Shangri-La Bosphorus Oteli
Muhteşem bir otel. Adresi Sinanpasa Mah., Hayrettin Iskelesi Sk. No.1, Besiktas, Istanbul. Bu şekilde çıkaramadıysanız şöyle tarif edeyim: Denizcilik Müzesi ile birkaç adım ve Sinan Paşa Camii ile birkaç dakika mesafede, Topkapı Sarayı ve Aya Sofya’ya hayli yakın. Dolmabahçede’deki eski Başbakanlık (şimdi Cumhurbaşkanlığı) çalışma ofisine 750 metre var, yok. Beşiktaş’taki eski tütün deposunun oralar işte.
Otelin adı da adresi de çok önemli! Siz bir not edin aklınıza dediklerimi, anlatacağım; sabır. Her zaman olduğu gibi, sizi sıcak ve ilgi dolu bir hizmet karşılıyor.
“Sizi sarmalayan misafirperverlik hissi, odanızın kapısını araladığınızda da devam ediyor. Finans ve eğlence merkezi Beşiktaş’ta yer alan Shangri-La Bosphorus, Istanbul, nefes kesen Boğaz manzarasına sahip. Özel terasınıza çıkarken iki kıtayı buluşturan ufuk çizgisi ve Boğaz’ın derin mavi suları, gözlerinizi kamaştırıyor. Lezzetli bir öğle yemeği için alt katlara iniyorsunuz. Enfes aromalar sizi Shangri-La’nın mutfaktaki gurur kaynağı Shang Palace’a yönlendiriyor. Özel olarak hazırlanmış geleneksel Kanton yemeği damağınızda tatlı ve baharatlı bir lezzet bırakıyor.
Yemek sonrasında yakınlarda bulunan yerleri görmek için dışarı çıkıyorsunuz. Kısa bir yürüyüş mesafesinde bulunan Dolmabahçe Sarayı, Osmanlı Sultanları için inşa edilmiş eşsiz avizeli odalarının zenginliği ile sizi büyülüyor. Öğleden sonra, çağdaş ve lüks butikler sizi Nişantaşı’nda bekliyor.
Böylesine unutulmaz bir gün rahatlatıcı bir kapanışla mükemmelleşiyor. Otele döndüğünüzde, CHI, The Spa’ya geçiyorsunuz. Tecrübeli terapistlerin dinlendirici elleri vücudunuzda derin bir rahatlama hissi sağlıyor.
Beklediğiniz başka bir keyif, bu masajı takip ediyor.” diyor tanıtım bülteninde. Hangi keyfin bu masajı takip edeceğini öğrenmek için 2.587 lira ödemeniz gerekiyor. Üzülmeyin bu oda iki kişi için tek gece ücreti; yani masajı takiben öğreneceğiniz şeyleri kuvveden fiile geçirmek için zaman da zemin de kafi. Ben terastan deniz manzaralı iki kişilik oda isterim derseniz gecelik 5742 lirayı toka etmeniz gerekiyor.
Otel’in 2013 Mayıs’ındaki açılışına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Eşi Emine Erdoğan, Kerry Properties‘in Yönetim Kurulu Başkanı Beau Kuok Khoon Chen ile Tanrıverdi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Recep Tanrıverdi, AB Bakanı ve Başmüzekereci Egemen Bağış, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın da katılırlar. (o zamanın) Başbakan(ı) Erdoğan oteli çok bir beğenmiş olmalı ki açılışı takiben 3’er gün arayla iki kez otelde konaklıyor.
