Şiire Adanmış Bir Yaşam

Süreyya Berfe ile birkaç yıl önce söyleÅŸi yapma olanağı bulmuÅŸtum. Altmış yılın ardından hala kendisine ‘Kalfa’ diyebilen, ‘Pen Åžiir’ ödülü de dahil olmak üzere pek çok ödül almış, üzerine doktora tezi yazılmış bu deÄŸerli ÅŸairimizi sizlere daha yakından tanıtmak için konuÅŸtuklarımızı tekrar derledim.

Bir gün her şey sona erse
ihtiyarlasa kafam, kalbim ve ÅŸiirim
hiçbirini hatırlamasam yaşadıklarımın
etimdeki ateÅŸ, derimdeki alev beni terk etse
hiç kimse de bilmese…
Mutlaka uyanacağım sabahların en sessizinde
kim bilir neler geçecek aklımdan
dar mı gelecek odalar, evler, şehirler
dar mı gelecek geçmiş günler, kağıtlar, kitaplar
dar mı gelecek zaman bilmiyorum
Kalkıp uzanacağım bir kanepeye
uyandığımda ”Dünya” diyeceÄŸim
”insanlar ve hayat”
bakıp pencereden bir ağaca
bir börekçiye, bir manava, bir sabahçı kahvesine
şımardıkça yorganı başına çeken çocuğa
babasına masal anlattıran bir genç kıza
yaşarken hiçbir şeyini esirgemeyen bir kadına
bakıp bütün bunlara:
”Dünya, insanlar ve hayat” diyeceÄŸim
”Sizi sevdiÄŸim için oluyor, ne oluyorsa”.

Süreyya Berfe’yi hatırlatmak için onun bu dizeleriyle baÅŸlamak istedim. Yalnızlığını bir derviÅŸ hırkası gibi sırtına giyerek köşesine çekilmiÅŸ. ”…bunlar önemli deÄŸil, önemli olan okuyabilmek, yazabilmek, düşünebilmek.” diyen ÅŸairimizi kendi sözcükleriyle, aÄŸzından okuyacaksınız.

‘Şiir yazmaya ilkokulda baÅŸladım. ÅžiirmiÅŸ onlar, ÅŸiire benzer ÅŸeyler… Beni etkileyen marul tarlaları oldu, Afyonda. Ä°lkokulu Afyon’da okuduk. Ä°lkokul dört ya da beÅŸ yazı galiba ya da yaz sonu. Yani on, on bir yaÅŸlarındayken. Mecidiyeler vardır, Afyon’dan Ä°zmir istikametine giden trenlerin son istasyonunun kalktığı yere giderken, saÄŸdan birinci ikinci üçüncü mecidiyeler, Afyon kalesinin olduÄŸu yerin karşısındaki orta sivri dağın eteklerindeki mahalleler. Memur, işçi yarı yoksul filan insanların oturduÄŸu yerler. Bizim evimiz de ikinci mecidiyedeydi. Köşede, karşısında da büyük bir tarla. SoÄŸan moÄŸan, maydanoz, sebze meyve, bir ÅŸeyler yetiÅŸirdi. Bir köşede de marul vardı düz marul, kıvırcıklar da vardı. Düz marullar olduÄŸu zaman dış kabukları ayıklanır ineklere falan verilir, kalan göbekli kısmı iyi yapraklar, onlar traktörün arkasında taşıyacak olan ÅŸeylere yerleÅŸtirilirdi. O marullara bayılırdım. Dış kabukları ayıklandıktan sonra, kökleri bu tarafa bakıyor bir kısmı, bir kısmı öbür tarafa bakıyor, öyle dizerler onları. Nasıl bir manzara! Sonra topraktaki hallerine bakmaya baÅŸladım; büyümeye baÅŸladılar ufak ufak yapraklar büyüyor. Kıvırcıklar da var, bunlar da var. Gübre verirlerdi yaÄŸlansın yapraklar irileÅŸsin diye. Böyle, pencerenin kıyısında oturur dalgın dalgın seyrederdim onları.’

