Senin hiç annen öldü mü?

“Yalnızca, yazarken kendimden kaçabildiğim, ağlayabildiğim için.”

-Senin hiç annen öldü mü Olric?
-Hayır efendim.
-Benim bir kere öldü Olric, sağır oldum. Annemden ummazdım bunu, sağır oldum. Aldılar götürdüler, yıkadılar. Gasilhanenin aralık kapısından, dışarıdan seyrettim onları Olric. Gassal önce saçlarına döktü sıcak suyu. 17 yaşında liseli bir genç kızın hülyaları uçuştu 66 yaşındaki annemin saçlarından; babam uçuştu, gençlik heyecanları uçuştu… Gassal kadın suyu döktükçe Olric, annemin “başındaki o eski âlemlerin sarhoşluğu” uçuştu ve yükseldi gasilhanenin tavanına. Beyninden romanlar, romanlardan karakterler, kelimeler uçuştu her bir tas suyla beraber. Yılanların Öcü’nün, Irazca’nın Dirliği’nin, Kaplumbağalar’ın çıktığını gördüm Olric, gassalin döktüğü her tas sudan sonra. Salına salına İnce Memed çıktı annemin beyninden, belinde Abdi Ağayı vurduğu silahı. Peşleri sıra Taşbaşoğlu, Muhtar Sefer, Lena Ana, Poyraz, Vasili; Pavluşa ve onun en yakın arkadaşı Tonya… Ve ‘78 Kuşağı bir kadının “çeliğe su verilmiş” siyasal düşleri çıktı en sonunda da beyninin karanlık odalarından. Olric, inanmazsın, kızıla kesti o vakit gasilhane.


– İnanmaz mıyım efendim.
– Gassal kadın gözlerini yıkadı annemin. Gözyaşları kaçıştılar gözlerinden ve saçıldılar ortalığa; denizler dolusu Olric, denizler dolusu gözyaşı muttasıl, saçılıverdi gasilhanenin ortasına. Olric, benim kızımın adı da Deniz biliyor muydun sen?
– Nasıl bilmem efendim!
– “Ana” ve “gözyaşı”; bu ikisi feleğin fendiyle mi bağlanmış birbirlerine bu coğrafyada?
– Belki de efendim. Lâkin siz de bilirsiniz ki “anne” ve “gözyaşı” aslında aynı özün farklı tezahürleridir. Her “anne” bir damla “gözyaşı”dır her damla “gözyaşı” da bir “anne” Küçük Asya’da.
– Ne kadar çok ana ağlıyor Anadolu’da değil mi?
– Evet efendim, “anasını ağlatıyorlar” insanların; bir siyasî gelenektir bu.
– Benim annem de çok ağlardı Olric, hem de çok.
– Bilmez miyim efendim, elbette bilirim.
– Sevinince de ağlardı, üzülünce, kızınca da; dertlenince, mutlu olunca da… Olric, bence bu ülkede “anne”, “gözyaşı”nın katı hali. “Gözyaşı”nı biraz daha ısıtınca da “hüzün” olup havaya karışıyor. Zaten Olric, nezarethanenin soğuğunda -ki gasilhanenin soğuğunu hiç aratmaz- “hüzün” önce sıvılaşır “gözyaşı” olup dolar gözpınarlarına; sonra da “gözyaşı” katılaşır, “anne” olup oturur yüreğinin bir köşesine. Sanırsın ki annen gelmiş, demir parmaklığın öte kıyısına
– Çok haklısınız efendim.
– Gassal her su döküşünde annemin gözlerine, ağlanamamış bilcümle gözyaşları kaçtı gittiler gözpınarlarından. Sonra bir umut çıktı gözlerinin ferinden ki şaşarsın: Kocaman, revnaklı, büyük harfle yazılan bir Umut. Görmen lazımdı, Olric, görmen lazımdı, gassal kadına bile bulaştı o Umut.
– Benim annem ’78 Kuşağı’ydı, demiş miydim sana?
– Dediniz efendimiz, dediniz.
– Benim oğlumun adı da Umut Olric, biliyor musun?
– Bilmez olur muyum efendim.
– Annem ’78…
– Biliyorum efendim, biliyorum, söylemiştiniz!
– Ama hepimizin onun o ’78’li Umudu ile yoğrulduğumuzu söylememiştim sana.
– Onu söylememiştiniz efendim.
– Annemin omuzlarına su döktü gassal. Umum gaile-i maişet işte; aktı, döküldü omuzlarından kadının. İki çocuğun, evinin sorumlulukları… Hayatın yükü, sıkıntısı, grisi, kahverengisi dağılıverdi gasilhanenin dört bir yanına.
Sonra göğüslerini yıkadı annemin. Kardeşimle ben saçıldık ortalığa. Kendimi gördüm Olric orada, kendimi ! Ve bereketi gördüm annemin göğüslerinde, her biri bir siyez tanesine benzeyen bereketi. Dili ve dini ne olursa olsun her Anadolu kadının göğüslerinde bir Kibele yaşarmış Olric. İşte o Kibele doğruldu ve kalktı annemin göğüslerinden; çıktı, gitti gasilhanenin kapısından; ağır ağır, mütevekkil, meyus. Sonra da yüreğinden koskoca bir taş parçası büyüklüğünde bir sevgi koptu annemin. Gassal su döktükçe, tıngır mıngır yuvarlandı gasilhanenin ortasına o sevgi.


