Rosa Luxemburg’un eleştirel gerçekçiliği ve uluslararası siyaset kuramının temelleri*

Siyasal-tarihsel çözümlemelerde sık olarak düşülen hata organik olan ile görecel olan arasındaki doğru ilişkiyi bulamamaktır: bundan dolayı ya dolaylı olarak etkide bulunan nedenler doğrudan etkide bulunuyormuş gibi gösterilir ya da doğrudan etkide bulunan nedenler tek etkili olan nedenlerdir iddiasında bulunulur. Birinci durumda aşırı “ekonomizm” veya doktriner kılı kırk yarma, ikinci durumda ise aşırı “ideolojicilik” vardır. Bu durumlardan ilkinde mekanik nedenler abartılır iken, ikincisinde iradeci ve bireysel öğeler öne çıkarılır. (…)Bu iki hareket türü (organik ve keyfi.- DG) ve böylece araştırma arasındaki diyalektik bağı tam olarak saptamak zordur. Ve eğer hata tarih yazımında oldukça ağır ise siyaset sanatında daha ağırdır; yani mesele geçmiş tarihi yeniden kurgulamak değil de bugünün ve geleceğin tarihini kurgulamak ile ilgiliyse.

Antonio Gramsci

Siyasal bilimler çerçevesinde uluslararası ilişkilerin pratik ve kuramsal sorunları üzerine yürütülen tartışmaların en önemli sorularından birisi ileriden beri yöntem sorusu olagelmiştir.

Uluslararası siyaset kuramının temelleriyle de direk ilgili olan bu soruya verilen yanıta göre herkes kendisini var olan değişik okullarla şu veya bu biçimde ilişkilendirir. Nedir yöntemle ilgili bu temel soru? Uluslararası ilişkilere neyi temel alıp yaklaşacağız? Ahlakçılığı mı, sözleşmeciliği mi, kurumculuğu mu, pozitivist gerçekçiliği mi, yoksa Luxemburg’un önerdiği gibi, eleştirel gerçekçilği mi?

Bu bağlamda yürütülen tartışmalarda Luxemburg’un bu konuya ilişkin geliştirdiği kuramsal ilkeler ve pratik çözüm önerileri ne yazık ki pek dikkate alınmıyor. Oysa uluslararası ilişkilerin pratik ve kuramsal soru ve sorunları Luxemburg’un bütün çalışmalarının en önemli konularından birisini olmuştur. İlk bakışta konuyla pek bir ilgisi yokmuş gibi gözüken yerel seçimler ve sendikal hareketin sorunları üzerine yazdığı yazılarda dahi uluslararası ilişkiler önemli bir yer tutuyor. Örneğin 1913 yılında Almanya’nın Leipzig şehrinde yaptığı bir konuşmasında dış politikanın işçi sınıfı için “çok ciddi ve son derece önemli” bir konu olduğunu vurgulayarak “her kadın ve erkek işçinin” dikkatini uluslararsı politik gelişmelere çekmeye çalışıyor. 20. yüzyılın başlarında Afrika’da yaşanan özellikle Alman emperyalist sömürgeci girişimleri ve Balkanları’da yaşanan şövenist sadırıları ve çatışmaları kastederek, işçi sınıfının dikkatini uluslararası ilişkilere çekmek için şöyle bir çağırıda bulunuyor: “Eğer Afrika’da siyahlara Alman orduları tarafından zulmediliyorsa, eğer Balkanlar’da Sırplar ve Bulgarlar Türk askerlerini ve köylülerini öldürüyorsa, eğer Kanada’da muhafazakârlar seçimlerde aniden üste çıkıyor ve liberal iktidarı parçalıyorsa, bütün bu durumlarda kadın ve erkek işçilerin kendilerine, bütün bu meseleler bizim meselemiz, orada tehlikede olan bizim çıkarımız, demesi gerekiyor (1990c: 212).” Luxemburg’un bu çabasının arkasında felsefi, tarihsel ve sosyo-ekonomik bakımdan gerekçelendirilmiş derin bir inanç yatıyor. Marx’ın eserinden kazanmış olduğu bu inanca göre, uluslararası siyasal alanda verilen mücadele işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır (1990c: 213).