‘Sonra komşulara gidilirdi; akşam gelmeleri gitmeleri oturmalarında nereye gitsek çoğu evde duvar takvimi vardı. Yapraklarını isterdim çünkü orada şiirler vardı. Saatli maarif takvimi; yemek tarifleri, özlü sözler falan vardı. Şiirler de vardı ufak tefek, gerek Türk şiirinden gerek dünya şiirinden. Öyle fazla zor şeyler değildi, çoğunu herkesin bildiği. Ama ben nedense onları büyük bir merakla okurdum ve biriktirirdim o kağıtları. Meğer ben bir şiir severmişim haberim yok! Gördüm mü vazgeçemezdim, mutlaka okurdum. Sonra, işte böyle okuldakiler yetmemeye başladı. Etrafta kütüphanesi olanlara söylerdim. Var mı, gidelim sizin kitaplığa bakalım, diye. Bazen okul kütüphanesine, milyonda bir, beyefendi (babası) itiraz etmeyecek de gideceğiz. Öyle işte. Marullara bir şeyler karalamışım ama rahmetli annem nereye koymuş bulamadı, çok sık ev taşınıyor, öyle geldi gitti. İlk başlayıp da bitirdiğim şiire benzer, şiir denebilecek şey, beyefendi bademcik ameliyatına gidecek, ben de tehlikeli bir şey sanıyorum, ona yazmışım. İlk böyle başladı. Karalama, müsvedde falan gibi değil, adamakıllı yazmışım. İlkokul dört beş gibi.’

‘Sora da bulduÄŸum her ÅŸiiri okuyup saklanacak varsa saklayarak devam ettim, yabancı ÅŸairleri de merak ederek. Çevirilerden, dergilerden, kitaplardan, çevremdekilerin kütüphanelerinden, okul kütüphanelerinden… Ama bizim hazret anladı durumun kötü olduÄŸunu bir sürü ÅŸeyi yasakladı ve engelledi. Kaldı ki kendisi önce Saint Joseph, sonra Fransız Filolojisi mezunu. Nasıl, aklım ermiyor! Ama ne yaparsa yapsın devam ediyor. SaÄŸ olsun anacım rahmetli, anneler tabi kadınlığın getirdiÄŸi herhalde, daha yumuÅŸak, daha koruyucu, daha ana. O saklardı. Bir maaÅŸ dört nüfus kolay deÄŸil. Anadolu’da oradan oraya. Sedir bile zor. Evladım, sen git portakal kasalarını al pazardan, onları ters çevir duvara daya, üzerlerine örtü mörtü, ıvır zıvır, al sana sedir. Millet anlamazdı bile altında portakal sandığı olduÄŸunu. Sonra benim suç unsurlarını onların arasına koyup kapatırdı, kitaplarımı ve ÅŸiirlerimi. Eve bakın! Ä°lkokul sonundan baÅŸlayarak ortaokul, lise filan böyle gitti. Sonra bir hır çıktı. Ciddi bir hır, ayrıldı yollar vs. Yani mücadele. Bu toplumda geldik bu hale ama eh be bilader, eh be bilader! Dünyada her toplumda böyle mi yetiÅŸti acaba ÅŸair milleti? Pes, teslim! Olacak ÅŸey deÄŸil! Bir kısım öğretmenlerin ayrı, evde baban, -anan hariç-, okuldakilerin bir kısmı karşı. Bir kısmı deÄŸil. Ne var yahu, kitap, ÅŸiir okumakta! Steinbeck, Hemingway okuyorsun, ne var bunda, olacak iÅŸ deÄŸil!’

