Otoritenin tüm uygulamaları alçaltıcıdır ve otoriteye her boyun eğiş, aşağılanmadır.
Mihail Bakunin.
Yıl 2015, Temmuz ayının 20. Günü, saat 11:50, kaybettiğimiz 33 gencimiz. Geleceğimiz olan gençlerimiz… Ceyhun Atuf Kansu’nun dizelerinde “dünyanın bütün çiçekleri” dediği gençlerimiz… En kutsal hakkı olan yaşama hakkının elinden alındığı gençlerimiz. Kim öldürdü, niçin öldürdü diye hiç sorulmayan taze fidanlarımız. Bir anda yitip kaybettiğimiz… Yedi yıl önce yapılan bu katliamın ardından partili burjuva devletinin polisi, savcısı ve mahkemesi bu katliamı aydınlatmaya yönelik herhangi bir adım atmadığı gibi katliamın üzerini örtmeye yönelik adeta kendisini görevli gördü.
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun “IŞİD radikal, terörize gibi bir yapı olarak görülebilir ama katılanlar arasında Türkler, Araplar, Kürtler vardır. Oradaki yapı, daha önceki hoşnutsuzluklar, öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu” ve daha sonra “bir grup öfkeli çocuk” sözleri, bir zamanlar mensubu olduğu AKP’nin “ideolojik kardeşi” IŞİD’i adeta meşrulaştırmıştı. Çünkü Sayın Davutoğlu ile bugünün AKP’si her ne kadar birbirinden iki farklı siyasi parti olsa bile ideolojik kardeştirler. Onlarla birlikte İhvan-ı Müslim’in diye anılan Müslüman Kardeşler, Taliban, El-Kaide, Hizbullah, IŞİD, İBDA-C, El-Nusra, Tevhid Selam, FETÖ…. Ve uzayıp giden bir ideolojik kardeşlik listesi… Bugünkü yazımız bunları anlatmak için değil, bunların davalarını sürüncemede bırakan siyasal iktidarın gözaltındaki IŞİD’li katillerin nasıl serbest bırakıldıkları ve işlenen bir cinayetin anatomisi ile ilgilidir.
Katliam, 300 kişilik Suruç belediyesi bünyesindeki Amara Kültür Merkezi bahçesinde aralarında Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu
(SGDF) üyelerinin de bulunduğu alanda meydana geldi. Suruç katliamı, federasyon üyelerinin IŞİD saldırısı ile yerle bir edilen Kobanê’nin yeniden inşa edilmesi ile ilgili basın açıklaması sırasında yapıldı. Ölümün sessiz çığlığı canlı IŞİD fedaisi Şeyh Abdurrahman Alagöz adlı Adıyamanlı gencin bombayı kendisine patlatmasıyla bir anda yükseldi. Bu eylem, beyni yıkanan tetikçinin de aralarında bulunduğu insanları yok etme saldırısı eylemiydi.
Gençlerin amacı 19-24 Temmuz tarihleri arasında Kobanê’ye giderek kuşatma sonrasında yıkılmış olan kentte, okul ve hastanelerin enkazlarının kaldırılmasına yardım etmekti. Kobanê kantonu gençlere bir bina tahsis etmişti. Gençlerimiz bu tahsis edilen binayı bebekler için kreş olarak kullanmak, bahçesine çocuk parkı yaptırmak ve çatışma sonrasında yakılan Kaniya Kürda (Kürt Çeşmesi) tepesine 1.000 fidan dikerek bir şehitler ormanı oluşturmayı amaçlıyordu. Bütün istekleri buydu. Ancak bu istek onlara çok görülmüştü. Saat 12’ye 10 kala meydana gelen patlama ve göz göre göre, geliyorum diyen bir katliamda yitirdiğimiz gençlerimiz…
- Koray Çapoğlu,
- Cebrail Günebakan,
- Hatice Ezgi Sadet,
- Uğur Özkan,
- Nartan Kılıç,
- Veysel Özdemir,
- Nazegül Boyraz,
- Kasım Deprem,
- Alper Sapan,
- Cemil Yıldız,
- Okan Pirinç,
- Ferdane Kılıç,
- Yunus Emre Şen,
- Çağdaş Aydın,
- Alican Vural,
- Osman Çiçek,
- Mücahit Erol,
- Medali Barutçu,
- Aydan Ezgi Salcı,
- Nazlı Akyürek,
- Serhat Devrim,
- Ece Dinç,
- Emrullah Akhamur,
- Murat Yurtgül,
- Erdal Bozkurt,
- İsmet Şeker,
- Süleyman Aksu,
- Büşra Mete,
- Duygu Tuna,
- Polen Ünlü,
- Nuray Koçan,
- Vatan Budak,
- Mert Cömert.