Luxemburg, pratik ve kuramsal etkinliklerini 19. yüzyılın son on yılı ile 20. yüzyılın ilk yirmi yılı arasında geliştirip sergilemiş olan işçi sınıfı önderlerinden ve kuramcılarından birisidir. 20. yüzyılın başlarına dönüp, bu dönemin kuramcılarından birisini uluslararası ilişkilerin pratik ve kuramsal sorunları bakımından yeniden verimli hale getirme isteğimizin altında sadece tarihsel ilgi ve merak yatmıyor. Luxemburg’un geliştrimiş olduğu kuramsal düşüncelerinin ve pratik çözüm önerilerinin bugünkü sorunlar açısından da son derece öğreticidir. 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında uluslararası ilişkilerde hem derinlik ve yoğunluk, hem de genişlik bakımından, bugün yaşanılan sıçramaya benzer bir sıçrama yaşanıyordu. Luxemburg uluslararası ilişkilerin pratik ve kuramsal sorunları üzerine bu dönemde geliştirdi. Konuşmalarında ve yazılarında sırf günlük politik sorunları ele almadı. Ama bunları işçi sınıfının ihtiyaç ve çıkarları açısından açıklamak ve böylece toplumsal kurtuluş mücadelesine bilinçli bir yön vermek amacıyla kuramsal analizlerde ve temel açıklamalarda da bulundu.

20.yüzyılın başlarında yaşanan sorunlarla bugün karşıkarşıya bulunduğumuz sorunlar arasında önemli farklar vardır kuşkusuz. O dönemde uluslararası ilişkileri şekillendiren aktörlerle bugünkü aktörler arasında önemli bir güç kayması olmuştur. O dönemin belirleyici aktörleri artık geri sıralara düşmüştür. Bunların yerini eskiden geri sıralarda olanlar almış ve bugün uluslararası ilişkilerin çekim merkezi durumuna gelmiştir. Örneğin uluslararsı ilişkilerin neredeyse tek merkezi durumuna gelen ABD, o dönem uluslararsı ilişkilerde etkisini henüz hissetirmeye başlamıştı. Yine o yıllar sadece denizde ve karada yaşanan silahlanma ve savaşlar bugün artık uzayı da kapsamış bulunuyor.

Luxemburg’un eserlerine sırf tarihsel açıdan yaklaşsak bile bize bugün bu alanda yaşanılanları anlamamızı kolaylaştıracaktır. Çükü bize 20. yüzyılın başlarında uluslararsı ilişkilerin bir panoramasını ve bu ilişkilere hakim olan dengelerin ve dinamiklerin çok iyi bir eleştirel anlatısını sunuyor. Böylece 20. yüzyılın başlarında uluslararası ilişkilere hakim olan dengeler ve dinamiklerle bugün 21. yazyılın başlarında uluslararası ilişkilere hakim olan dengeler ve dinamikler arasında bir karşılaştırma yapma olanağı sunuyor. Bu nedenle Luxemburg’un yazılarına ve konuşmalarına sırf tarihsel açıdan bile yaklaşsak son derece öğreticidir.

Yukarıda da işaret ettiğim gibi, Luxemburg’un eserleri bize sadece bugünü geçmişle karşılaştırarak anlama olanağı sunmuyor. Eserlerinde geliştirmiş olduğu yöntem ve kuramsal ilkelerle, artık genel olarak emperyalizm çağı olarak adlandırılan çağımızın sorunlarını ve dinamiklerini analiz etmemize de katkıda bulunuyor. Çünkü Luxemburg emperyalizmin uluslararası ilişkiler bakımından ne anlama geldiğine dair köklü bir analiz sunmaya ve bundan hem pratik politik, hem de kuramsal sonuçlar çıkarmaya çalışan ilk düşünürlerden birisidir. Bu çalışması daha sonra bu konuda yapılan bir çok çalışmaya çıkış noktası olmuştur. Bundan dolayı uluslararası ilişkilerin pratik ve kuramsal sorunları üzerine yeniden düşünürken bu analiz ve kuramsal denemeleri gerçekleştiren en önemli düşünürlerden birisi olan, ne yazık ki Marxist çevrelerde yürütülen tartışmalarda bile ihmal edilen Luxemburg’a da dönülmesi gerekiyor.

Yazının amacı, Luxemburg’un uluslararası siyaset kuramı üzerine geliştirmiş olduğu düşünceleri düşünsel-tarihsel arka planıyla ele almaktır. Luxemburg’un düşünceleri son derece güncel olduğu için, okur bu düşünceleri bugün yürütülen tartışmaların ışığında değerlendirme olanağına sahip. Örneğin pozitivist gerçekçilik üzerine geliştirmiş olduğu eleştiri bugün ABD’de “yeni tutucular” olarak adlandırılan Beyaz Sarayın “şahin” ideologlarıyla karşılaştırılabilir. Aynı şekilde “globalleşme karşıtı” hareket içinde yaygın olan “adil vergilendirme” gibi ahlakçı slogan ve düşünceler Luxemburg’un bu konu hakkında yazdıkları açısından da değerlendirilebilir.

Doğan GÖÇMEN