Sokrates Neden Suçlu Bulundu

Miras

Sokrates’in içindeki sesin ona söylediği şeyi, felsefe yapmayı bir misyon olarak görmesi ve her zaman kendi misyonunu gerçekleştirme düşüncesi içinde olması Tanrı’ya karşı bir göreviydi. (öneri: Bu görev zevk aldığı…)Bu görev, zevk aldığı bir şeydi ve tüm varlığının anlamıydı. Her nasılsa bu misyon yasayla, çoğunluğun önyargılarıyla ve küçük bir azınlığın çıkarlarıyla çatışma içine girmişti.

Onun, sadece savunmasında değil, hayatı boyunca bir meydan okumaya girişmiş olduğunu görebiliyoruz. Her şeyden önce de Atina’daki kâhinlere, demagoglara, siyasetçilere, retoriğe bulanmış bir felsefe ile para kazanma derdinde olan felsefecilere, önyargıları ile yaşayan ve kitle psikolojisi içinde eriyen insanlara yönelik bir meydan okumaydı. Bu kesimlerin düşmanca duygularının hedefi olması kaçınılmazdı. Sokrates asla bir elitist değildi. Her gün, her saat Atina’nın sokaklarında ve tarlalarında; işçilerle, zanaatkârlarla, köylülerle konuştu ve söyleşisinde aristokrat ve eğitimli kişilerle yaptığı konuşmadan farklı bir ton, bir aşağılama ya da basit görme gibi bir tavırdan eser yoktu. O, Cicero’nun belirttiği gibi, felsefeyi gökyüzünden yeryüzüne indiren bir filozoftu. Hatta esas olarak “öğrenilmiş cehalet”i (docta ignorantia) hedef aldı. O çok bildiğini zanneden, ancak bildikleri malumatfuruşluktan öteye gitmeyen, bilginin içine kendini yerleştirmeyen, “kendini tanımayı” bilginin en yüksek biçimi olarak görmeyen, bildiği şey üzerine sorgulayıcı ve eleştirel tutum geliştirmeyen, bilginin daha iyi bir toplum kurmak ve en önemlisi daha iyi bir insan olmakla ilişkisinin ne olduğu ya da böyle bir ilişkinin olup olmadığı üzerine kafa yormayan insanlara yönelikti. “Tanrı’nın düşüncesine göre inceleyerek baktım ki –birkaçını saymazsak- bilgelikleriyle en çok tanınanlar bilgelikten en yoksun olanlar; oysa öbürleri, yetersiz sayılanlar en anlayışlı, en us’lu insanlar gibi geldi bana” diyordu filozof.

Ve aynı zamanda hitabet sanatını kullanarak, halkın zaaflarından, umutsuzluğundan ve sıkı sıkıya sarıldıkları değerlerden yararlanıp iktidara gelen veya iktidarını perçinleyen siyasetçilere yönelikti. Değerlerinde, tutumlarında çifte standardı barındıran, olayların gidişatına ve güçlünün tarafına göre tavır geliştirenlere; “kısasa kısas” diyen, intikam duygularını ve dinsel inançlarını öne çıkaran ve hatta kendi çıkarları için halkın bu duygularını ve inançlarını kullananlara yönelikti.

Ve en önemlisi gençlerin nasıl bir eğitim alacağına yönelik farklı bir tutumdan dolayı idi.

Sokrates her ne kadar siyasetin dışında kalmayı istese de düşünceleri ve tavrı ile siyasetin tam bağrında yaşamış ve ölmüştü. Gençlerin nasıl bir eğitimden geçeceği o günden bu yana değişmez bir biçimde siyasal bir sorundur. Bu sorun Sokrates’ten sonraki kuşağın, özellikle Platon’un ve Aristoteles’in siyaset felsefesinde başat bir temadır; çünkü iyi bir siyasal yaşamın kurulması dolaysız bir biçimde çocukların ya da gençlerin nasıl eğitileceği ile ilgilidir. [Hatta bu sorun sadece Antikite ile sınırlandırılamaz; Locke’un Eğitim Üzerine’sini ve Rousseau’nun Emile’ini hatırlayalım].

