Sokrates Neden Suçlu Bulundu

İdamdan Önce

Sokrates’in yargılanması ve ölümü, Atina’nın ahlaki ve siyasi çöküşünün trajik bir simgesi gibidir ve bu olayın siyaset felsefesi üzerinde derin etkiler bırakmamış olması ihtimal dışıdır. Hocasının düşüncelerini ve anısını yaşatmaya çabalayan Platon, davanın en önemli izleyicilerinden birisidir; kederini gizlemeyi başarsa da davaya ilişkin yazdığı metinde hocasına olan hayranlığı hemen her satırda hissedilir. Platon’un kısa ama siyaset felsefesinin temel metinlerinden biri olarak görülen Sokrates’in Savunması, sadece filozofun nasıl bir savunma yaptığını, onurlu ve cesur duruşunu yansıtmaz, aynı zamanda davaya ilişkin elimizdeki az sayıda tarihi kayıtlardan birini oluşturur. Platon, davayı resmetmekle kalmaz, Sokrates’in düşmanlarınca suçlanmasını, son günlerini ve idam ediliş anını da, diğer diyaloglarında olduğu gibi hocasını baş konuşmacı olarak yerleştirdiği üç diyalogla aktarmaya çalışır: Euthyphron, Kriton ve Phaedon. Bunlar, Sokrates’in Savunması (Apology) ile birlikte Platon’un en canlı, en etkileyici diyaloglarındandır.

Bu dört diyalog, Platon’un zaman zaman davadaki olaylar ve gerçeklerden çok düşüncelerini ve söylemek istediklerini ön plana çıkardığına ilişkin bir kuşku yaratmaktadır. Platon’un prizmasından geçmiş bir Sokrates’in ne derece “gerçek” Sokrates’i yansıttığı bir yana, tarihi olay ile Platon’un bu olayı algılayışı arasındaki farkı bilebilmemiz için de Ksenophon’un yazdığı kitaplar, Diogenes Laertius’un verdiği bilgiler ve Aristophanes’in epey olumsuz bir Sokrates portresi sunduğu Bulutlar oyunu dışında elimizde yeterince belge ve kayıt bulunmamaktadır. Ancak herhalde bu büyük filozoftan bir tarihçi gibi davranmasını beklemek haksızlık olacaktır. Platon, hocasının yargılanmasını ve ölümünü felsefi ve elbette ki siyasi bir sorun olarak kurgulamıştır; tarihi gerçekleri birebir nakletmek yerine, siyasi ve ahlaki sonuçları üzerine odaklanmıştır ve bu tutumuyla aslında hocasının felsefi mirasını sahiplenmiştir. Yine de bu dört diyalogun Platon’un erken eserleri olmalarından dolayı, daha sonra yazmış olduklarından çok daha gerçekçi ve tarihsel bir Sokrates’i yansıttığını söyleyebiliriz.

Bu metinlerde Sokrates hiçbir zaman yeis ve korku içinde ölümünü bekleyen yenik bir kahraman gibi değildir; tersine felsefe yapmanın sorumluluğunu son nefesine kadar taşıyan, öğrenmekten asla vazgeçmeyen, son anına kadar gerçek bilgiye ulaşmak için arkadaşlarıyla ve öğrencileriyle söyleşiyi sürdüren, ölümü cesaretle karşılayan ve bunu bilgece yaşamanın bir gereği olarak gören bir filozoftur. Platon belki de kasıtlı olarak vurgulamıştır; bilemiyoruz, ama Sokrates hiçbir zaman duygularının ve korkularının esiri olmaz, baldıran zehrini içerken dahi, akıl ve sağduyu, felsefesinde savunduğu gibi yönlendirici güçlerdir. Bu özelliği en iyi biçimde Kriton diyaloğunda sergilenir.

Platon’un yazar yeteneğini ve şairliğini konuşturduğu diyaloglarından biri olan bu eserde, Kriton’un daha gün doğmadan Sokrates’in yattığı hücreye sızması, uyandırmadan yanında sessizce oturması ve onu seyretmesi, filozof uyanır uyanmaz aralarında geçen sohbetin sıcak ve samimi içeriği, idam öncesinin tüm dramatik boyutunu ve tarihe mal olacak bir zaman diliminden geçildiği duygusunu mükemmel bir biçimde yansıtmaktadır.

Kriton, Sokrates’i kaçmak için ikna etmeye çalışır. Gerekli bütün hazırlıkları yapmıştır; servetini harcamaya hazırdır; Sokrates’in gönderileceği yerlerde güvenliğini sağlayacak dostları vardır. Yapması gereken tek şey Sokrates’i ikna edecek sebepler sunmasıdır. Onu kurtarmak için yeterince gayret göstermediklerinden dolayı kendilerinin çoğunluk tarafından ayıplanıp kınanacağını; idam edilmesinin düşmanlarını sevindireceğini, ayrıca çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirmemesinin, onları yetiştirip eğitmemesinin, onlara kötülük etmek anlamına geleceğini söyler. Yaşlı filozof, bekleneceği gibi kaçmayı kabul etmez; ancak tarzı her zamanki gibi kibar ve sabırlıdır. Sokrates kaçmamak için farklı gerekçeler öne sürebilirdi. Ancak o tüm yaşamı boyunca yaptığı şeyi, düşünmeyi ve incelemeyi tercih eder. Kriton’un teklifini, öne sürdüğü gerekçeleri bir bir sınar. Ancak başlangıçta, onu böyle bir sınamaya götüren temel bir ilke, ahlaki bir tercih ve duruş vardır: “Bugüne kadar savunduğum kanıtları, başıma bir felaket geldi diye silkip atamam; tersine hiç değişmediler bence ve eskisi kadar saygı duyuyorum onlara”. Bu sınamada hukuk-yasa-adalet üzerine geliştirilmiş eşsiz düşünceler vardır; fakat asıl önemlisi Kriton’un çoğunluğun görüşlerine değer veren tutumunu sorgulamasıdır. Bu sorgulama, çoğunluğun nasıl yanılgıya düşebileceği, nasıl aklın yolundan ayrılabileceği ve nasıl kötülükler yaratabileceği üzerine bir dizi varsayım üzerine kuruludur. Çoğunluğun kararıyla ölüme mahkûm edilmiş olan Sokrates için öğrencisi Platon, bu kararın adaletle örtüşmediğini ortaya koymak istercesine çoğunluğun kararı ile adil karar ya da çoğunluğun düşüncesi ile akılcı-doğru düşünce arasındaki farkı ortaya koymak istemektedir. Tarihte yaşanan pek çok olayda olduğu gibi bu davada da, çoğunluğun sesi ile aklın sesi arasındaki uçurum geri dönülmez biçimde açılmıştır.

Filiz Zabcı