Shangri-La Bosphorus Oteli’nin işletme işi o zaman Tanrıverdi Holding’e ait. Holding’in sahibi Recep Tanrıverdi, Manifaturacı tezgâhtarlığından o noktaya geldiğini övünçle anlatıyor gazetecilere; Tanrı da verdi mi veriyor arkadaş, hikmetinden sual olmuyor: Her iki dedesinin de Samsun Çarşamba’da manifaturacılıkla uğraştığını söyleyen Tanrıverdi, holding kuruluş öyküsünü şöyle anlatıyor: “İşler büyüyünce Çarşamba’dan Samsun’a göçtük. 1966 yılında da İstanbul’a geldik. Burada alışveriş yaptığımız bir firmada tezgâhtarlık yapmaya başladım ve işi öğrendim. 1969 yılında da kendi mağazamı kurdum emprime ve manifatura üzerine… Kardeşim İbrahim ile birlikte 1970 yılında Tanrıverdi Mensucat A.Ş’yi kurduk. 70’li yıllarda Türkiye’de inşaat sektörü gelişmeye başladı ve beraberinde mefruşat yani perdecilik sektörü oluştu. İlk defa mefruşatı Türkiye geneline biz yaydık. Bossa ve Güney Sanayii’de.
Otelinin inşaat döneminde dünyada ne kadar otel zinciri varsa hepsinin kapılarına geldiğini söylemiş Recep Tanrıverdi, “Benim gönlümdeki zincir ise Uzakdoğu’ya gittiğimde her zaman kalmayı tercih ettiğim Shangri-La idi. Bu grubu Türkiye’ye gelmesi için tam dört yılda ikna ettik” diyor. Tabii ben de onun bu söylediklerini dönemin gazetelerinden öğreniyorum.
Shangri-La Savaş Gemisi ve 6. Filo
Milliyet gazetesinde 16 Nisan 1962 tarihinde yer alan bir haberde Shangri-La’nın, İkinci Dünya Savaşı sırsında Tokyo üzerinde yapılan hücumlarda en öneli rolü oynayarak “Tokyo Ekspresi” adını alan bir uçak gemisi olduğunu aktarıyor. Essex sınıfı uçak gemisi tam adı da USS Shangri-La (CV-38) 1944 yapımı. Gemi Vietnam Savaşı’nda da önemli rol üstlenmiş. 1971 yılında hizmetten alınmış; muhtemelen jilet yapmışlardır.
USS Shangri-La (CV-38) 1962’de 6. Filo’ya bağlı bir gemi olarak geliyor Türkiye’ye. Canberra uçak gemisi de ona eşlik ediyor. Canberra, 1962 Şubat’ın da Atlantik’te seyrederken, Mehmet İper Şilebinin aniden rahatsızlanan ikinci kaptanı Kamil Atay’a yardım etmek için rotasını değiştiriyor ve kaptana yardım ediyor. Sırf bizim kaptan için 56 bin dolarlık fazladan yakıt harcamış yardımsever gemi.
6.Filo ve Kanlı Pazar
15 Temmuz’da Dolmabahçe’ye demirleyen 6. Filo’ya bağlı USS Independence uçak gemisi ve destroyerlerden oluşan ABD Donanması’na ait gemiler ve personeli protesto edilir. Gün boyunca çeşitli Amerikan otomobillerini taşlayan gençler, gece de ABD’li personelden Jerry Chapman ve John Hersey’i siyaha boyayarak tepkilerini gösterirler. O gün 19 kişi gözaltına alınır. Olaylar giderek tırmanmaya devam edecek; patlayıcı madde bulundurulduğu gerekçesi ile FKF İstanbul binası basılacak, 37 kişi gözaltına alınacak; Ankara’da da ABD’lilerin ikamet ettiği 6 bina taşlanacaktır.