Sokrates, sınamayı, sorgulamayı, eleştiriyi ve en önemlisi aklı kendine temel aldığı için; düşünmeyi ve bilmeyi bunlarla ilişkilendirdiği için Antik Yunan veya daha doğrusu Atina’daki geleneksel eğitim yöntemlerinden kopuyor; yeni bir siyasal eğitimin temellerini atıyordu. Yunanlılar uzun yıllar boyunca, Homeros’un ve Hesiodos’un, Tanrılar, kâhinler, savaşçılar ve kahramanlarla örülmüş hikâyelerinin temelini oluşturduğu “poetik” (ya da mitolojik) gelenekle yetişiyordu. Homeros’un destanlarında Tanrılar nihai otoritedir; sorgulanmaları söz konusu olmaz. Erdemli insanlar, doğaüstü güçlere sahip olanlar ve kahramanlık gösterenlerdir; düpedüz savaşçı bir etik yüceltilir.

Oysa Sokrates’in tarzı buna tümüyle karşıdır: Onun temsil ettiği bilme tarzı, hikâyelere, olağanüstü kahramanlık öykülerine, doğaüstü güçlere, Tanrılar arasındaki ilişkilere, kâhinlere dayanmaz. Sokrates için ne tanrılar ne kâhinler nihai otoritelerdir. İnsan için dayanak noktası ilahi olmaktan çıkarılmış, insanın kendisine, aklına ve sağduyusuna dayandırılmıştır. Artık bilgi, felsefe olarak doğar ve gün ışığına çıkar; şiir ya da epik hikâyeler felsefenin eleştiri oklarının hedefinde gittikçe soluklaşır. [Platon’un Devlet kitabında, eğitimde şairlere yönelik sansürü hatırlayalım. Ancak öğrencisinden farklı olarak Sokrates, hiçbir zaman yasak koyucu değildir ve bir sistem önermemiştir].

Sokrates hikâye anlatıcı değildir; kâhinsi bir dille de konuşmaz; sorgulayıcı, eleştirici, tartışmacı (argumentative) bir tarz geliştirir. Bu yeni bir yurttaşlık eğitiminin temelini oluşturabilecek niteliktedir; geleneksel olanı yıkar, yeni bir almaşık sunar. Aristophanes’in Bulutlar oyununda kırklı yaşlarındaki Sokrates’i alaya alması, ne ondan ne de Sofistler’den hoşlanması biraz da bundandır; belki de tamamen bundandır. Çünkü o, siyasetçileri olduğu kadar ozanları da epeyce kızdırmıştı; sınadıkları arasında onlar da yer almıştı, sonuç hiç de iyi değildi. Savunmada bunu apaçık ifade eder:

O zaman ozanlara da yaratımlarında kılavuzluk edenin bilgelik olmadığını, şiirlerini bir çeşit içgüdüyle, kutsal bir esinle yazdıklarını, onların da birçok güzel şeyler söyleyip de bunların bilincine varmayan kâhinler, Tanrı elçileri gibi olduklarını çabucak kavradım. Ozanların durumu aşağı yukarı buydu. Üstelik onlar ozanlık yetenekleriyle kendilerini insanların en bilgesi sanıyorlar; hiç değiller oysa.