‘Neyse… Ä°lk ÅŸiirim bir dergide çıktı. Hevesli, amatörce çıkan dergiler vardı Zeren, Yelken, ona benzer ÅŸeyler. Gençlerin bir araya gelip çıkardığı ÅŸeyler. Oralarda S. olarak, baÅŸka isim yok, öyle. Bir iddiam da yok ama alamıyorum kendimi. İçimden yazmak geliyor. Yoksa öyle kitabım çıksın, ünlü olayım, ÅŸair olayım, bilmem orda yayınlansın, burda yayınlansın, böyle bir ÅŸey yok. Bilinmesin, tanınmayayım da! Hiç umurumda deÄŸil! Hala da öyledir. Hiç üzerine düşmem. Åžiir kendi yolunu açar, ben ona inanırım. Reklam, propaganda, orda görün, burda görün, pozlar, fotoÄŸraflar, ohoo! Okur da iyi bir ÅŸiir okuruysa arar bulur. Çünkü biz öyle yaptık. Beyazıt’taki sahaflara okula giderken mutlaka uÄŸrardım. Kurcalardım. Evler yıkılır, terkedilmiÅŸ, yanmış, sahipleri ölmüş. Her neyse, bir evden kalan kütüphane veya kitaplar tepeleme böyle; 25 kuruÅŸ, 50 kuruÅŸ, 75 kuruÅŸluk tepeler. Oralara gider, karıştırırdık, iÅŸimize yarar kitap bulabilir miyiz, diye. Ben ÅŸeyi buldum orada, ne gündü! Okula filan da gitmedim, öleceÄŸim kalpten, Necip Fazıl’ın Çile kitabının ilk baskısını. Ãœf üf! Bir de imzalı! Kim olduÄŸu belli olmayan biri. Bilmem kim bilmem kime, imza. Define! Fakat imza çok ilginçti, kütüphanede vardır mutlaka. Barbaros’taki (Süreyya Berfe bütün kitaplarını Urla, Barbaros Köyünde kurulan Ä°lkdördün Kültür ve Sanat Vakfına bağışlamıştır.) vakfın kütüphanesinde. Altmış yılın üzerindedir o kütüphane. Çok zengin! Altmış yılı aÅŸkın aldığım bütün dergiler, kitaplar orada. Bu da vardır mutlaka. Neyse, kendine üstat demiÅŸ garibim. Ãœstat Necip Fazıl. Kendi yazmış. Yahu karşılaÅŸtırıyorum, yakından bakıyorum yazı aynı baÅŸkası yazmamış o üstat yazısını. Kendine üstat demiÅŸ. Sonra ÅŸiire yakın arkadaÅŸlarla konuÅŸurken, oÄŸlum, dediler, sen yeni mi öğreniyorsun buna herkes üstat, der. Herif de inandı üstat olduÄŸuna, üstat yazıyor.’

‘Yok canım, ustam mustam, bilmem ne. ‘Kalfa’ de gitsin! (Süreyya Berfe Toplu Åžiirlerini, Kalfa adıyla çıkarmıştır.) Bir de enteresan isimler buluyorlar. Tuhaf ÅŸeyler. Eh iÅŸte laf ola beri gele. Böyle.’

‘İlk basılan ÅŸiirlerime dönersek, yıl 1961-62. Yön dergisi çıkıyordu o zamanlar. DoÄŸan AvcıoÄŸulları’nın çıkardığı dergi. Yön, haftada altmış, yetmiÅŸ bin satan bir dergiydi. 27 mayıstan sonraki özgürlük ortamında çıkan bir dergi. Onun kültür sanat sayfasını Fethi Naci yapıyordu, eleÅŸtirmen Naci abi. DuymuÅŸ arkadaÅŸlardan, getir ÅŸu ÅŸiirleri, dedi. Hayrola ne ÅŸiiri Naci abi, falan. Hiç anlamam, dedi. Bak baban benim Fransızca öğretmenim, Erzurum Lisesinden tanışırız, gelir eve, evden alırım, dedi. Allah, yakalandık! Peki. Verdim, aralarından seçti, yayınladı. O duygudan sonra anladım ki, kitap olarak da yayınlansa, dergilerde de yayınlasam, ÅŸimdikinden çok daha tanınan bilinen biri de olsam, hoÅŸlanmıyorum bu iÅŸten. Onun için önlemek için ne lazımsa yapayım. Kimler neler söyledi. Bilmem ne diline çevirseniz filan. Utandım biraz, sıkıldım da! Mahalledeki insanlar anneme gelmiÅŸler, a Süreyya’nın ÅŸiiri çıkmış, bilmem ne. H. Süreyya Kanıpak, imza bu. H.: Hikmet, nüfustaki adım babamın babasının adı, doktor bey. O zamanlar Acıbadem’de özel liseler vardı, onlardan birine gidiyordu babam akÅŸamları. Çocuklar da geliyor ayrıca Fransızca çalışmak için eve. Bir gün dediler ki, abi gezelim biraz, şöyle deniz kenarına, Kadıköy’e. E gittik. Mırın kırın ediyorlar aralarında, bir ÅŸey söyleyecekler. Yahu söylesenize ne oldu? Bir ÅŸey mi oldu?  Abi, dediler, aramızda kalacak ama. Kalabilecek bir ÅŸeyse kalır, kalmayacak bir ÅŸeyse kalmaz, siz söyleyin bakalım. Efendim bunlar dergiyi almış, gitmiÅŸler bizim üstada. Almış, bakmış, okumuÅŸ. Bizim ailede böyle birisi yok demiÅŸ, vermiÅŸ çocuklara. Nasıl fena oldum, nasıl fena oldum anlatamam. Ulan, dedim bunun hesabını sana ağır soracağım. Çocuklara dedim ki, unutun!’

