Sağlıkta Çöküşün Öteki Öyküleri – Ara Not –

mezuniyet töreni

Toplumsal yozlaşmanın ve bunu izleyen çürüme ve kaçınılmaz son olan çöküşün –dekadans- en önemli, moda tabirle “öncü” göstergelerinden biri değil midir liyakatsizlik? Liyakatsizliğe bile razı durumuna gelinen, bilimin yerini hurafelerin bilim insanlığının yerini şarlatanlığın alması, cehaletin fetişizasyonu; cehaletin vahşi egemenliği!

Sabahın erken saatlerinde tv’deki bir programı, magazin programı olmalı, geçtiğimiz günlerde plaket vesilesiyle meslek odasının da anımsattığı gibi 40 yıllık meslek hayatımdan kimi anıların zihnime saçılmasına aracılık etti; derhal eski köşelerine kovulması gereken! Geçenlerde bir başka anı yazısında yazdığım şekliyle: “anıların doğasında var; unutmuş olsanız da ya da anımsamak istemeseniz de o kendisini anımsatma konusunda maharetli olabiliyor. Kimi zaman bir esinti ya da müzik tümcesi, bir ses ya da deja-vû haline eşdeğer görüntü bindirmesi; çoğu zaman doğrudan, bu kadar çetrefilli yollara başvurmadan, kişinin haleti ruhiyesinden medet ummadan!” Bu sefer doğrudan; Aklımıza gelebilecek çok sayıda nedenle bilim insanı olmayanlar, olamayanlar ve olamayacaklar için açılan ya da yeniden dizayn edilerek açılan ve bu zatlara akademik unvan dağıtan “tıp fakültelerinden” biri habere göre mezuniyet törenini camide yapmış; fotoğrafta/vtr’de mutlulukları yüzlerinden akan çok sayıda genç hekimi birkaç “sakallıdan”, bunlardan biriside pedofiliyi öven ve onu meşrulaştırma çabasında olan meşhur bir zat, vaaz dinlerken görüyoruz. 

Bu beyaz –ve ıslak ve sırıtkan- suratlara dikkatlice bakın, orada sadece yobazlığın en derin ve en tehlikeli olabilecek halini değil ülkenin tıp dünyasına dair gidişatını/çöküşünü de göreceksiniz; arayın haberi… 

Bir soru: Tıp okul mu fakülte mi?

Bu haber bir taraftan uzak geçmişe dair anıları canlandırırken bir taraftan da bu “okullardan” birisinde doçent olan –belki de şimdi prof.- kişiyle birkaç sene önce yaptığım konuşmayı anımsattı. “Hangi tez konularını çalıştığını, tez ya da çalışma konusunu” sordum, yanıt aynen onun dediği gibi, onun kullandığı kelimelerle  “cingenler üzerine”. İşte namazında niyazındaki zat-ı muhterem bürokrasideki üstün hizmetlerinin ardından davet üzere bu şekil “tezi” ile doçent olarak tıp bilimine hizmet ediyor şu dakka itibariyle! Daha nice böyle tezler vardır ve hatta tezsiz-mezsiz ve hatta hiç bir şey okumadan akademileri işgal edenler; intihaller… 

[Uğur Mumcu’nun Doğramacı’nın o best seller kitabı hakkında yazdıklarını anımsayan var mı?]

Hekimliğimin son yılları “idari” görevlerde geçti ve daha öncesinden başlamak üzere yüzlerce ve hatta abartmıyorum binlerce “genç” ve “yeni mezun” hekimle tanışma, kısmen tanıma ve onları doğrudan gözlemleme fırsatım oldu: çok rahatlıkla söyleyebiliyorum ki hekimlerin önemli bir kısmı –ampirizm! %80’inden fazlası belki de- dinci ve ırkçı faşizan ideolojilere sahip; ancak öyle olduklarını bilmedikleri için apolitik takılıyorlar! Geleceğe dair hedef ve beklentilerine dair olmak üzere yaptığımız toplantıların –bu toplantılar kimi zamanlarda menzilci hacamatçılar bölge bayileri toplantısına dönüşüyordu!- başlangıcında sorduğumuz soruya aldığımız yanıt dehşet verici; önemli bir kısmı “güzellik” ve/veya “estetik” sorunlarıyla ilgilenmekte yani alanın jargonu ile “botox dürtecekler”. En azından bir tür etik zafiyet değil mi? Kaçmayı düşünenler dışında kalanlar arasında çoğunluk “tamamlayıcı tıp/sülükoloji!” retoriği ile şarlatanlık unsuru gizlenen bilimsel değil “hurafesel” olan alanda çalışacaklarını söylüyor. Çok azı “devam” diye yanıtlıyordu soruyu…

