Atatürk’ü Koruma Kanunu

Zafer gazetesinin 30.Haziran.1951 tarihli nüshası “Atatürk heykellerine mel’unane tecavüzleri tel’in maksadile bugün büyük bir mitng yapılıyor.” başlığı ile çıkar. Bu büyük haberin sol alt köşesinde “Gençliğin hazırladığı mitinge DP teşkilatı”nın da katılacağı bildirilmektedir. Gazetenin birinci sayfasındaki diğer haberlere göreyse, Bir hafta evvel Devlet Demir Yolları Umum Müdürlüğü’nde kırılan heykellerin yerine bugün yenisi konacağı bildirilmektedir.
Gazetenin tam orta sayfasındaki kutu içerisinde ise konu ile ilgili başka bir habere yer verilmektedir: “Ticanîler ve CHP” Haberin alt başlığında ise “CHP seçimlerde Ticanîlere nasıl yardım etmişti?” sorusu yer almaktadır. Benzer bir haber aynı gazetenin 26.Nisan.1950 tarihli nüshasında da yer almıştı; fakat seçimlerin yapılıp, 27 yıllık tek parti döneminin yıkılmasından sadece 12 gün sonra çıkan bu haber pek de dikkat çekmemiş olacak. 26 Nisan’da çıkan haberin CHP’nin 01.Mart.1950’de tekke ve zaviyeleri kapatan 5566 Sayılı Kanun’da değişiklik yaparak bazı türbelerin ziyaretine izin vermesinden sadece bir ay sonrasına denk gelmesi ve Mustafa Kemal heykellerini kırmak suçundan tutuklanan Ticanîlerin tam seçimler öncesinde CHP’ne üye kaydedildikleri iddiâsı da bu haberi ilginç hale getiriyordu.

DP yanlısı Zafer gazetesi ise 1950 seçimlerinden önce ve sonra sürekli olarak CHP’yi Ticanîleri desteklemekle suçluyordu. Dönemin en yaygın iki tarikatı Nurcular ve Süleymancılar DP’yi destekliyordu, iddiâ o ki CHP de dindarların oylarını alabilmek için Ticanî Tarikatı mensuplarını partiye üye yapmış, Ticanîler de köy köy dolaşarak CHP’ye oy istemişlerdi. Biraz şüpheli olsa da asla olmaz denilip, gülünüp geçilecek bir iddia da değil gibi.

DP’lilere göre CHP-Ticanîler ilişkisin en büyük kanıtı Kemal Pilavoğlu’nun 1952’de görülen davasında avukatlığını CHP Balıkesir milletvekili Muzaffer Akpınar’ın oğlu Yılmaz Akpınar’ın yapmasıdır. CHP bu ilişkiyi şiddetle reddeder, Pilavoğlu ve şürekasının eylemlerinin yaygınlaşmasından sonra çeşitli illerde protesto mitingleri düzenlediğini hatırlatır. DP’yi ucu kendisine de dokunan saldırılara göz yummakla ve pasif davranmakla suçlar, bir an evvel tedbir alınmasını ister.

1951 yılı içerisinde 24 Şubat tarihinde Kırşehir’de Atatürk heykelinin burun ve çene kısımlarının parçalanması, 16 Mart’ta Kastamonu Taşköprü’nün Alama Köyü’ndeki okulda Atatürk fotoğrafının gözlerinin oyulması, 23 Mart’ta Ankara Eryamanlar Köyü ve Aydın Dalaman’da, benzer tarihlerde Burhaniye’de, 29 Mart’ta Kütahya’daki heykel ve büstlerin tahrip edilmesi Ticanî’lerin kayda geçen eylemlerden bazılarıdır. Ticanîlerin bu eylemleri basında da geniş yer bulmuş, hattâ bu konu Meclis’e dahi taşınmıştır. Meclis’te, saldırılarla ilgili Başbakanlığa yöneltilen bir soruya cevap veren dönemin İçişleri Bakanı Halil Özyörük, “Atatürk’ün ölümünden 14 Mayıs 1950’ye kadar mânevi varlığına 51, fotoğrafına 12, heykel ve büstlerine 4 olmak üzere 67 tecavüz olduğunu, 14 Mayıs 1950’den 1 Nisan 1951’e kadar büst ve heykellere 9, mânevi şahsiyetine 5 ve fotoğrafına 1 olmak üzere toplam 15 tecavüz hâdisesinin olduğunu” söylemiştir. Dönemin Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri ise saldırıları komünist ajanı olan sahte şeyh ve mehdilerin, etraflarına topladıkları cahil insanlarla gerçekleştirdiklerini iddiâ ediyor ve bu saldırılardan dolayı da komünistleri suçluyordu.