6.Filo’ya bağlı bir birlik (Filoya bağlı Sancak Gemisi Little Rock Kruvazörü ve Wood Derstoyeri ve Shangri La) ilk kez, 7 Ekim 1967 tarihinde Derin-İz Tatbikatı vesilesiyle İstanbul’a gelmiş; bu tarihte İstanbul’da oturma eylemi yaparak 6. Filo’yu protesto eden gençler “…emperyalizmi topraklarından yarım asır önce silah zoru ile kovarak dünya geri kalmış ülke halklarına önderlik eden Türk ulusunun yatak odalarına kadar girmeye cür’et eden Amerikan emperyalizmine artık tahammül kalmamıştır,” şeklinde bir açıklama yapmakla yetinmişler; okullarında oturma eylemleri gerçekleştirmişlerdi. Yukarıda da özetlenmeye çalışıldığı gibi, 6. Filo 15 Temmuz 1968’de tekrar geldiğinde ise gençliğin tepkisi, oturma eylemi ve basın açıklamalarının çok ötesine taşacak; 17 Temmuz’da, 6. Filo’nun İstanbul’a gelişinin üçüncü günü, İTÜ Gümüşsuyu Öğrenci Yurdu’nu basan polis, ummadığı bir tepkiyle karşılaşacaktır: Öğrenciler, Ekipler Amiri Necati Karahasanoğlu’nu rehin alırlar. Sadece bu öğrenci yurduna gerçekleştirilen polis baskınında kırka yakın öğrenci yaralanır.
O gün ağır yaralanarak hastaneye kaldırılan dört öğrenciden biri de, öğrenci yurdunun ikinci katından aşağı atılan, Hukuk Fakültesi Öğrencisi Vedat Demircioğlu’dur; Demircioğlu, sekiz gün komada kaldıktan sonra 24 Temmuz’da vefat edecektir. Vedat Demircioğlu’nun ölmesini takip eden gün de olaylar devam edecek, Demircioğlu’nun katledilmesini protesto eden gençlerden üçü yaralanacak, toplam 49 kişi gözaltına alınacaktır. 24 Temmuz’da, yani Vedat Demircioğlu’nun komada can verdiği gün, TBMM’nin tatil edilmesini protesto etmek üzere toplanan ve bu nedenle gözaltına alınan öğrencilerin duruşmalarının yapılacağı saatlerde Adliye önünde bir araya gelen
topluluk içerisindeki Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi da, gösteriler sırasındaki olaylardan kaçarken bir dolmuşun çarpması sonucu ölecektir.
Vedat Demircioğlu’nun Konya Taşkent’e defni bile olaylara vesile olur; cenaze gizlice defnedilir. Demircioğlu’nun cenazesinin Taşkent’e defni sırasında yükselen anti-komünizm, İslâmcılık ve taşra tutuculuğu ekseninde şekillenen nefretin daha organize hâlini görebilmek için Türkiye’nin sadece bir yıl daha sabretmesi, 16 Şubat 1969 tarihini beklemesi gerekmektedir. Ölümlerin artık şahsî-adlî vaka olmaktan çıkarak örgütlü-kitlesel katliamlara dönmesi için ise yetmişlerin ortalarını… 6. Filo 10 Şubat 1969’da üçüncü defa Türk kıyılarına demirlediğinde, kelimenin tam anlamıyla yer yerinden oynayacaktır. Gemiler İstanbul’a gelmeden önce –9 Şubat’ta– öğrenciler gözaltına alınmaya ve dağıtacakları bildirilere el konulmaya başlanacak; TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar aynı gün yaptığı basın açıklamasında, hükümetin “…Amerika’ya karşı zaafını polislerini
gençlere saldırtarak örtmeye kalkış”tığını iddia edecek; Birlik Partisi (BP) Genel Başkanı Hüseyin Balan, düzenlediği basın toplantısında, 6. Filo’nun Türkiye’yi rahat bırakmasını isteyecek; 27 Mayıs Derneği’nde düzenlenen konferansa konuşmacı olarak katılan, eski Genelkurmay İstihbarat
Daire Başkanı Amiral Sezai Orkunt, NATO’ya verdiğimiz karşılığı alamadığımızı söyleyecek; DİSK üyeleri ve Sosyal Demokrasi Dernekleri İstanbul’da 6. Filo’ya karşı protesto bildirileri dağıtacaktır. Asıl önemlisi, Türkiye’yi yönetenler ve Türkiye’yi yönetenleri yönetenler, toplumdaki bu tepkiyi artık sadece polisiye müdahalelerle bastıramayacaklarının farkına varacaklar; İkinci Dünya Savaşı sonrasında tedavüle giren doktrin –yani yeni küresel müesses nizam (Truman Doktrini)– 1960’ların Türkiye’sinde muhalif gençlerle mücadeleyi, bizzat devletin paraminiler aygıtlarına (ülkücü harekete) tevdi edecektir.