‘Yoksul Bir Aile Dedi Ki ÅŸiiri bu. (Kalfa kitabında yok.) Onları es geçtik tabi. Acı anılarla dolu, almadık. Alsana bu ÅŸiiri ÅŸuraya, senin öz geçmiÅŸinde bir kilometre taşı. Hata! Ä°lgi çekti, dergilere vermeye baÅŸladım, yıl 1965 oldu. Türkiye Milli Talebe Federasyonu bir yarışma düzenledi. Ben istemiyordum. Hiçbir zaman da istemedim. Hep baÅŸkalarının iradesiyle olmuÅŸtur. Rahmetli Tomris hayattaydı. Tomris Uyar. Cemal Süreya’yla beraberdiler. Tomris tutturdu, ÅŸu Kasaba ÅŸiirini yarışmaya yollayalım. Tomris’cim yapma, ben hiç hoÅŸlanmıyorum böyle ÅŸeylerden, yapmayacağım da hayatımda. Ben kendi ÅŸiirimi reklamla, propagandayla, ödülle, bilmem neyle filan pazarlamayacağım. Benim okurum halis okur olacak, arayıp bulan. Bak, kitabım çıktı demem. Arasın bulsun, beni ilgilendirmez. Ä°yi, tamam, anlaşıldı! Öyle deme yahu, benim de huyum bu. HoÅŸlanmıyorum böyle ÅŸeyden. Elma deÄŸil, armut deÄŸil, domates deÄŸil, patlıcan deÄŸil ki! Åžiir bu güzel kardeÅŸim ya! HoÅŸlanmıyorum, zorla mı? Hayır! Kapandı o konu orada. Sen dinleme. Git daktiloya çek, gönder.  Bunlardan haberim yok. Çok farklı bir insandı, müstesna. Papirüs kuruldu, sen gönder bizim Kasaba ÅŸiirini. Ben sık sık uÄŸruyorum CaÄŸaloÄŸlu’ndaki ofislerine o zamanlar. Beyefendi, dedi, hoÅŸ geldiniz. Birdenbire resmi! Ä°nanılır gibi bir tip deÄŸil. Çok özlüyorum keratayı. Telgrafınız var, dedi. Ne telgrafı ya, dedim. Hayırdır? Ben anlamam, dedi, telgraf. Verdi, açtık. A, birinci olmuÅŸ ÅŸiir. Ne oldu, dedi. Hayrola? Senin, dedim, suçun. Al, dedim. Ne lazımsa yap ÅŸimdi. Beni hiç ilgilendirmiyor. Åžiirin sahibi sensin. Sen beni bu hale getirdin, birincilik mi alacaksın, sahneye mi çıkacaksın, ödül mü alacaksın ne yapacaksan yap, beni ilgilendirmiyor. Niye böyle yaptın ya, dedim. Anlamazsın sen bu iÅŸlerden, dedi. Åžimdi bu yayınlanacak tabi dergilerde. Papirüs’de yayınlanacak. Åžiir Sanatı çıkıyordu, orada yayınlanacak, not konulacak altına. Aman, dedim, kendi kendime. Hah ÅŸimdi oldu! Kalıpak soyadını deÄŸiÅŸtirmenin zamanıdır. Ama nasıl deÄŸiÅŸtireceÄŸim, ne olacak yani? Mehmet Fuat vardı eleÅŸtirmen. Onun Altunizade’deki evinin önünde, arsada çift kale maç yapardık. Şöhretler karması. Patırtı, gürültü yani. Haldun Taner, Ulvi Uras, Ãœlkü Tamer, Cemal Süreya. Yenilen taraf, yenen tarafa Salacak’ta, Arabın Yeri’nde menemen, bira ısmarlayacak. Baktım bir hafta kadro