Atina’nın Düşüşü ve Moral Çöküntü
Sokrates, Atina polisine yürekten bağlıdır; bir yurtseverdir; Atinalı olmakla gurur duyar.
Hapisten kaçmamasının en başta gelen nedenlerinden biri de Atina’nın yasalarına duyduğu saygı ve bu kent devletinin dışında bir yaşam alanı bulamayacağı düşüncesidir. Ne var ki onun yaşadığı yıllar içinde Atina, görkemli bir uygarlığa ev sahipliği yapan bir kentten, savaşlar, salgınlar, siyasi çatışmalar ve dinsel bağnazlığın gittikçe arttığı çorak bir ülkeye dönüşmüştür.
Sokrates, Atina polisinin en mükemmel kent devleti olduğunu; onunla hiçbir devletin yarışamayacağını düşünüyordu. Bu düşüncesinde haklıydı da. İÖ V. yüzyılda Atina, Yunan kent devletleri içinde en büyüğü, en zengini ve en güçlüsüydü. Atinalılar, sık sık maruz kaldıkları Pers saldırıları ve işgallerine karşı, İÖ 479’da Perikles’in babası Ksanhippus’un önderliğinde güçlü bir donanma kurmuşlar ve Yunan dünyasında askeri liderliği ele geçirmişlerdi. İÖ 477’de ise Atina polisi, Yunan kent devletlerini birleştirerek
Attik-Delos Deniz Birliği’ni kurdu ve böylece siyasi liderliği de ele geçirerek bir imparatorluğun temellerini attı. Bu Atina hazinesinin büyümesini sağlayan ve refahını artıran bir gelişmeydi.
Ekonominin gelişmesi, özellikle ticaret yoluyla zenginleşme sayesinde Atina’nın nüfusu da artıyordu. Sokrates doğduğunda Atina’da yurttaşların sayısı –ki sadece yurttaşlar Halk Meclisi’nde (Ekklesia) oy kullanma, general (strategos) ya da yönetici olma (archon), jürilerde yer alma gibi siyasi ve hukuki haklara sahiplerdi- yaklaşık olarak 120 binin üzerindeydi. Sokrates’in orta yaşlarında bu rakam (yaklaşık olarak İÖ 430) 180 bine yükseldi. Sokrates öldüğünde ise (İÖ 399) yurttaş sayısı 100 bin civarındaydı. Yurttaşların yaklaşık olarak altıda birine denk düşen oranda metoikos olarak adlandırılan yabancılar, yani Atinalı bir ana-babadan olmayanlar ve sayıları 30 bin ile 100 bin arasında değişen hiçbir hakka sahip olmayan köleler de Atina nüfusu içinde önemli bir yer ediniyorlardı.
Sokrates’ten hemen hemen bir kuşak önce, İÖ 508-507 yıllarında Kleisthenes demokratik kurumları oluşturacak ilk yasal düzenlemeleri yapmıştı ve isonomia ile ifade edilen yasalar önünde eşitlik ilkesini bir ölçüde gerçekleştirmişti. En önemlisi ise, klasik kabile sistemini ve bunun siyasal yaşamın örgütlenmesi üzerindeki etkisini ortadan kaldırarak, kişilerin yaşadıkları yere (deme) göre tanımlandıkları daha gelişkin bir yurttaşlık kurumunu getirmesiydi. “Atina demokrasisinin altın çağı” olan nitelenen Perikles (İÖ 495-429) döneminde ise, halkçı politikalar ile yoksul sınıfların da yönetimde söz sahibi olması bir ölçüde sağlanmış, siyasal katılım yaygınlaştırılmıştı.
Güçlü bir donanmaya ve orduya sahip olan, koloniler kuran Atina ile tiyatroda, heykeltıraşlıkta, resimde, mimaride, müzikte, felsefede, şiirde, hitabette, hukukta, eğitimde ve bilimde boy ölçüşecek başka bir polis bulunmuyordu. Şehir akılcı ilkelere göre düzenlenmişti: Merkezde devlet binalarını içeren Akropolis, savunma amaçlı olarak şehrin en yüksek noktasına yerleştirilmişti. Tiyatro, stadyum, agora, okullar birbirleriyle ilişkili bir biçimde inşa edilmişti. Ancak, bütün bu binalar, sadece erkek yurttaşların kullanımına açıktı; kadınlar kamusal yaşamdan men edilmişti.