6.Filo’ya bağlı gemilerin İstanbul Dolmabahçe’ye demirlemelerinin ardından yaşananları ve özellikle bu eylemleri engellemek adına yapılanları anlatmak için protesto ve tepki kavramları yetersiz kalır: Çıkan olaylarda İstanbul’daki Türk-Amerikan Dış Ticaret Bankası’nın camları kırılır; Harbiye Orduevi önünde toplanan gençler, aralarından seçtikleri Harun Karadeniz, Sıtkı Coşkun, Mustafa Gürkan ve Enver Nalbantoğlu isimli dört öğrenci aracılığıyla Garnizon Kurmay Başkanı Tuğgeneral Necati İşçi ile görüşmek ister; görüşme devam ederken polis dışarıda arkadaşlarını beklemekte olan öğrencilere müdahale eder; Taksim Anıtı’na siyah çelenk bırakılır; Ankara’da Zafer Meydanı’nda Amerikan bayrağı yakılır; İzmir ve Zonguldak’ta da ABD karşıtı gösteriler düzenlenir. Gösteriler bir günle de sınırlı kalmayacak, ilerleyen günlerde, Taksim’deki protesto mitinginde 50 kişi yaralanacak; 13 Şubat 1969’da İzmir’de 6. Filo’yu protesto ederek açlık grevine başlayan 10 öğrenci, aynı gün Ankara’daki olaylarda da 36 öğrenci gözaltına alınacaktır.
15 Şubat’ta çıkan olaylarda, Trabzon’da 6. Filo’yu protesto eden öğrencilerden
16’sı yaralanır. 16 Şubat’a gelindiğinde, artık protesto mitingleri yok; bir nev’i iç savaş vardır: Taksim’de düzenlenen Emperyalizme ve Faşizme Karşı İşçi Yürüyüşü 6. Filo’ya karşı bir protesto mitingi olma sınırlarını aşar; Dolmabahçe ve Beşiktaş camilerinden çıkan İslâmcı gruplar, mitinge katılanlara saldırırlar ve Turan Erdoğan’ı bıçaklayarak; Ali Turgut Aytaç’ı da bel kemiğini kırarak katlederler. Olayları takiben gözaltına alınanlar, iki kişinin ölümüne neden olan İslâmcı gruplar değil; protesto mitingine katılanlardır.
O günün gazetelerinde, gözaltına alınan 52 protestocunun çoğunluğunun yaralı halde oldukları vurgulanır. Olaylar, ertesi gün, İzmir’de de tekrarlanır: Taksim’deki vahşeti kınamak için toplanan Ege Üniversitesi öğrencileriyle sağcı grupların kavgasında da yaralılar vardır. Olaylar dinmeyecek; 23 Eylül 1969’da İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği Kongresi’ne katılan Mustafa Taylan Özgür, Beyazıt Meydanı’nda faili meçhul bir cinayete kurban gidecektir. Altmışların sonuna gelinirken Türkiye, yetmişli yıllarda, özellikle de bu dönemin ikinci yarısında yaşayacağı bir iç savaşa doğru itilmektedir.
