Şu Sendika(cılık) Meselesi

Aldıkları ideolojik terbiye sayesinde üyesi oldukları sınıfa yabancılaşma tehlikesini aşarak emeğin sorunlarını çözmeye çalışan dürüst sınıf sendikacılarına rağmen sendikacılık hatırı sayılır bir ağırlığa ulaşmış bulunan sınıf asalakları yüzünden feci şekilde kirletilmiş bir meslek haline geldi.

İşçilikten sendikacılığa ‘terfi’ eden ve kısa sürede üyesi olduğu sınıfa yabancılaşıp emeğin geleceğini karartmaya başlayan sınıf asalaklarının bir hikayesi var elbette; şöyle özetlenebilir:
Emeğini satan, sömürülen ve aşağılanan işçi sınıfının bir üyesi iken, aynı işçiler tarafından verili yasalara göre görevlendirilip sendikacı olan işçinin yeni kimliği, kendisine biteviye ‘artık işçi olmadığını’ hatırlatmaya başlar. Daha önce karşısına çıkarken tedirgin bir hazır ol vaziyeti almak zorunda kaldığı işveren ve de eski işçi arkadaşları ona ‘sayın başkan’ demektedirler. Dahası, işçi ücretlerinden kesilerek sendika kasasına akan paraların üzerindeki tasarruf sahiplerinden biridir. Sendikal faaliyetlerinde yaptığı ve yapacağı harcamaların hesabını soran yoktur. Eline geçen para işçi arkadaşlarının ücretinden misliyle fazladır ve ‘gelirini’ dilediğinde dilediği kadar da artırması mümkündür. O, istese bile işçi olamayacak bir ‘dünyada’ gezinen, makam – mevki sahibi ‘mühim bir kişi’dir artık !…

Böylesi bozucu bir ortamda kendini gerçekleştirmeye çalışan sendikacı işçinin sınıf kardeşlerine yabancılaşması, işçi olmaktan çıkması ve işçi ile işveren arasında bir ‘arabulucu’ konumuna gelmesi neredeyse kaçınılmazdır.

Bu mesele önemlidir; özgürlük arayan emeğin ihtiyaç duyduğu bir sendikal faaliyet, başkaca şeylerin yanında ancak sendikacıların üyesi oldukları sınıfa yabancılaşmalarını engellemekle mümkündür.

Sendikalar birer araçtır ve amaçlanan şeyle sendikaların işlevi arasında dolaysız bir ilişki vardır. Amacınız üç alan işçinin beş almasını sağlamak ve sermayenin kullanılabilir bulduğu kimi haklardan, artık ne kadar olabiliyorsa o kadar ‘nasiplenmek’ ise, ücret sendikacılığı ya da düzen sendikacılığı sınırları içinde kalır, sendikanın işlevini böylece belirlemiş olursunuz. Fakat örneğin sosyalist bir gelecek isteğiyle ‘değerlendirdiğiniz’ sendikalar, emeğin kendini hemen her düzeyde ifade edebileceği etkin araçlar haline de gelebilir…

Sendikaları sosyalist bir gelecek için ‘değerlendirmek’ istiyorsak, öncelikle “üretenlerin doğrudan yönetimi” şeklinde formüle edilebilecek olan emeğin demokrasi projesini hemen şimdi bilince çıkarmanın zorunlu ve mümkün olduğuna inanmak; sendikacılık görevini ayrıcalıklı bir ‘iş’ olarak görmeyi ve sendikacı işçinin üretimdeki işçi kardeşlerinden daha yüksek bir ücret almasını ‘ayıp sayan’ bir gelenek oluşturmak; sendika kasasından yapılan harcamaların, genel kurul tarihi falan beklenmeksizin dileyen her işçi tarafından her zaman denetlenebilmesini sağlamak ve görevini yerine getiremeyen sendikacının, onu göreve çıkartan işçi arkadaşları tarafından her an görevden geri çağrılabilmesinin ’özel hukukunu’ oluşturmak lazım…