Evet, tekrarlayalım altı yıl boyunca “bilimsel bir eğitimin” ardından bu yobazlığa savruluşu, şarlatanlığın fetişizasyonunu ya da “estetikçiliği” nasıl açıklayacağız. Yoksa tıp fakültelerinde mi bir sorun var? Var; sonuca bakarak böyle bir yanıt verme hakkımızda var; tıp fakültelerindeki “bilimsellik” hakkında sınırsız kuşku duyma hakkımız var! 

Özetle genç hekimler için, X Y vs. hekim kuşakları için görüşüm çok çok daha önceden yayınlanan “Yeni Hayal Kırıklığı Z Kuşağından Z(plus) Kuşağına” başlıklı yazıda göz ettiğim “gençlikten” farklı değil.

Bir soru: Sosyal medyada TTB’nin kongresine ait birkaç foto gördüm de! Yaş ortalaması çok yüksek gibi geldi… Sahi gençler nerede? Mesela…

Bir başka soru bu durum yeni mi diye sorulabilir. Yanıtımız “hayır” şeklinde, anımsadıklarım bu yanıtı doğrular nitelikte.

Yıl 1985; 12 Eylül faşizminin mecburi hizmet dayatması sonucu gittiğim yerde karşılaştığım mebzul miktardaki hekiminde bugünkü genç hekimlerden hiç de farklı olmayan bir biçimde politize olduklarına hayretle şahit olduğumu söyleyebilirim; bürokraside toplu cuma namazı daha o günlerde her türden otoriteye kendisini gösterme amacıyla rutine binmişti. Diğer taraftan çıkarcı ayırımcılıkta, sorgusuzluğun güvencesinde had safhada olabiliyordu; haberin anımsattıkları çöplükten sızıverenler, ünlü bir hocanın oğlu –hem de mason!- faşizmin mecburi hizmet hukukunu es geçip birlikte yapılan bir tarikat eyleminin zikir coşkusundan aldığı hızla profesörlüğe ilk günden kapağı atabiliyordu. Kasaba ya da küçük kent bürokrasisi tarafından hızla ötekileştiriliyor –ve hatta ilk gün itibariyle- öteki ya da “dinsiz” ya da solcu olduğunuz için cezalandırılıyordunuz; sürgün, geçici görev vs. ve kuşkusuz dev bir hapishane işkencehaneye dönüşen ülkede en hafifinden cezalandırmalar. İlginç bir gözlem:  kız çocuklarını muayene etmeyen pediatristleri; sülük ile fraktür tedavisi yapmayan çalışan ortopedistleri, işkencelere aktif katılan hekimleri, “ötekini” muayene etmeyenleri, “damgalayan” hekimleri vs. vs tanıma bahtsızlığını yaşadım: iş ortamının zorunlu birliktelikleri: memuriyet… 

Kentin sağlık bürokrasisini çoğu imam hatip mezunu olan dinci ve ırkçı faşistler yönetiyordu; bu 40 –kırk- yıl önce oluyordu şimdilerde olan bir şey değil. Ve birçok “şeyden” haberimiz olmuyordu… En “hafifinden” en ağırına bunca yıldır yüzleşilemeyen yok sayılan durumlar…

Hayır, bir tıp fakültesinin mezuniyet tören şekli hiç de şaşırtıcı değil; “yeni” bir şeyde değil. Üstelik şahit olduğum üzere kırk yıldan bu yana ısrarla sürdürülen yozlaşma, yobazlaşma sürecinin ancak magazinel gördüğümüz örneği. Üstelik tekil de değil…