Bir de bunlara ek olarak intihar eden 20 yaşındaki Abdurrahman Alagöz…
Patlamadan bir müddet sonra Suruç Kaymakamı Abdullah Çiftçi, katliamın PKK’lı bir kadın militan tarafından yapıldığını açıkladı. DNA testi kaymakamı yalanladı ve failin Diyarbakır’daki patlamada aranan Şeyh Abdurrahman Alagöz olduğunu ortaya çıkardı. Kandırılarak radikal terör örgütüne katılan ve beyni yıkanan bu genç Adıyaman Üniversitesi Makine Mühendisliği 2. Sınıfında okuyordu.
Saldırı sonrasında HDP milletvekili Ayhan Bilgen “terör nitelikli kayıp” olarak aranan Abdurrahman Alagöz’ün 6 aydan beri kayıp olduğunu, 2 ay öncesinde babasının İl Emniyet Müdürlüğüne iki oğlu için ihbarda bulunduğunu, bombacının yakalandığını sonra serbest bırakıldığı söyledi. Eğer bu iddia doğruysa, katliam IŞİD-YARGI-AKP iktidarı üçgeninde yapılmıştır. Diğer bir deyişle partili devlet bunca gencin ölümünden sorumludur.
Suruç katliamı günü akşam saatlerinde İstanbul, Ankara; İzmir, Hatay, Bursa, Kocaeli, Antep, Batman, Mersin, Çanakkale, Çorlu ve Gaziantep’te protestolar düzenlendi. Diyarbakır, Silvan’da, Mersin ve Siirt’te yapılan protestolarda polisle göstericiler arasında çatışma çıktı. Devlet, sırf katliam sanıksız kalmasın diye 24 Temmuz günü 12 ilde PKK, IŞİD ve DHKP/C örgütüne dönük operasyonlarda 300’e yakın kişi gözaltına alarak kamuoyu dikkatini başka yönlere çekti. İstanbul Bağcılar’da polisle çatışmaya girdiği iddia edilen Günay Özaslan öldürüldü. Devam eden operasyonlarda 1050 kişinin gözaltına alındığı bildirildi. Katilin ağabeyi Yunus Emre Alagöz’ün yakalanması için emniyet teyakkuza geçirildi. Ancak tavşan kaç, tazı tut misali hiçbir sonuç alınamadı. 3 ay sonra da 10 Ekim 2015 tarihinde Yunus Emre Alagöz, Ankara’da gerçekleşen ve 102 kişinin ölümüne yol açan Gar katliamının intihar bombacısıydı.
Suruç saldırısı sonrasında TSK, önce Suriye’deki bazı IŞİD mevzilerini bombaladığını açıkladı, sonraki günlerde ise Kuzey Irak’ta PKK mevzilerini bombalamayı sürdürdü. Yapılan hava saldırılarında IŞİD mensubu militanların öldüğüne ilişkin bir açıklama yapılmazken, PKK militanı olduğu iddia edilen 190 kişinin öldüğünü açıkladı.
İHD raporu, 21-28 Temmuz tarihleri arasında yapılan operasyonlarda 140 kişi IŞİD üyesi olduğu iddiasıyla 22 kişi “Paralel Yapı” üyesi olduğu, PKK/KCK ve diğer sol örgüt mensubu olduğu iddiasıyla toplamda 1.034 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 5 kişinin IŞİD, 49 kişinin de PKK üyesi olduğu açıklandı.
Suruç davasında elinde birtakım delillerin bulunduğunu açıklayan savcı değiştirildi; ardından da mahkeme başkanı… Aradan geçen iki yıla rağmen bir arpa boyu yol kat edilemedi. İddianame 18 ay sonra hazırlandı. İddianamede birisi tutuklu ve başka suçtan arayan IŞİD militanı hakkında “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütüne üye olma, tasarlayarak yangın, su baskını, tahrip, batırma, bombalama ya da nükleer, biyolojik, kimyasal silah kullanarak öldürme suçlarından 70’er kez, toplamda 104 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edildi. İddianameye MOBESE görüntüleri delil olarak dosyaya konuldu. Katliamın gerçek failleri hakkında bugüne kadar ciddi bir yargılama yapılabilmiş değildir.