Kabaca aktarmaya çalıştığımız aşağı yukarı böyle bir Atina polisi içinde, taş yontucusu bir babanın ve ebe bir annenin oğlu olarak İÖ 469’da dünyaya gelir Sokrates. Anaksagoras mahkûm edilmeden önce ondan felsefe dersleri aldığını aktarır Leartios. Gençliğinde baba mesleği taş yontuculuğu yaptığı yolunda rivayetler vardır. Bu mesleği ne derece yaptığı meçhul, ama Platon’un ve Ksenophon’un eserlerinden kesin olarak öğrendiğimiz bir şey var: Sokrates çok iyi bir askerdir. Özellikle çok soğuk geçen bir kış mevsiminde süren Potidaea savaşında, kırk altı yaşında olmasına karşın gösterdiği cesaret ve kahramanlıkla anılmaktadır. Bu savaşta hayatını kurtardığı aristokrat sınıftan genç arkadaşı Alkibiades’in anlattıklarına göre, kendi canını düşünmeden düşmanı püskürtmüş. Üstelik soğuğa karşın üzerinde ince bir elbise varmış ve yalınayakmış. Ne açlık ne susuzluk keyfini kaçırmış; savaşın sonuna kadar soğukkanlı ve neşeli ruh halini korumuş.
Sokrates için bu özellikler savaş koşullarında olmasından kaynaklanmaz; tüm hayatı boyunca giyime, yiyeceğe, mala mülke değer vermez. Amacı, maddi gereksinmeleri olabildiğince düşük tutabilmektir. Her şeyin aşırısından kaçınmanın insanı erdemli kılacağını düşünür. Beden eğitimine önem verir, ara sıra dans eder. Öğrenmeyi yaşam boyu sürdürür; yaşlılığında lir çalmayı öğrendiği söylenir. Hangi özelliklere sahip olursa olsun, o her şeyden önce Atina’nın Sokrates’idir. Doğduğu, yaşadığı, savunduğu ve öldüğü Atina’nın düşünsel ikliminin renklerini taşır ve bu iklime kendine has bir ton katar. Atina’nın hem görkemli hem de tehlikeler içinde yüzdüğü dönemlerinin gerçek bir tanığıdır.
Perikles’in dönemi, hiç kuşkusuz Atina’nın en parlak yıllarıdır. Aynı zamanda bu dönem Perslere karşı kazanılmış zaferin ardından iyimser bir ruh halinin kenti sarıp sarmaladığı zamanlardır. Perikles İÖ 462 yılında baş komutan (strategos autokrator) seçilir ve bu görevini bir kuşak boyunca devam ettirir. Atina’nın gücüne, yaratıcı enerjisine, dinamizmine ve en önemlisi yurttaşlık bilincine büyük bir inanç besler. Bunu ünlü Cenaze Söylevi’nde Atinalılara seslenirken ilan eder. Thukydides’in Peloponnesos Savaşı’nın Tarihi yapıtında naklettiği bu söylevinde Perikles, Atina polisinin benzersizliğini vurgular; bunun eşit yurttaşlık ve adalete verilen önemden; fakat asıl olarak Atina yurttaşlarının kamusal sorumluluk gereği kent devletinin her alanında kararlara katılmaları ve siyasal yaşamdan gündelik yaşama kadar her alanda katkı sağlamalarından kaynaklandığını söyler. Bu demokratiadır ve diğer zenginlikleri yanında bilgiye ve özgürlüğe verdiği değer ile Atina bütün bir Yunan dünyasının okuludur.
Perikles, doğru bir zamanda iktidara gelmişti; ama aynı zamanda insanın yapabileceklerini; kişinin kaderinin bir kurbanı değil, hayatının kurucusu ve yaratıcısı olduğunu göstererek; bu düşünceyi halkına yayarak; yaratıcı, özgür düşünceyi ve demokrasiyi destekleyerek güçlü bir lider konumuna yükselmişti. Özgür düşüncenin ve yaratıcı enerjinin, yaşama duyulan sevgi ve insana duyulan inancın simge isimleri işte bu dönemde boy verdi: Sokrates oradaydı; şairler Sofokles ve Euripides, mimar ve heykeltıraş Phidias ve elbette ki Perikles’e hayranlık duyan yazar ve tarihçi Thukydides.