Gerek kamuoyunda gerekse Meclis’te pek çok kere gündeme gelen eylemler o kadar ses getirmişti ki, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a Amerika seyahatinde Amerikalı gazeteciler tarafından bu konuda soru yöneltilmiştir. Bayar ise verdiği cevapta, bunların ferdi saldırılar olduğunu ve faillerin cezalandırıldığını, Türkiye’de irticaî bir hareketin söz konusu olamayacağını belirtmiştir.

Yeri gelmişken belirteyim, Ticanîlik, Ahmed bin Muhammed El-Ticanî tarafından Cezayir’de kurulan ve oradan da ağırlıklı olarak Kuzey Afrika’ya yayılan, Halvetî Tarikatı’nın alt kollarından biridir. Tarikat, ismini Berberi Ticane kabilesinden almış olup, mensupları, tarikatın kuruluş tarihini 1782 olarak kabul etmektedir.

Ticanîlik Tarikatı’nın Anadolu coğrafyasında ilk izleri 1897 yılında görülmeye başlanmıştır. Dönemin Padişah’ı II. Abdülhamid, tarikatın Afrika’daki yaygınlığını göz önünde bulundurarak, yürüttüğü İslâmcılık politikasına dayanak oluşturacak şekilde tarikattan yararlanmak istemiş; İstanbul’da Ticanî şeyhleriyle görüşmüştür.

Mustafa Tekin’in , Atatürk Sonrası Tek Partili Dönemde ( 1 938-1945) Cumhuriyet Halk Partisinin Ekonomi Politikaları başlıklı yüksek lisans tezinde belirttiği üzere, özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte 1950’ye kadar Türkiye’de ciddî bir Ticanî hareketi söz konusu değildir. Tarikat, 1906’da Ankara’da doğup hukuk tahsili yaparken öğrenimini yarıda bırakan Kemal Pilavoğlu’nun Ticanî şeyhi olduğu iddiâsıyla ortaya çıkması ve müritlerinin faaliyetleri sonrası ülke gündemine oturur. Tarikat, başlarda Ankara ve Çankırı civarında örgütlüyken sonradan yurdun birçok yerine yayılır.
1943 de, tarikat faaliyetleri suçundan 24 müridiyle beraber mahkemeye verilirse de Kemal Pilavoğlu, kısa bir süre sonra serbest bırakılır. Nakşibendî kökenli Ticanîler ve liderleri Pilavoğlu 40’lı yıllar boyunca bazen tarikat faaliyeti yürütmeleri, bazen de Meclis oturumundaki renkli eylemleri ile gündeme gelirler. Pilavoğlu ve şürekâsının son faaliyet alanı ise Mustafa Kemal büstleridir. 1949 yılından sonra heykellerin put olduğu düşüncesiyle Mustafa Kemal heykellerini tahrip etmeye başlarlar. Olay 1951 yılı başlarından itibaren halkın da dikkatini çekmeye/çektirilmeye başlar. Tam da II. Menderes Hükümeti’nin kurulduğu dönemlerde yoğunlaşan protesto mitinglerine DP, Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkararak yanıt verir. İşin ilginç yanı, CHP’nin bu kanunun çıkartılmasına çok da sıcak bakmamasıdır. Muhalifler arasında Zafer gazetesinin 07.Haziran.1951 tarihli nüshasında Mustafa Kemal’e ithafen “Bizden imtiyaz değil rahmet bekliyor.” diyen DP milletvekili Mümtaz Faik Fenik (1951) ve meclis kürsüsünden düşüncelerini açıklayan Selahattin Adil gibi milletvekillerinin sesleri ise kargaşa da kaybolup gider. 5816 Sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu 25.Temmuz.1951 tarihinde kabul edilir. Kemal Pilavoğlu ve 74 müridi tutuklanırlar ve Ankara Birinci Ağır Ceza Mahkemesi’nce cezalandırılırlar.