Aradan geçen yedi yıla rağmen dava ile ilgili “GİZLİLİK” kararı kaldırılmadı. Bu yetmiyormuş gibi mağdur Ceren Çoban hakkında “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyetini, devletini ve devletin kurumlarını ve organlarını aşağılamaktan” dava açıldı. Ayrıca davaya katılmak isteyen Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF), Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Halkların Demokratik Partisi (HDP), Özgürlükçü Hukukçular Platformu (ÖHP), Bergama Kültür ve Sanat Vakfı (BERKSAV), hukuk örgütleri ve çok sayıda baronun davaya müdahil olarak katılma talepleri ise “zarar görme ihtimali” olmadığı gerekçesiyle reddedildi. Mahkeme devletin ilgili organları ile emniyet teşkilatında “ihmal ve kusur” bulmadığı gibi “herhangi bir kovuşturmaya da mahal yoktur” dedi.
Dava avukatlarından Gültan Kaya yaptığı açıklamada “patlamadan sonraki süre içinde kaydedilen görüntülerin bilerek savcılık tarafından karartıldığını” iddia etti. “Bu görüntülerin getirilmesi halinde devletin nasıl güvenlik önlemi almadığı görülmüş olacaktır. Ayrıca mahkeme Suruç davasına baktığının farkında bile değil” diyerek, dosyanın tek canlı şahidinin Yakup Şahin olduğunu hatırlatan Gültan Kaya, “mahkemenin de savcılık gibi Yakup Şahin’in tutuklu olup olmadığını araştırmadığı, mahkemenin Suruç davasına baktığının farkında bile olmadığı, davayı ciddiye almadığı”nı açıkladı. Kaya, “davanın Hilvan’a gönderilmesinin tek amacının mağdur olan aileleri bir kez daha mağdur etmektir” dedi. Kaya “sanığın mahkemedeki rahat tavrı ile mahkemeye “hiçbir sorunuza cevap vermeyeceğim” dediğini ve mahkemenin sanık hakkında ciddi hiçbir tutum içine girmediğini açıkladı ve “sanık en çok bu cesareti yargıdan alıyor,” diyerek mahkemeyi eleştirdi.
Dava ile ilgili faillerden daha önce haberi olduğu ve katliama göz yumduğu için hakkında 9 Ocak 2017’de dava açılan dönemin Suruç İlçe Emniyet Müdürü Mehmet Yapalıal’a mahkemede “görevi ihmal ve kötüye kullanma”dan 7.500 TL gibi sembolik bir para cezasına çarptırıldı. Bu para cezası da 12 takside bağlandı. Mağdur aileleri, cezayı “ödül” olarak değerlendirdi. Mahkeme heyeti, duruşmayı olayın meydana geldiği tarihten 5 buçuk yıl sonrasına gün verdi. 4 Şubat 2020 tarihinde görülen davanın 14’üncü duruşması 18 Ağustos’a ertelendi. Her seferinde ertelen dava 5 Aralık 2022 tarihinde görülecek.
Suruç olayı başlı başına bağımsız bir olay değildir. Suruç katliamı, aynı zamanda Diyarbakır ve Ankara katliamıyla ilintili olduğu ve canlı bomba ile ilgili MİT’in haberdar edildiği, buna rağmen sırf muhaliftir diye katliamlara bilerek siyasi iktidarın önlem almadığı ve katliama göz yumduğu bir olaydır. Ortaya çıkan sonuçlardan, davaların ertelenmesinden, davaların başka illere taşınmasından, mağdurların verdiği dava dilekçelerinin sümen altı edilmesinden, mağdurların sesinin kıstırılması için dava açmada bahane aranmasından, savcıların ve mahkeme heyetinin sık sık değiştirilmesinden hareketle bu olayların devlet ya da iktidar destekli olduğu kanısını güçlendirmektedir. Katliamların siyasal iktidar mitinglerinde yapılmaması, muhalefete gözdağı verilmesi ve Suriye’ye gönderilen 400 TIR’lık silah, mühimmat ve cephanelerin bizzat terör örgütlerine sevk edildiği iddialarına cevap verilmedi. Terör militanlarının bundan cesaret alarak hükümetin hoşnut olmadığı siyasi parti, dernek ve diğer sivil toplum kuruluşlarını hedef almıştır. Katliamlara karşı iktidarın sessiz kalması ile ilgili iddialara bugüne kadar ikna edici cevap vermemesi türü tutumu, katliamların karanlıkta kalmasına sebep olmuştur. Özellikle HDP tarafından meclis önergesi ile iddia edildiği gibi, gerek CHP’nin vermiş olduğu IŞİD’in araştırılmasında iktidar partisi milletvekillerinin önergeyi reddetmesi vb. gibi tutumlar, akıllarda soru işaretlerine vesile olmaktadır. Kısacası IŞİD terör örgütünün Türkiye’deki katliamlarda siyasi iktidarın payı olduğu tüm bu anlatılanlarla “ŞÜPHE” korkusuna neden oluyor.