Atina’daki hümanist çevre bu isimlerle sınırlı değildir. Perikles’in iktidara gelmesinden beş yıl sonra ölen trajedi yazarı Aiskhylos, Sokrates’in büyük sempati duyduğu, insanlara ateşi ve sanatları armağan ettiği için Zeus tarafından cezalandırılan mitolojik figür Prometheus üzerine bir oyun yazmıştı (Zincire Vurulmuş Prometheus). Bu oyunda Prometheus baskı altına alınan ama kaderine karşı duran, düşünsel bağımsızlığını ve özgürlüğünü feda etmeyen kişiliği simgeler; aklın ve özgür düşüncenin yok edilemezliğini yansıtır.
Dönemin en önemli kişilerinden birisi hiç kuşkusuz, başka bir Yunan polisinden ayrılıp Atina’ya yerleşen ve Perikles’in gözbebeği haline gelen, Atinalıların pek sevdiği Sofist felsefeci Protagoras’tır (İÖ 485-415). “İnsan her şeyin ölçüsüdür” önermesiyle ve tanrıların varlığına ilişkin kuşkucu tutumuyla sadece bu filozof değil, Sofist felsefecilerin tümü Perikles döneminin özgür ruhlu, yaratıcı düşünsel ikliminin baş aktörleridir. Dinin ve dinsel ritüellerin çok önemli olduğu Atina toplumunda ateizme kadar varacak düşünceler geliştiren Sofistler, Sokrates’le birlikte felsefenin sorgulayıcı ve eleştirel içeriğini geliştirirler. Yine de Sofistler ile Sokrates arasında her zaman soğuk bir ilişki vardır. Platon’un Protagoras diyalogunda, felsefeye bakıştan, öğretme ve tartışma yöntemine kadar ikisi arasındaki farkın derinliği ortaya serilir. Parayla eğitim veren Sofistler’in tersine –hatta Protagoras Atina’da yüklü bir servet edinmiştir- Sokrates hayatı boyunca paraya değer vermemiştir.
Neredeyse bir imparatorluk haline gelen, genişleyen, zenginleşen, hazinesini kolonileştirdiği diğer polislerin varlıklarıyla dolduran Atina için bu kazanımları kaybetmemek adına daha fazla genişlemek ve daha fazla kazanmak gerekiyordu. Üstelik Atina, Attik-Delos Deniz Birliği’ne katılmış polislerin yükümlülük gereği aktardıkları kaynakları kendisi için kullanmaya başlamıştı. Bunun diğer Yunan polisleri, özellikle de Sparta için rahatsızlık yaratması kaçınılmazdı. Atina’nın gücünü sürdürebilmesi için savaşa sürüklenmesi neredeyse zorunluydu. Hatta Perikles, Atina’nın gücünün doruğuna henüz erişmediğini düşünüyordu. Nihayet, Atina’nın gücüne karşı koyabilecek ve ona kafa tutabilecek tek polis olan Sparta İÖ 431 yılında, Birliği dağıtmayı reddeden Atina’ya savaş açtı.
Savaşın etkisiyle de olmalı, İÖ 430 yılında, yani savaştan bir yıl sonra, Atinalılar, tarihlerinde yaşadıkları en kötü veba salgınına yakalandılar. Perikles’in ailesinin önemli bölümünün ve binlerce kişinin öldüğü bu salgın Atina halkını bir moral çöküntüye sürükledi. Kentin iyimser havası yerini ölüm ve çaresizliğin karanlık çehresine bırakıyordu. Halk, yaşadığı bu şansızlığı Tanrıları gücendirmeye bağlıyordu; ne de olsa felsefede ve Perikles’in hümanist kültürel devriminde ateizmin sınırlarına kadar yaklaşılmıştı. Atina’nın saygın felsefecileri ve sanatçıları dinsizlikle açık ya da örtük suçlanmaya başlanıyordu. Sevilen filozof Protagoras’ın “insan her şeyin ölçüsüdür” özdeyişi dahi inançsızlığın bir ifadesi olarak görülüyordu. Perikles’in gücü zayıflamıştı: gerçi bir kez daha strategos seçilmişti; ancak o da vebaya yakalanmıştı. Yeniden seçildikten altı ay kadar sonra öldü; insanlar bunu da bir ceza olarak görüyorlardı. Ölümünün hemen ardından arkadaş çevresi, yakınları ve çalışanlarına karşı bir cadı avı başlatıldı. Phidias, Protagoras, Anaksagoras, Aspasia ve dönemin diğer parlak hümanistleri ya suçlandı, mahkûm oldu ya da Atina’yı terk etmek durumunda kaldılar.