6.Filo’ya bağlı gemiler, Ekim 1967’de Türkiye’ye geldiğinde Filo komutanı Amiral William Martin, Filo’nun gelişi üzerine yapılan protestolara şaşkındır.Gazetecilere yaptığı açıklamada “6. Filo 20 yıldır Türkiye’ye gelip gitmektedir. Bu ziyaretler dâima dostluk içinde yapılıyor. Bu defaki protestonun manasını anlayamadım,” der. Amiral’in anlayamadığı, 20 yılda –kabaca İkinci Dünya Savaşı sonrasından 1960 ortalarına kadar– dünyadaki değişimdir. Aslında şaşkınlığında da haklıdır(!): 5 Nisan 1946’da –yani tam da Amiral’in vurguladığı gibi 20 yıl önce– Missouri ve beraberindeki gemiler İstanbul’a geldiklerinde, değil protesto edilmek; saygı ve sevgi gösterilerek, ihtiramla karşılanmışlardı. Geminin adına sigaralar imâl edilmiş, pullar basılmış,İstanbul genelevlerinde hummalı hazırlıklar yapılmış, Bezmi-Âlem Vâlide Sultan Câmii’ne üzerinde welcome yazan mahyalar asılmış; misafirleri yolcu etmek üzere Beylerbeyi’nden Üsküdar’a, Beşiktaş’tan Sarayburnu’na kadar bütün sahiller kadın, erkek, çoluk çocuk doluşmuş; Türkiye’den ayrılan gemileri uğurlamak isteyen İstanbulluları Yeşilköy açıklarına kadaruğurlamak üzere 10 gemi tahsis edilmişti.
Altmışlı yılların ikinci yarısına gelindiğinde ise bambaşka bir dünya vardır artık. 7 Ekim 1967’deki oturma eylemi ve basın açıklamasına şaşıran amiralin,kendi ülkesinin de kamplarından birinin liderliğini yürütmekte olduğu Soğuk Savaş’ın gerçek yüzünü anlayabilmesi için 16 Şubat 1969’daki olayları beklemesi gerekiyordu: Cumhuriyet gazetesi olaylardan sonraki gün Kanlı Pazar: Taksim Savaş Alanına Döndü manşetiyle çıkacaktı.
Toplum Polisinin seyirci kaldığı olaylarda 2 genç yaşamını kaybeder. Saldırıya MTTB sahip çıkar. MTTB’nin yayın organı Millî Gençlik saldırıyı, “Polis ve sonradan yetişen askerî birlikler, solcuları halkın elinden kurtardı. Meydanda 10 dakika sonra bir tek solcu kalmamıştı, hepsi de tabanlarını yağlamış, mücahitlerin önünde tutunamamışlardır,” diyerek anlatır (Türk Bayrağına Saygı Mitingi).
Kanlı Pazar ve ve Shangri La
Shangri La. Bundan 51 yıl önce, devrimci gençlerin yakalayıp yakalayıp denize attığı Amerikan denizcilerinin uçak gemisi.
Kanlı Pazar’dan sonra 6. Filo’nun ve Shangri La’nın Türkiye ziyaretlerine ara verilir ama Shangri La farklı bir formatta yeniden dönecektir. Hem de Kanlı Pazar’da 6. Filo’yu denize dökenlere saldıranların yetkili makamlarda oldukları bir Türkiye’de otel olarak geri dönecektir.
6.Filo eylemlerinde yer alan Ferit İlsever 17.7.2018’de Sputnik’e yaptığı açıklamada o dönem ABD askerlerini taşıyan ‘Shangri La’ gemisinin isminin Beşiktaş’ta bir otele verilmesine tepki göstererek, “Denize döktüğümüz ABD askerinin gemisinin adını bir otele vermek tam bir rezalettir. Onlar istedikleri kadar o isimleri döşesinler, biz Deniz Gezmiş’in adını Vedat Demir’in, Hasan Yalçın’ın adını milletin kalbine yazdık. Bütün halkımız bu isimleri kalbinde yaşatıyor”diyor.
Murat Yetkin Meraklısı İçin Entrikalar kitabında bir kez daha değinmiş bu gerçeğe. Dönemin CIA Türkiye istasyon şefi Duane Clarridge, Kabataş’ta bir evin penceresinden Shangri La denizcilerinin denize atılışını seyreder ve “Bir gün gelir, bizi arkadan vuranlar, aynı yerde vurulurlar” der. Yetkin de soruyor haklı olarak bu bir tesadüf mü?
“Sabahın bir sahibi var, sorarlar bir gün”
Keyifli Pazarlar