müthiÅŸ. Hah, dedim! Åžimdi bana soyadı bulmanın zamanıdır. Biz Cemal’le yan yana oturuyorduk. Dedim ki, böyle böyle vaziyet. A, harika, dedi, tamam. Herkes yazsın, dedi, kağıtlara. Sonra anlatacağım, dedi. Topladık kağıtları, açıp okuyoruz. Rahmetli Ãœlkü’cüm ÅženÅŸiir önermiÅŸ. Daha neler vardı. Bu aklımda kalmış. Okuduk ettik. Ä°yi, Cemal dedi ki, hepsini bir kenara bırak. Senin, dedi, bir tane var alacağın ama birkaç tane engel var. Hayrola ne, dedim. Berfe, abicim, dedi, Berfe. Niye, dedim, ne oldu? Anlattı. Ahmet Arif bir gün evlenirse, evleneceÄŸi yok ya! E oÄŸlu olursa, adına Berfe koyacakmış. Ä°zin verirse çok güzel, dedi. Ses uyumu, mes uyumu. Anlam, dedim. Anlam, dedi, bildiÄŸin gibi deÄŸil. Fars ve Kürt kaynaklı bir sözcük. Berf kar demekmiÅŸ. Berfe eril, diÅŸisi Berfu. Karlı daÄŸ baÅŸlarında güneÅŸ doÄŸmadan önce, tan aÄŸarması, ÅŸafak sökmesi filan deÄŸil, daha önce, ilk ışıklarının ucunun karda yansıması, kar aydınlanması. GüneÅŸin ilk ışıklarının yarattığı olay. Kürt veya Ä°ran’lı dürtermiÅŸ, berfe oluyor, ona göre, uyan! Ya, dedim, Cemal ya! Of, yaktın sen beni, dedim! KeÅŸke olsa! Anlamam ben, dedi. Sen Ahmet abiyi arayacaksın, izin alacaksın. Peki, dedim. Aradım Ahmet abiyi. Ulan, dedi. Ah, boÅŸ ver ben baÅŸka bir ÅŸey bulurum ama, dedi. Bak ÅŸartlarım var: Yalabıklık yapmayacaksan, şöhret möhret budalası olmayacaksan, adam gibi adam olacaksan, al, dedi. Tepe tepe kullan! Yoksa, dedi, vermiyorum. Vururum seni, dedi. Korkma, dedim. Tabancanı ben alırım, vurman için. Ah tamam! Åžimdi bu ödülün duyurulması için yayınlanacak olan ÅŸey bir not. Cemal yazdı o notu. Ä°lk takdim. Berfe kim? Nedir, ne deÄŸildir, daha sonra çıktı ortaya. Kanıpak’ı kullanmadım. Berfe’yi kullandım. Sen o çocuklar, Acıbadem Lisesindeki çocuklar al götür, neyiniz oluyor diye. DeÄŸiÅŸtirmiÅŸtir demiÅŸ, mırın kırın etmiÅŸ. Sordu, dedi ne oldu? Ne yaptın? Dedim, ya ne olur ne olmaz. Sen memur adamsın. Başına bir bela gelmesin. Bu ÅŸairlik iÅŸlerinde komünistlik de vardır, ayyaÅŸlık da vardır, her kepazelik vardır, onun için deÄŸiÅŸtirdim, dedim. Böyle gitti. Sonra Ahmet abi sen evlen, bir de oÄŸlu oldu. Adını Filinta koydu. Ä°lk ÅŸiir kitabım Gün Ola da Berfe olarak yayınlandı. Geldi hazret ne o, dedi. Kitabın çıkmış. Meyhanede duydum, dedi. Yok mu, imzalamayacak mısın? Kitapçılarda satılıyor, dedim. Git al. Ä°nsansa ağır bir ÅŸey.’