Kemal Pilavoğlu’nun bu süreçte tutuklanması üzerine Ticanî Tarikatı büyük bir darbe alacaktır. Bir süre hapis yattıktan sonra serbest bırakılan Pilavoğlu, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra tekrar tutuklanacak ve Bozcaada’ya sürgüne gönderilecektir. Kısa sürede Anadolu’dan getirdiği müritleriyle ada ekonomisine hâkim olan Pilavoğlu, adadaki Rumları kaçırarak onlardan aldığı üzüm bağlarıyla pekmezcilikten büyük bir servet yapacaktır. Dönemin Bozcaada Kaymakamı’nın rivayetine göre, 1977 yılında eşinin ihbarı üzerine yapılan baskında Pilavoğlu evde 3 oğlan çocuğuyla basılıp tutuklandı. Tutuklandıktan kısa bir süre sonra da öldü. Pilavoğlu’nun ölümünden sonra Tarikatı dağılarak müritleri diğer Tarikatlara katıldılar ve Ticanî Tarikatı geride AKK’yı bırakarak bu topraklardan silinip gitti. Heykelleri put olarak gördükleri için kıran, parçalayan Ticanîler, eylemleri neticesinde AKK’nın çıkarılmasıyla birlikte Atatürk’ün ve heykellerinin putlaştırılması sonucuna sebebiyet vermişlerdir.

Bütün bu şartlar altında Menderes hükümeti, üzerindeki baskıdan kurtulmak için Atatürk’ü Koruma Kamunu’nu çıkarmaya karar vermiştir. Kanunun çıkarılmasından önce DP iktidarı, tek bir kişi lehine kanun çıkarmak hususundaki çekinceleri ortadan kaldırarak kendisine hukukî destek sağlamak amacıyla, o dönem Türkiye’de bulunan ünlü Yahudi hukukçu Profesör Ernst Hirsch’in görüşüne başvurur. Zülfü Livaneli’nin 3 Şubat 2008 tarihli Vatan gazetesindeki yazısında aktardığı üzere Hirsch, kanunla bir şahıs lehine imtiyaz sağlanamayacağına dâir açık Anayasa maddelerini zorlayarak hükümetin işine geldiği gibi yorumlamıştır. Atatürk’ün öldüğünden bahisle“…hukukî anlamda artık bir şahıs olmadığını, dolayısıyla çıkarılacak kanunun bir şahsı değil Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna olan saygı ve hayranlığı korumayı amaçladığını” söylemiştir. Hirsch’in bu yorumunda düşünce ve ifade hürriyeti, eşitlik gibi hususlar göz ardı edilmiştir. Bunun dışında, kanunun çıkarılma sebebi olan heykellere yapılan saldırıları cezalandıran başka kanun maddelerinin varlığı da yok sayılmıştır. Şöyle ki, heykel ve büstlere yönelik saldırılar ciddî anlamda irticaî hareket olup rejimi hedef almakta ise CHP tarafından DP’li vekillerin de desteği ile henüz iki yıl önce 10 Haziran 1949’da TCK’ya eklenen 163. madde bu eylemleri yeterince karşılamaktaydı. Söz konusu TCK maddesi “…laikliğe aykırı olarak, devletin içtimaî veya iktisadî veya siyasî veya hukukî temel nizamlarını, kısmen de olsa dinî esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet kurmayı” cezaî müeyyideye bağlamaktaydı