– Anadolu’da bir ana kız doğurunca efendim, onun göğüslerindeki Kibele kalkar, geçer kızının göğüslerine otururmuş. Kız doğurmadan ölürse bir kadın, Kibele de çıkar gidermiş o kadının sînesinden.
– O yüzden mi erkekler, karıları kız doğurunca üzülür, kızarlar; o yüzden mi kıskanırlarmış kadını ve bağrındaki Kibele’sini?
– Belki de efendimiz.
– Bizim de kız kardeşimiz yok Olric, teyzemiz de.
– Ondandır efendim, bîçare Kibele’nin annenizin iman tahtasından kalkıp gitmesi.
– Gassal kadın annemin ellerini de yıkadı Olric. Suyu her döküşünde ellerine, emek aktı ellerinden annemin, iş aktı, ter aktı, eylem aktı.
– Siz sormadan söyleyeyim efendim. Eylem, sizin küçük kesme şekerinizin adı!
– Evet Olric, doğru.
– Sizi dinliyorum efendim.
– En son, Olric, en son annemin ayaklarını yıkadı gassal kadın. Bir sürü yol aktı, yollar aktı, boşaldı annemin ayaklarından gasilhanenin fayans zeminine: Yollar, cezaevlerine giden babamla; yollar, nezarethanelere, benimle. Yollar, yollar, yollar aktı Olric annemin ayaklarından, sonları miting meydanlarına varan, kucağında ben.
Olric, biliyorsun değil mi, oğlan çocukları babalarına “karşı” erkek olurlar, anneleriyle birlikte “insan”
– Bilmez miyim efendim
– Babam öldüğünde “ergen” yanım kanamıştı Olric, şimdi “insan” yanım sızlıyor!
– Sakin olunuz efendim.
– Cahit Sıtkı’yı gördüm Olric. Gasilhanenin aralık kapısından apansız süzülüverdi içeri; ben yaşlarda tepir kulak bir âdem. Gassalenin elinden alıp da tası döküverirken annemin ayaklarına “Haydi Gönül Abla” dedi, “Vakit tamam. Akşam diyordun işte oldu akşam. Kur bakalım çilingir soframızı; Dinsin artık bu kalb ağrısı. Şu ağacın gölgesinde olsun; Tam kenarında havuzun. Aya haber sal çıksın bu gece; Görünsün şöyle gönlümce.
Durdu, bekledi ardından Cahit Sıtkı; sonra bir tas su daha döktü annemin ayaklarına ve bağırdı aniden “Göster hükmettiğini mesafeye. Ve zamana. Katıp tozu dumana, Var git !”
Annem doğruldu kalktı teneşirinden. Bir sigara istedi herhalde Cahit Sıtkı’dan ki kahverengimsi ceketinin yan cebinden hızla sedef tabakasını çıkarttı Cahit Sıtkı. Annem bir dal sarma çekti, aldı içinden. Cahit Sıtkı, gri muhtar çakmağıyla, nezaketle sigarasını yaktı onun. Dumana kesti ortalık Olric. Cahit Sıtkı kolunu uzattı anneme letafetle,
– Ağlamayınız efendim !
– Cahit Sıtkı kolunu uzattı Olric, annem de onun koluna girdi, bir iki adım yürüdüler, yürümediler; annem durdu, Cahit Sıtkı da. Arkasına döndü annem, göz göze geldik. Mütebessim, bana el salladı; “Herkes, her şey, he zaman sana emanet yavrum; Allahaısmarladık, vesselâm” dedi.
– Ağlamayınız efendimiz !
– “Herkes”, dedi, “her şey” dedi, “her zaman, sana emanet” dedi, döndü ve gitti Olric, döndü ve gitti; bir elinde cigarası, öbür eli Cahit Sıtkı’nın kolunda…ağır aksak…gittiler…âlem-i ervaha.
– Efendim, lütfen!
– Tam o sırada Olric, sol omuzuma bir el dokundu; ürperdim, döndüm, baktım omuzumdaki elin sahibine.
– Efendim, rica ediyorum, lütfen!
– “Üzülme genç adam” dedi mavi gözlerini gözlerime sabitleyerek, “Baksana!” dedi, “Bir avuç kül oldu annen, külü havaya savruldu.”
– Ağlamayınız efendimiz, giden sadece annenizin tenidir; canlar -ki ölesi değiller! Âlem-i hatırattır gayri vâlidanımın mekânı…
– Ölünce unutulmaz değil mi insan Olric, unutulunca ölür?
– Hatırlanmayınca efendimiz, insanlar hatırlayanları kalmayınca ölürler.
– Hatırlanmayınca Olric, hatırlanmayınca!

 

28 Temmuz 2020, Saat 17.40

Mete Kaan KAYNAR