‘Cemal Süreya ile farklı bir yakınlığımız vardı. Cemal’le bir gün oturuyoruz. Herkes gitti, kaldık ikimiz. Daha erken de saat. İçiyoruz. O zamanlar bir sevgilim vardı. Cemal’le arası pek iyiydi. Cemal de severdi onu, takdir ederdi. Çalışkan, zengin olma heveslisi. Oldu da zaten. Cemal, zırt pırt sıkıştırıyordu beni. Bilmem nesi, bilmem nesi, bilmem nesi var mı Güngör’ün? Ben de cevap verirdim. Ulan keÅŸke bunun için sevseydin onu deyip dururdu. DoÄŸru, keÅŸke onun için sevseydim onu. Dur, ben bunu yazayım, dedi. Neyi yazacaksın ya, dedim. KeÅŸke bilmem nesi için sevseydim. Hadi sen yaz, dedi. Ben anlamam, dedim ama daha sonra ben de sözümü tutmak için bir onun ÅŸiirine yanıt yazdım.’

Bir Dost Bulamadım Gün AkÅŸam Oldu ÅŸiirinin de bir hikayesi var. Yayınlandı, bir süre geçti, bir telefon, Gülten Akın arıyor. O zaman Arkın Kitabevi’nde çalışıyorum. Cumhuriyet Ansiklopedisini filan çıkartıyoruz. Allah Allah! Gülten Akın, hayran olduÄŸum bir ÅŸair. Nasıl heyecanlandım! Güzel de bir sesi vardı. Kocasının iÅŸi gereÄŸi -kaymakamdı kocası, UÄŸur Cankoçak- gelmiÅŸ Ä°stanbul’a. Özel olarak görüşmek istiyor. Hay hay! Ä°stediÄŸiniz zaman, dedim. Ama ben ÅŸimdi çalışıyorum, dedim. Hiç önemli deÄŸil, dedi. Ben bir göreyim sizi beÅŸ dakika, dedi. Buyrun buyrun, dışarda mı buluÅŸalım, dedim. Hayır, dedi. Peki ben geleyim! Hayır, siz yerinizi söyleyin. Geldi, hoÅŸ geldin, beÅŸ gittin. Ya Gülten Hanım karşımdaki, inanamıyorum. Yani birisi ÅŸaka yapıyormuÅŸ gibi geliyor. Gülten Akın’ın kendisi! Geldi, konuÅŸuyoruz! Demesin mi o ÅŸey var ya sizin, Bir Dost Bulamadım Gün AkÅŸam Oldu. Ah ah! O ÅŸiiri ben yazmak isterdim. Hemen, sizin olsun, dedim. Bundan sonra yayınlanacak ilk halinde Gülten Akın diye yazın ne olur, dedim. Bu olmaz, dedi. Fakat, dedi, nasıl yazdınız siz bunu? Her kelimesine imza atarım ben, dedi. Gülten hanım yapmayın ya, dedim. Ben ne diyeceÄŸim ÅŸimdi? Nerden biliyorsunuz kafamın içini. Ben olsam bu kadar yazardım, dedi. Ulan, dedim, oÄŸlum sen iyi ÅŸair olacaksın. Bu onu gösteriyor. Sene 1969-70. Hey gidi Gülten Hanım hey! Tabi ona ithaf ettik.’

‘Reklam yazarlığı yapmışlığımız da var. Utanç verici ÅŸeyler. Beymen’le fark edilirsiniz! Persil’le yumuÅŸak beyaz! Genç Pamukbank iyi bankadır! Ä°ÄŸrenç! Yirmi dokuz yıl kafa patlattık. Maalesef. Reklam ÅŸirketlerinin çoÄŸu arkadaşım, oÄŸlan büyüyor. Ä°stanbul’da yaÅŸamak zorlaşıyor. Mecburen gidiyorsun. Öyle ben herkesle geçinemem. Hala da öyle! Huysuz, aksi, lanetin tekidir, benim için söylenen. DoÄŸrudur. Abuk sabuk tipin arasında ne yapacaksın.’