Meclis’te Görüşmeler

Hukukî altyapısı eksik ve yanlış olan AKK’nın TBMM’de kabul edilmesi çok sancılı olmuş, Menderes ve Bayar kanun tasarısına destek sağlamak için sürekli devreye girmek zorunda kalmıştır. Kanun tasarısı 29 Mart 1951’de Meclis Başkanlığı’na sunulmuştur. Tasarının gerekçesi şöyledir:

Millî Mücadelenin kahramanı ve memleketin kurtarıcısı Atatürk, Cumhuriyet’in ve inkılâplar rejiminin sembolü olması hasebiyle hâtırasına, eserlerine ve onu ifade eden varlıklara vâki olacak tecavüzler bilvasıta Cumhuriyet’e ve inkılâplar rejimine tevcih edilmiş bir mahiyet ifade edeceğinden… Türk Ceza Kanunu’nun… 480 ve 482’inci maddelerine göre faillere verilecek ceza ve mahiyet itibariyle Atatürk’ün mânevi varlığına tecavüz edenler hakkında vicdani âmmeyi tatmin edecek yeterlikte görülmediğinden bu tasarının hazırlanmasına lüzum hâsıl olmuştur.

Gerekçenin son cümlesinde kamu vicdanını tatmin açısından bu kanuna ihtiyaç duyulduğu belirtilmiş olsa da esasında DP iktidarı dinci, gerici parti imajından kurtulmak ve kendisinin de Atatürkçü bir parti olduğunu kanıtlamak için bu kanuna ihtiyaç duymaktaydı. İşte bu amaca hizmet eden kanun tasarısı, ilk olarak Adalet Komisyonu’na sevk edildi. Adalet Komisyonu’nda tartışmalar çok uzun sürmüş olup, bir ara hükümetten tasarının geri çekilmesi dahi talep edilmiştir. Bu şartlar altında Menderes, komisyondaki bir toplantıya katılarak tasarıyı geri çekmelerinin mümkün olmadığını açıklamış olmasına rağmen, komisyonda bulunan birçok DP’li vekil tasarı aleyhine oy kullanmıştır. Birçok DP’linin aleyhte oy kullandığı bu kanun tasarısına komisyonda bulunan CHP’li vekil Kamil Boran ise yasanın “…yetersiz” olduğu gerekçesiyle karşı oy kullanmıştır. Nihayetinde yasa tasarısı ciddî tartışmalardan sonra 17 Nisan 1951 günü Adalet Komisyonu’nda yediye karşı dokuz oyla kabul edilecektir. Tasarının Adalet Komisyonu’ndan geçmesi üzerine bir konuşma yapan Menderes, kanun tasarısına neden ihtiyaç duyulduğunu, Atatürk’e karşı işlenen suçlarda bu tasarıdan evvel kanunî mirasçılarının şikâyetinin gerektiğinden bahisle “Millete mal olmuş böyle bir insanın müdafaasının fani bir hemşireye bırakılamayacağı” şeklinde izah etmiştir. Yani Menderes, millete mal olduğunu belirttiği Mustafa Kemal Atatürk’e karşı yapılan saldırıları, o günlerde hayatta olan Mustafa Kemal’in kız kardeşi Makbule Atadan’ın tek başına müdafaa edemeyeceğini belirtmekte ve kanunî bir düzenlemenin elzemliğine vurgu yapmaktadır.

