbadethane olarak yaklaşık 1500 yıl önce inşa edilen Ayasofya, tarihi boyunca manevi dünyanın olduğu kadar iktidar ve güç kavgalarında da anılan yapıtlardan biri oldu. Bizans İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet dönemine kadar İstanbul’a tanıklık eden mimari yapı, kilise-cami-müze üçgeninde yine tartışmaların odağına yerleşti.

Bizans İmparatoru Konstantius tarafından 360 yılında, o dönem Konstantinople olarak bilinen İstanbul’un bugünkü tarihi yarımadasında, küçük bir kilise olarak inşa edildi. 404 yılında, Arcadius döneminde çıkan isyanlarda meydana gelen yangında, çatısı ahşap yapı tamamen kül oldu.

Tarih dergisi History’de yer alan bir makaleye göre; II. Theodosius’un emriyle Ayasofya, bu kez 5 nefi ve görkemli bir giriş kapısıyla yeniden yapılmasına rağmen yüzyıl sonra tarihin tekrarıyla aynı kaderi yaşadı. Konstantinopolis’in gördüğü en şiddetli isyan olan Nika Ayaklanması’nda bina yeniden alevlere teslim oldu.

Üçüncü kez inşa edilen Ayasofya 15 asırdır ayakta

Tahribat o kadar derindi ki, yapıyı onarmak imkansızdı. İmparator I. Jüstinyen, yanan kilisenin yerine bugün hala ayakta kalmayı başarmış Ayasofya’nın tasarımı için 532 yılında, bilimin duayenlerinden Miletli Isidoros ile Trallesli Anthemius’u görevlendirdi.

Yapımı 537 yılında tamamlanan Rum Ortodoks Kilisesi, Hristiyanların ibadethanesi olarak yolculuğuna başladı.

AA
Ayasofya MüzesiAA

History dergisinde yer alan bilgilere göre, İmparator Jüstinyen, ilk ayinin yapıldığı 27 Aralık 537 yılındaki açılış merasiminde “Yüce Tanrım, bana böyle bir ibadethane yapma imkanı verdiğin için sana şükürler olsun” dediği rivayet edilir.

Diğer bir rivayete göre, Jüstinyen, hükümdarlığı altındaki tüm bölgelerden, kilisede kullanılmak üzere mimari eserlerin gönderilmesini emretti. Kuzey Afrika’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafi yelpazeden tarihi eserlerin ve kutsal emanetlerin toplandığı kültür merkezi de oldu.

Rum Ortodoks Kilisesi’nin bir numaralı ibadethanesi olarak kabul gören Ayasofya, hükümdarların taht törenlerine de ev sahipliği yaptı.

İstanbul’un fethi ile cami oluşu

1453 yılına gelindiğinde Ayasofya için bambaşka bir dönem başladı. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinin ardından Hristiyanların kutsal mekanı camiye dönüştürüldü. İnsan figürleri sıvayla kaplanırken bazı eserlere dokunulmadı, kapatılan bölümlere İslami motifler yerleştirildi. Kubbede, İsa peygamberi resmettiği düşünülen görsel altın mozaiklerle kaplandı.

Osmanlı’nın başmimarı Mimar Sinan’ın 1570’lerde eklediği istinat duvarlarıyla Ayasofya ihtişamını korumayı başardı.

Yıllar boyunca iktidar kavgalarına, depremlere yangınlara tanıklık eden yapıda, Abdülmecit döneminde, İsviçreli Fossati kardeşlerin denetiminde, 1847 ila 1849 yıllarında restorasyon yapıldı.

AA
Ayasofya MüzesiAA

Üçüncü Ayasofya’da üçüncü dönem

Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarını da gören Ayasofya da, Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle üçüncü bir yol çizildi: Bu kez kapılar ibadete değil müze ziyaretçileri için açıldı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 9 yıl sonra, Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarihli kararıyla önce kilise ardından cami olan Ayasofya müzeye dönüştü.

Artık adı Ayasofya Müzesi olan mimari yapıdaki sıva altında kalan eserler de gün yüzüne çıkarıldı.

Kilise-cami-müze üçgeni

Dönem dönem ülkeler arası çekişmelere de malzeme olan müzenin ibadete açılmasına dair fikirler yeniden duyulur olunca, binanın kilise olmasını isteyenler, camiye dönüştürülmesini talep edenler ve müze kalmasından yana olanlar arasındaki gerginlik arttı.

Yaklaşık 85 senedir müze olarak ziyarete açık olan Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi tartışmaları, İstanbul’un fethinin yıl dönümü olan 29 Mayıs’tan sonra alevlendi.

AA
Ayasofya’da Fetih Suresi okunduAA

29 Mayıs’ta Ayasofya’da Fetih Suresi’nin okunması Yunan yetkililerin tepkisini çekmişti. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı, Ayasofya’da Kur’an okunmasını “Hristiyanların dini duygularına da bir hakaret” olarak değerlendirmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Yunan yetkililere cevaben “Fetih açmaktır, fetih gönülleri özellikle kazanmaktır” demişti.