‘Pen Åžiir ödülü de aldık ama ondan da haberim yoktu! Zeynep Oral’ın iÅŸleri. Zeynep Oral’ın yazısı, benimle ilgili yazılmış en kusursuz, en müthiÅŸ yazıdır. Bir insan ÅŸiirden bu kadar mı anlar, arayıp bir ÅŸey danışmadı bile! Ama aldığım ödüller içinde beni en etkileyen ödül Cemal’inki, onun adına konmuÅŸ bir ödül sarstı biraz. Bir de Melih Bey (Melih Cevdet Anday). Onun ödülünü almaya Ören’e gittim, güneydeki Ören’e. Çok önemli bir ÅŸairdir Melih Bey benim için, onurlandırdı benim ÅŸiirimi eÄŸer izni olursa. Onunla da bir anım var. Bir gün, iÅŸte bu reklamcılık denilen dalganın sabah toplantılarından biri vardı bir müşteriyle. TelaÅŸ içinde Tünel, Tepebaşı taraflarındayım. A, bir baktım Melih Bey oturuyor. Sırtı caddeye dönük. Hemen uÄŸradım, günaydın Melih Bey, nasılsınız? Kahvaltı ediyor. Hemen, Süreyya Beycim, buyurun. Herkese cim derdi. TeÅŸekkür ederim bir toplantıya gideceÄŸim, iÅŸ ne yazık ki! Olsun, canım, biraz geç gidersiniz, ne olacak. Rahatsız etmeyeyim, Melih Bey. İçim gidiyor. Neredeyse batsın reklamınız, ayrılıyorum ben iÅŸten diyeceÄŸim. Oturduk ne yersiniz? Ne içersiniz? Ha anlaşıldı, dedim, ben bir telefon edeyim arkadaÅŸlara. O zaman öyle cep telefonu falan da yok. Kim, neresiyse müşteri orayı aradım, arkadaÅŸlar geldi mi, benim çok önemli bir mazeretim çıktı falan diye. ArkadaÅŸlardan rica ettim vaziyeti idare edin. Öyle bir an içindeyim ki bir daha bunu bulamam. Daldık, konulardan konulara atlıyoruz. Karşımda hayran olduÄŸum ÅŸair. O ÅŸiirler nasıl yazılır? O, Kolları BaÄŸlı Odysseus nasıl yazılır? Ölümsüzlük Ardında Gılgamış nasıl yazılır? O ne kafa? Kara kara düşünürdüm ben. Demesin mi bana, Süreyya Beycim sizin kuÅŸakta neden tematik ÅŸiir yazılmıyor? Allah, dedim içimden! Yarabbi, çekip vursaydın beni Melih Bey, daha iyiydi. Melih Bey, ne diyebilirim. Tematik ÅŸiir o kadar zor ki, bizim kuÅŸak için imkansız! Ä°ÅŸine geliyor herkesin aÅŸk, meÅŸk, hüzün, ayrılık, bilmem ne, ıvır zıvır. Ama birimiz oturup Odysseus üzerine düşünmedik bile! Melih bey ne olur benim yarama basmayın. Cahillik baÅŸka ÅŸey, ÅŸairlik baÅŸka ÅŸey! Öyle demeyin, beyefendiciÄŸim. Melih bey gittikten sonra dedim kır kazığını, imkansız olmuyor. Çok çalışmış Melih Bey, besbelli yazdığı ÅŸiirlerden. Anasını aÄŸlatmış ÅŸiirlerin çalışmaktan. Biz de Seferis’i yazdık, Klazomenai’yi yazdık ama Melih beyin seviyesine ulaÅŸmak mümkün deÄŸil. Hala mümkün deÄŸil. Ä°ÅŸine gelmiyor ÅŸair kısmının.’

Şiirin önemli isimlerinden Süreyya Berfe ile yaptığımız söyleşiden alıntılara yine onun dizeleriyle noktayı koymak istiyorum.

Åžiir ÅŸiirse
sadece birine yazılmaz.
-hep gider o tren,
istasyon sorulmaz.

Müge BULUÇ