Tasarının Meclis Genel Kurulu’ndaki görüşmeleri ise 4 Mayıs 1951 günü başlayacak ve görüşmeler alışılmadık bir duruma sahne olacaktır. Şöyle ki, DP’nin Çanakkale milletvekili Bedii Enüstün, tasarının görüşmelerine başlamadan önce Meclis’te Atatürk için üç dakikalık saygı duruşunda bulunulmasını içeren bir önergeyi Meclis Başkanlığı’na verdi. Önergenin gerekçesi “…tasarının görüşülmesi esnasında yapılacak konuşmaların yanlış anlaşılmaya mahal vermemesi ve Kemal Atatürk’e ve onun inkılâplarına bağlılıklarının hep birlikte gösterilmesi” idi. Bu önergeyle, tasarıyı eleştireceğiz ancak bu eleştiriler bizim Atatürk karşıtı olduğumuz sonucunu doğurmasın denmek isteniyor ve ayrıca tasarı karşıtları Atatürk karşıtı olarak yaftalanmamak için böyle bir önleme başvuruyorlardı. Önergeye hiç itiraz gelmedi ve oybirliğiyle kabul edilerek yapılan saygı duruşunun ardından tasarı üzerindeki görüşmelere geçildi. İlginçtir ki, Meclis’te ciddî çoğunluğa sahip hükümetin hazırladığı tasarının görüşmelerinde DP vekillerinden ilk söz alanlar tasarıyı ciddî şekilde eleştirmişler ve geri çekilmesini istemişlerdir.

Tasarı hakkında ilk söz alanlardan biri emekli tuğgeneral olan DP’li vekil Selahattin Adil’di. Adil, tasarıya karşı olduğunu ifade etmiş gerekçesini ise “Mustafa Kemal Paşa’nın da idarî, içtimaî, siyasî hataları bulunduğunu söylemek ve yazmaktan men edecek bir kanunu, demokratik rejimi benimsemiş olan bizlerin kabulüne bugünkü Mecliste imkân olmamak icab eder.” şeklinde belirtmiştir. Ayrıca, tek parti iktidarı dönemini eleştirmiş, bu döneme şeflik veya diktatörlük demenin suç olarak kabul edilmesini sağlayacak kanuna lehte oy vermeyeceğini söylemiştir. Böyle bir kanunun kabulü hâlinde, tarihteki ve dönemin diğer Türk ve İslâm liderlerini korumak için de benzer kanunlar çıkarılması gerekeceğini ileri sürmüştür. Selahattin Adil, bu konuşmasında Atatürk’ten Mustafa Kemal diye bahsettiği için sonradan Zafer gazetesinde “Mustafa Kemal, Atatürk’ün eşsiz şahsiyetinde ilk merhaledir. Mustafa Kemal ile Atatürk arasında koskoca bir millî mücadele ve inkılâp tarihi vardır.” denilerek Mustafa Kemal’den sonraki Gazi ve Atatürk’ün farkında olmamakla eleştirilecektir. Zafer gazetesinin DP yanlısı bir yayın politikası izlediği göz önüne alındığında, kanuna muhalefet eden bir DP vekilinin bu şekilde şiddetle eleştirilmesi, kanunun arkasındaki Menderes ve Bayar’ın desteğinin anlaşılması açısından dikkat çekicidir. Söz alan DP Konya milletvekili Abdurrahman Fahri Ağaoğlu, Atatürk heykellerine saldıranların, böyle bir kanunun çıkarılmasını amaçladığından bahisle tasarıya muhalefet ediyordu. DP Seyhan (Adana) milletvekili Sinan Tekelioğlu’nun muhalefet gerekçesi, herkese haklı haksız Atatürk’e hakaret ettiği ileri sürülerek dava açılabileceğiydi. Konuşması esnasında, “Atatürk’ün resmî olan bir gazeteyi alsak kazara o gazeteye helva sarsak, sen Atatürk’ün resmî olan gazeteye helva sardın diye mahkemeye mi verileceğiz?” şeklinde bir de örnek vermişti. Tasarıya muhalefet eden bir başka DP’li vekil Arif Hikmet Pamukoğlu ise tasarının Anayasa’nın 69. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırı olduğunu söylüyor; bütün milletin emniyeti için yeterli görülen TCK’nın Atatürk’ün emniyeti için yeterli görülmeyip hususî bir kanun yapılmasını eleştiriyordu. DP’li Osman Şevki Çiçekdağ ise tasarının kabulünün, gerçekle hiç ilgisi olmadığı halde inkılâp ve medeniyet eserlerinin sarsıldığı, irticanın tekrar hortlamaya başladığı anlamına geleceği yani hükümeti güçsüz göstereceği için tasarıya muhalif olduğunu söyledi.