Onun hiçbir konuşması geniş bir kitleye hitap edecek cinsten değildi. Konuşmaları tartışmacı ve sorgulayıcı olduğundan belli kişilerle diyalog içinde ilerler. Bu konuşmalarında asla belli bilgileri öğretmek amacını taşımaz; bu bilgiler yurttaşlık erdemi ve etiği olsa dahi. Amacı öğretmek değildir. Amacı, insanların, özellikle gençlerin kendi başlarına düşünebilmelerine; ilahi ya da dünyevi bir otoriteye dayanmaksızın kendi eleştirel akıllarını devreye sokmalarına yardımcı olmaktır. Bu akıl, sadece düşünceden düşünce üretmeye yönelik “saf bir akıl” ya da pratik sorunlar için çözümler üreten araçsal bir akıl değildir; ahlaki yüklenimlerle donanmıştır; insan davranışlarının yaratacağı sonuçlara yönelmiştir. Sokrates, etik söz konusu olduğunda ne bir kuşkucudur ne de bir bilinemezci. Aksi takdirde adil ve iyi olmayı nasıl istemiş olabilir? Hayat boyu sınamak ve felsefe yapmak kadar; eğriliğe eğrilikle karşılık vermemek de onun için vazgeçilmez önemdedir. Adil olma ve doğruluktan yana olma ilkesi, çoğunluğun yargı ve alışkanlıklarından, geleneklerden, kehanetlerden ya da Tanrılara ait hikâyelerinden çıkarsanmaz; insan, toplum, yasa, siyaset ve etik üzerine sıkı bir sınama ve sorgulamayla, en önemlisi ise kavramların anlamlarını derinlemesine araştırmayla elde edilir. Bu tür bir yurttaşlık eğitimi herhalde kimsenin hoşuna gitmezdi. Onun tercihi, ne Atina’nın o günkü koşulları ile ne de genel olarak insanlığın binlerce yıldır içinden geçtiği siyasi ve düşünsel alışkanlıklarla bağdaşıyor. Sokrates herhalde her çağda bir “sorun” olarak görülürdü…

Bu yazı ilk kez https://ankara.academia.edu/FilizZabci adresinde yayınlanmıştır… 


 Yararlanılan Kaynaklar

Aristophanes (2010) Eski Yunan Komedyaları 3: Kuşlar ve Bulutlar,(çev. Furkan Akderin), İstanbul: Mitos Boyut Yayınları.

Guthrie, W. K. C. (1971) Socrates, Cambridge: Cambridge University Press.

Johnson, Paul (2011) Socrates: A Man for Our Times, New York. Penguin Books.

Laertios, Diogenes (2007) Ünlü Filizofların Yaşamları ve Öğretileri, (çev. Canan Şentuna), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Munn, Mark (2000) The School of History: Athens in the Age of Socrates, Berkeley: University of California Press.

Platon (1982 Protagoras, (çev. Tanju Gökçül), Diyaloglar, Remzi Kitabevi.

Platon (1982) Kriton, (çev. Tanju Gökçül), Diyaloglar, Remzi Kitabevi.

Platon (1982) Menon (çev. Adnan Cemgil), Diyaloglar, Remzi Kitabevi.

Platon (1982) Sokrates’in Savunması, (çev. Teoman Aktürel), Diyaloglar, Remzi Kitabevi.

Platon (1982) Theaitetos (çev. Macit Gökberk), Diyaloglar, Remzi Kitabevi.

Platon (1985) The Last Days of Socrates, New York: Penguin Books.

Platon (1992) The Trial and Death of Socrates: Four Dialogues, New York: Dover Publications.

Platon (2010) Alkibiades I-II (çev. Furkan Akderin), İstanbul: Say Yayınları.

Platon (2011) Euthyphron (çev. Furkan Akderin), İstanbul: Say Yayınları.

Strauss, Leo (1972) Xesonophon’s Socrates, Londra: Cornell University Press.

Vlastos, Gregory (1991) Socrates: Ironist and Moral Philosopher, Cambridge:

Cambridge University Press.

Xenophon (2013) The Memorable Thoughts of Socrates, USA: Lexington K.Y.

[1] Bu yazıyı akademik bir makale olmaktan ziyade bir deneme olarak tasarladım. Bu nedenle, metnin akışını bölecek alıntılara ve referanslara yer vermedim. Amacım, mümkün olduğunca ve yapabildiğimce Sokrates’i “yalın” bir biçimde anlatmaktı. Yararlandığım kaynakları yazının sonunda vermeyi tercih ettim.

 

Filiz Zabcı