Katliamın ardında dünyanın değişik yerlerinden olaylarla ilgili tepkiler, devlet adına yapılan açıklamalar yapılırken siyasi iktidar sessizliğini korumayı tercih etmiştir.
Dönemin ABD başkanı Obama, PKK’nin düzenlediği iddia edilen ve iki polisin ölümüyle sonuçlanan Suruç olayını kınadı. Almanya başbakanı Merkel, yaptığı açıklamada teröre karşı Türkiye’nin müttefiki olduğunu açıkladı. Azerbaycan da taziye mektubunu gönderdi. Fransa, Tayyip Erdoğan’ı arayarak Suruç olayında taziyelerini bildirdi. Irak Dışişleri Bakanlığı katliamın ardından yazılı bildiri yayınladı ve IŞİD’i kınadığını bildirdi. İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Merziya Afham, saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine taziyelerini bildirdi. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da “Kıbrıs Harekâtının 41. Yıldönümü”nde Tayyip Erdoğan ile yaptıkları basın toplantısında saldırıyı kınadı. Rusya Devlet Başkanı Putin de Erdoğan’a taziye telgrafını gönderdi. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı saldırıyı kınadı. Syriza Gençliği, Suruç saldırısında ölenler için yaptığı açıklamada “32 yoldaşımız katledildi, onların başlattığını biz devam ettireceğiz” dedi.
Devlet dediğimiz üst düzey örgüt, haber alma örgütüyle, elindeki son teknoloji aygıtlarıyla ve de katliamcıların içine yerleştirilen istihbaratçılarıyla önleyebilirlerdi. Ancak önlemediler. İsteyerek, bilerek önlenmedi. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye içinde huzursuzluk yaratılmalıydı, tıpkı Suriye gibi, Irak, Afganistan, Mısır, Tunus, Yemen gibi… Bu huzursuzluk da iktidardaki siyasi parti tarafından görmezden gelinmeliydi. Ve öyle de yapıldı. Devlet denen egemen sınıfların kurduğu katliam örgütü gerektiğinde ya göz yummalıydı ya katliama ortak olmalıydı ya da katliamın örgütleyicisi olmalıydı. Burjuva evletinin kendisine düşen bu üç görevi birlikte ve eksiksiz ifa ettiği düşünülüyor.
Sonuç olarak Suruç katliamını IŞİD’in ideolojik kardeşidir diye siyasal iktidara bağlamakla birlikte, madalyonun arka yüzünde uluslararası tekelci sermayenin emrindeki yerli ve milli egemen sınıfların olduğu yadsınamaz. Geçmişte hangi yol izlendiyse, AKP de bugün aynı yolu izledi. Maraş, Sivas, Gazi Mahallesi, Malatya, Kanlı 1 Mayıs, Ankara Garı, Diyarbakır Mitingi, Roboski, Sur, Cizre, Nusaybin ve adını sayamadığım AKP dönemi ve öncesindeki katliamlar gerek mahkemelerin ve gerekse burjuva devletinin meşru göstermeye çalıştığı katliamlardır. Fail belli, ancak ceza alan yok. Aynı şekilde Cumhuriyet döneminde Zilan, Dersim, Koçkiri katliamlarında bağımsız yargı dediğimiz mahkemelerin gerek kararları ve gerekse davayı sürüncemede bırakmasıyla birbirlerinden kopya çekmiş gibidir. Günü geldiğinde zamanaşımı bahanesi üretilecektir. Tüm katliamlar bir zamanlarTansu Çiller döneminde işlenen 20.000 faili meçhul cinayetler gibi karanlıkta kalmaya mahkûm olacaktır. Dün Özel Harp Dairesi, JİTEM, KONTRGERİLLA vardı, bugün bunlara yenileri eklenmiş durumda.
Yitik gençlerimizi bir kez daha saygıyla ve özlemle anıyoruz.
Yazıyı Sunay Akın’ın “Ama Ölüm” adlı şiiriyle bitirmek istiyorum.
Özgürlük kitabının
sayfaları arasına
cellatların kurduğu
darağacındaki ip
yarım kalan
sayfayı gösteriyor
okumaya devam edecek
nice insana
Evlilik fotoğraflarının yırtılarak
kırılan çerçevelerin
sokağa atılan
tahtalarıyla çakılıyor
çocuk tabutları
Hiçbir genç kız
taşımıyor kolyesinde
sevgilisinin fotoğrafını
ama ölüm
sayfaları oyulmuş
bir aşk romanının
içine gizliyor
tabancasını…
- Irkçılık - 31 Aralık 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (3) - 26 Kasım 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (2) - 12 Kasım 2022