Tasarı üzerinde tartışmalara geçmeden evvel saygı duruşu önergesini veren Çanakkale vekili Bedii Enüstün önergesine paralel olarak, öncelikle Atatürk’e olan hürmetinden bahsettikten sonra, millete mal olmuş inkılâp ve reformları, bir şahsın taştan, topraktan yapılmış heykelinde veya bir kâğıt üzerindeki resminde sembolize etmenin Atatürk’ün ruhuna saygısızlık olacağını söyleyerek tasarıya muhalif olduğunu belirtmiştir. İzmir milletvekili Halide Edip kanuna muhalefetini, böyle bir kanunun yapılmasının Şark zihniyeti olduğunu, kanunun Atatürk’ü eski Asurlular, Babillilerin yaptığı gibi “Allahlaştırılmış, putlaştırılmış insanlar arasına koymak” anlamına geleceğini söyleyerek izah etmiştir.

DP’den pek çok itirazın geldiği bu kanun tasarısına CHP ise genel itibariyle bu tarz özel bir kanun hazırlanmasına taraftar olmakla beraber, kanunun içeriğini yetersiz olmakla veya sadece şekli anlamda Atatürk’ü korumayı amaçlamakla eleştirmekteydi. Görüldüğü üzere Meclis’te tasarı aleyhine bir hava hâkimdi ve tasarı lehine konuşmak ve eleştirilere yanıt vermek için kürsüye hükümetten birkaç isim dışında kimse çıkmıyordu. İşte bu şartlar altında, Başbakan Adnan Menderes duruma el koyarak olumsuz havayı dağıtmak maksadıyla kürsüye çıktı ve tasarının gerekliliğini gösteren bir konuşma yaptı. Konuşmasında Atatürk heykellerine saldırıları önlemek ve “…bu saldırıların hükümeti eleştirmekte bir silah olarak kullanılmasını” engellemek zorunda olduklarından bahsettiyse de DP’li vekilleri yeterince etkileyebildiğini söyleyemeyiz. Netice itibariyle, tasarının Meclis tarafından reddedilmesini önlemek ve zaman kazanmak maksadıyla tasarının anayasaya uygunluğunu denetlemek için ilgili komisyona sevk edilmesine karar verildi. Anayasaya uygunluk denetimi, Menderes’e 2,5 ay gibi uzun bir süre kazandıracak, bu sürede Menderes ve Bayar parti içi muhalefeti ikna için yoğun bir çaba sarf edecekti. Ancak Bayar ve Menderes’in tasarıyı Anayasa Komisyonu’ndan geçirmesi pek de kolay olmayacaktı. Komisyonda tasarı için 7 ret, 7 kabul ve 1 de çekimser oy çıkmasına rağmen, kabul oyu veren komisyon başkanının oyu 2 oy sayılarak 24 Mayıs 1951’de tasarının anayasaya aykırı olmadığına karar verildi.