Bu dönemde, kırk yaşlarında olan ve sokaklarda dolaşmayı, konuşmayı bırakmayan Sokrates vebaya yakalanmamıştı. Perikles’in altın çağı bir daha dönülmemek üzere kapanıyordu; veba salgını yüzünden Atina’daki seçkin düşünürler ve sanatçılar da dahil olmak üzere nüfusun yaklaşık yüzde 30’u azalmıştı; donanmadaki ve ordudaki değerli komutanlarının çoğu vebaya yenik düşmüştü. Diğer yandan cadı avı tüm hızıyla devam ediyordu. Üstelik Atinalılar arasındaki siyasal ve sosyal bölünmeler hız kazanmıştı; gelecek kuşak açısından bu ayrımlar ciddi politik çatışmalar ve hatta iç savaş anlamına geliyordu.
Perikles’ten sonra Atina’da siyasi iradeyi yeniden güçlendirecek ve kente eski yaratıcı, kurucu enerjisini getirecek bir lider ortaya çıkmadı. Peloponnesos savaşı neredeyse kırk yıl kadar sürdü ve İÖ 404 yılında Sparta’nın üstünlüğü ve Atina’nın donanma gücünü yitirmesiyle sona erdi. Sokrates, Spartalılarla ölesiye süren bu savaşın Yunan dünyası için bir intihar olduğunu düşünüyordu. Savaşın son yıllarında meydana gelen bir olay ise Sokrates’in suçlanmasını hazırlaması açısından önem taşıyordu.
Savaş sürerken, Atinalılar cesurca bir hamleyle ama umutsuzca yeni bir donanma kurmaya, ellerinde kalanı Spartalıların yok etmesini engellemeye ve orduya yiyecek tedariki sağlamaya çalışmışlardı. Bu sayede İÖ 406’da Atina filosu Arginusae’de bir zafer kazandı. Bu kent için önemli bir zaferdi; gelgelelim Atinalı politikacılar bu zaferi harcamakta gecikmediler. İki tarafın da kayıpları ağırdı. Sparta filosu çökertilmişti ancak Atina da yirmi beş gemi ve dört binin üzerinde denizci kaybetmişti. Şehrin yöneticileri, komutanları kazandıkları bu zaferden dolayı kutlamak yerine, emri altında çalışan denizcilerin can güvenliğini yeterince korumadıkları ve ihmalleri oldukları gerekçesiyle suçladılar. Suçlamanın kendisi bir yana, iddianamenin kendisi bile sorunluydu. Üstelik sonraki iki aşama ile davanın hukukiliği tamamen lekelendi. İlk olarak, politikacılar kararı, yapılageldiği gibi bir jüriye değil, Meclis’e verdirerek süreci değişikliğe uğrattılar. Yargı mercii değiştirilmişti. İkincisi, Meclis’in, suçlanan sekiz komutanı ayrı ayrı oylaması engellendi, hepsi hakkındaki hükmün toplu bir oy ile verilmesi istendi. Bu Atina’daki yargılama prosedürünün tamamen dışında gerçekleşen hukuk dışı bir işlemdi.
Sokrates, kendinden bekleneceği gibi bu sürece müdahil oldu. Siyasetle ilgili olmamasına karşın her zaman hukuka bağlı bir yurttaş olarak davranmıştı. Zaman zaman Beşyüzler Meclisi’nde (Bule) görev yapıyordu ve bu olayda Meclis içindeki yürütücü komite olan prytanes bu durumu görüşmeye karar verdi. Üye sayısı Klesithenes döneminde 500’e çıkarılan Bule’ya katılan her 10 kabileden 50 kişi, on yılda bir yürütücü komite olarak görev yapardı. Komite, Sokrates’in öncülüğünde, dava sürecini yasadışı ve anayasaya aykırı olmasından dolayı protesto etti. Ancak suçlamayı yapan politikacılar, iddianameye onların da adlarını eklemek ve mahkûm etmek tehdidiyle komite üyelerini korkuttular; üyeler bunun üzerine birer birer geri çekildiler. Sadece Sokrates protestoya devam etti ve bu yasadışı sürecin bir parçası olmayı reddetti. Sonuçta bütün komutanlar suçlu bulundu, altısı idam edildi, ikisi kaçmayı başardı. Atina’da adaletin lekelendiği bu olayda Sokrates yalnız başına hukukun üstünlüğüne bağlı kalmıştı.