Tasarının 2,5 ay boyunca anayasaya uygunluk denetiminde olduğu bu süreçte, Atatürk heykellerine yönelik saldırılar artarak devam etmekteydi. Ticanîler, Haziran ve Temmuz 1951’de Sıhhiye, Çubuk, Elmadağ ve çeşitli yerlerdeki Atatürk büst ve heykellerine saldırdılar. Bu olaylar nedeniyle Kemal Pilavoğlu ve 11 müridi tutuklandılar. Zamanla tutuklanan Ticanîlerin sayısı 280’i buldu. Saldırılar üzerine ciddî bir toplumsal tepki oluşmuş, çeşitli illerde protesto mitingleri düzenlenmiştir. Menderes, oluşan bu havayı akıllıca kullanacak ve beklemekte olan tasarıyı saldırılardan sonra tekrar Meclis’e getirecektir. Hattâ milletvekillerinin şehir dışında olması sebebiyle, yeter sayısına ulaşılamayan Meclis’i toplamak için il emniyet müdürlüklerine tebligat yollanarak milletvekilleri başkente çağrılacaktır.

Meclis’te tasarı hakkındaki ilk tartışmalar Anayasa Komisyonu kararının geçersizliği üzerine olsa da bu fasıl geçilmiş ve planlı davranıp lehte konuşma yapacak vekilleri örgütleyen Menderes’in çabaları sonucu tasarı 25 Temmuz 1951 tarihinde 50 ret, 6 çekimser ve 232 kabul oyuyla yasalaşmıştır. Tasarının, Meclis’e ilk sunuluşunun üzerinden 4 ay geçtikten sonra ve her evrede birçok muhalefete rağmen yasalaşması Menderes ve Bayar’ın kararlılığının sonucudur. Ancak Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın desteklediği, Atatürk’ü şekli anlamda yücelten bir kanunun büyük sıkıntılarla Meclis’ten geçmesi ise vekillerin kanunu özümsemediğini, zorlama bir kanun olduğunu göstermektedir.

Çıkarılan Kanun 5 maddeden oluşmaktadır: Birinci madde “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.” şeklindedir.
İkinci madde “Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse hükmolunacak ceza yarı nispetinde artırılır. Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Üçüncü madde, “Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re’sen takibat yapı”lacağını emretmektedir; dördüncü ve beşinci maddeler ise kanunun yürürlük tarihi ve kanunun yürütülmesinden Adalet Bakanlığı’nın sorumlu olduğu ile ilgili olduğunu beyan etmektedir.

Kanunun çıkmasından sonra olaylar dindi. Fakat 1951 tarihinde, belirli bir olaya istinaden çıkartılan bu kanun, çıkarılma amacının dışına taşarak resmî tarihin çizdiği Mustafa Kemal portresinin korunmasına yönelik bir işleve bürünmeye başladı. Bir başka deyişle Ticanîlerin eylemleri yüzünden çıkartılan bu kanun, bir tabu yasağı, tabu yasağının pozitif hukukta düzenlenmiş izdüşümü olarak sistem içerisindeki görevini sürdürdü. Bu yasaktan nasibini kimler almadı ki, Kazım Karabekir’in İstiklal Harbimiz kitabını 1959’da tekrar yayınlayan Tahsin Demiray ve Latife Hanım (2006) kitabının yazarı İpek Çalışlar sadece iki örnek.

En başa dönelim, bu kanun sadece Mustafa Kemal’i Atatürkleştirmenin bir tabu yasağı işlevi görmedi; Atatürk’ü itibarsızlaştırma mesleğini icra edenlerin popülaritesini parlatmanın da bir yolu oldu. Tarihçilik, gizlenen gerçekleri açıklama… adları altında şarlatanlık yapanlar bu kanunun kendilerine sağladığı popülerlikten epey ekmek yediler.

5816 Sayılı Kanun, “Atatürk”ü koruyabilir; ama tarihte yaşayan “Mustafa Kemal”i kollamak için yasa yetmez. Süleyman Yeşilyurt’a geri adım attıran, özür dilemesine sebep olan, sizce 5816 Sayılı Kanun’un vereceği cezadan korkusu muydu, yoksa bu süreçte aldığı tepkiler miydi?

Mete Kaan KAYNAR