Üç yıl sonra Sokrates yine hukukun çiğnendiği bir olayda yalnız hareket etmek zorunda kaldı. Arginusae zaferinden sonra Atina tekrar geri çekilme yaşadı. Spartalılar Atina donanmasından ve ordusundan geriye kalan ne varsa tahrip ettiler ve Pire limanını abluka altına aldılar; bu Atinalıları açlığa mahkûm etmek anlamına geliyordu ve bütün dirençlerini kırıyordu. Korku ve çaresizlik, Atinalıların büyük emek ve özveri ile kurmuş oldukları demokrasilerini askıya almalarına neden oldu. Atina Sparta’nın işgali altında iken Sokrates’in yakından tanıdığı ve Platon’un kuzeni olan Kritias’ın önderliğinde oligarşik bir cunta iktidara getirildi. Otuzlar Tiranlığı adı verilen ve demokrasi karşıtlarından oluşan bu yönetimin iktidara getirilmesinde Sparta komutanından yardım istenmiş; o da Meclis’i anayasayı askıya almaya zorlamıştı. Otuzlar, demokratik kurumları ve yöneticileri ortadan kaldırarak bir diktatörlük kurdular. Daha ılımlı bir antidemokrat olan Theramendes, Kritias’ı yeni bir Meclis kurmak ve rejime yasallık kazandırmak için ikna etmeye çalıştı. Fakat Kritias, Theramendes ile birlikte kendisine muhalefet eden 1500 kişiyi idam ettirdi. Muhalefetteki diğer kişiler sürgün edildi, bir kısmı ise kaçtı.
Otuzlar Tiranlığı’nın yöneticilerinden Kritias ve Kharmides, Sokrates’in öğrencileri olmuşlardı. Sokrates, bu terör estiren yönetime hukuksuz olmasından dolayı açıkça karşı geliyordu. Gelgelelim, Kritias’ın rejime meşruluk kazandırmak için Sokrates’le ittifak içinde olma amacı, onun dört kişi ile birlikte Leon’lu Salamis’i öldürmek ve malvarlığına el koymakla görevlendirilmesine kadar uzanmıştır. Diğer dört kişi verilen emre uyar ve Salamis’i öldürürler; Sokrates ise bu cinayete katılmayı reddeder. Sokrates’in tutuklanması beklenirken Atina’da işler düşünüldüğü gibi gitmez; kısa bir süre sonra Kritias indirilir ve demokratik yönetim yeniden işbaşına gelir.
Atina’da Sokrates için trajik bir sonuç doğuracak yeni bir dönem başlıyordu. O, Otuzlar Tiranlığı ile herhangi bir işbirliğini reddetmişti; ancak en önemli isimler Alkibiades, Kritias ve Kharmides, filozofa yakınlığı ile biliniyorlardı. Şimdi bu üç isim de öldürülmüştü; fakat hiçbiri yargılanıp cezalandırılamamıştı. Özellikle Kritias’ın bir yargılama olmadan öldürttüğü 1500 kişinin ve ailelerinin intikam arzuları karşılanmamıştı. Bu kişilerin kendilerince adaleti gerçekleştirmeleri; yakınlarının intikamını alabilmeleri için önlerinde bir engel vardı: İntikam ve adaletin kesinlikle birbiriyle bağdaşmadığını öne süren ve Atina’da intikam adına yapılacak eylemleri daha öncesinde engellemiş olan Sokrates. Anytos, Meletos ve Lykon’un suçlamalarının arkasındaki tarihsel nedenlerden biri de buydu. Ancak Sokrates’in suçlanması sadece bu nedenle sınırlı değildir. Onun mahkemede yaptığı muhteşem savunmaya baktığımızda neden suçlandığına ilişkin epeyce ipucu elde edebiliriz.
- Mustafa Öztürk’ün İslamcılarca linç edilmesi: Teoloji siyasetin hizmetinde - 7 Aralık 2020
- Devletin soyut bedeni - 30 Kasım 2020
- Cumhuriyetin ruhu (ilkesi) erdemdir - 1 Kasım 2020