Peki ama yazar kimdir?

Onur Bilge KULA

Yazar, yapıt, yayıncı, eleştirmen ve alımlayıcı/okuyucu, edebiyat dizgesini oluşturur. Bunlar arasında yazınsal yapıtın oluşturucusu olan yazar belirleyicidir. Martin Walser “Düşmanlar, Ölümü Kolaylaştırır” (Tageszeitung, 23. 03. 2015) başlıklı söyleşisinde ‘yazmak’ sözcüğünden ne anladığı sorulduğunda şu yanıtı verir: Yazmak, “bende eksik olan şeyleri aklıma getirir.” Bunun dışında yazmak, “güzel olmayanı, daha güzel söylemektir.”

Walser’in altını çizdiği iki belirlemeden görüleceği üzere, imgelem gücünün ve tinsel yeterliliğin etkileşiminin bir ürünü olan yazmak, yazanın eksikliğini gideren ve onu çoğullaştıran bir etkinliktir. Yazmanın bu yönü, her türlü yazma etkinliğinin ortak özelliğidir. Yazınsal anlamda yazmak ise, yazarın yazdığı şeyi, daha güzel söylemesi, bir başka deyişle, dilsel malzemeyi estetikleştirmesidir.

Fransızca ‘auteur’, İngilizce ‘author’, İtalyanca ‘autore, Almana ‘Autor’ ve İspanyolcada ‘autor’ olan yazar, Latince “destekleyen”; “bir şey oluşturmak, ortaya çıkarmak” anlamı taşıyan ‘augere’ sözcüğü ve ondan türetilen ve “destekleyici/özendirici etki” anlamına gelen ‘auctoritas’ ile ilgilidir. Latince kökenli bu sözcük, Antik Çağdan beri “ölçü koyucu bir yan işlevi olan” yazılı yapıtı ‘ilk ortaya çıkaran’, ‘yaratan’ anlamında kullanılagelmiştir. Yazar kavramına ayrıca ‘inandırıcılık’ ve ‘optimi auctores’, diyesi, diğer yazınsal üretimler için ‘örnek (olma)’ gibi anlam boyutu eklenmiştir.[1] Yazar, bu çağdan itibaren dilsel, biçemsel ve yazınsal bakımdan biçimlendirici anlatım niteliği taşıyan özne olarak tanımlanmıştır.

Her türden yazılı bir metnin düşünsel anlamda ilk üreticisi olan yazar “yaratıcı olan” ve “ölçü koyucu olan” ile özdeşleştirilmiştir.[2] Anlamak, anlaşılmak ve kendini anlatmak isteyen insan, var-oluşundan beri edebiyat yaratır. İnsanlığın ilk gelişim aşamalarında başat olan sözlü edebiyat geleneği, anlatıcıyı ortaklaştırmasına karşın, yazılı edebiyat, yazıncıyı, yazarı tekilleştirmiştir. Sosyo-ekonomik açıdan ‘serbest yazar’, diyesi, yazarak geçimini sağlayan birey olarak yazar, 18. yüzyıldan sonra yazınsal ‘yapıtın özgünlüğü’ ve ‘telif hakkı’ kavramıyla bütünleşerek özerkleşmiş ve kalıcılaşmıştır. Yazarın toplumu değiştirici, yenileştirici, kamuoyu oluşturucu işlevi, hem ‘telif hakkı’ kavramının yerleşmesine, hem de hukuksal bir özne durumuna gelmesine katkı yapmıştır.

Uygulamada gözlemlenen birtakım sorunlara karşın, telif hakkı kavramı, yayıncı hukuku ve yazınsal ürünlerin kitlesel basımını olanaklı kılan basım tekniğinin gelişmesinin bir türevi olarak görülebilir. Yazarın özgün ve öznel imgelem gücü ve tinsel yeterliliğiyle dilsel malzemeyi estetikleştirerek ortaya çıkardığı bir ürün olan yazınsal yapıt, yayımıyla birlikte bir ticari nesne niteliği de kazanır. Böylece, yazınsal yazar, sanatsallıkla tecimsellik arasında devinen bir özneye dönüşür. Her türlü tanıtım, yazınsal yapıtın bir sanat yapıtı gibi okunmasına katkı yaptığı gibi, bir emtiaya, diyesi, bir pazar malzemesine dönüştürülmesine yol açar.

Edebiyatın üreticisi olarak yazar, Martin Walser’in de dile getirdiği gibi, birtakım estetik nitelikler, yetenekler ve yeterlilikler taşıyan, bunları yazınsallaştıran öznedir. Bu kapsamda yazar, yazınsal yapıtın tasarımının alımlanma sürecinde yeniden oluşturulmasında önemli etkenlerden biridir. Bazı yazın-kuramsal başvuru kaynakları, ‘yazar’ kavramını “tarihsel yazar” ve “içkin yazar” diye ayrımlaştırır. Tarihsel yazar, genel iletişimdizgesi içinde yer alan ‘gerçek bir birey’ ve bir yapıtın üreticisidir.[3] ‘İçkin yazar’ ise, bir yazınsal yapıtı kurgulayan, tasarımlayan, imgeleyen ve böylece dilsel malzemeyi biçemselleştiren “anlatıcı”, “şiirsel ben”, “yazınsal öznedir.”

Yazar tarihsel gelişim süreci içinde değişim geçirmiş ve değişik tanımlanmıştır. Yazar kavramının değişimi, sanatsal/yazınsal akımlarda da görülebilir. Örneğin, klasisizm ve romantizm gibi iki önemli sanat akımı, yazar kavramının anlam içeriğini belirginleştirmiştir. Yirminci yüzyılda yapıta içkinlik, yeni eleştiricilik gibi kuramsal yönelimler, “yazarın ereğini/içlemini” öne çıkarmıştır. Ayrıca, Roland Barthes’ın öte-yapısalcılık kapsamında geliştirdiği “yazarın ölümü” anlatımı, yazar kavramına ilişkin tartışmayı boyutlandırmıştır. Bu kavramı boyutlandıran kuramsal katkılar arasında J. Kristeva’nın dizgeleştirdiği ‘metinler arasılık” ve M. Foucault’nun “söylemsel işlev” öne-sürümü, yazar kavramını göreceleştirmeyi amaçlar.      

Bütün bunların yanı sıra geliştirilen yeni dolayımlar, örneğin internet yayıncılığı, yazar kavramının tanımını da etkilemektedir. Özellikle Türkiye’de Gezi Direnişi ile başlayan ve sosyal medya/dolayımlar aracılığıyla yaygınlaşan “ağ edebiyatı”, yazar tanımına yeni boyutlar katmaktadır. Öte yandan, yazınsal dizge içinde gerçekleşen ve yazarın işlevini göreceleştiren gelişmelere karşın, yazar, anlatı sanatı olan edebiyatın kaynağı, çıkış noktası veya temeli olma özelliğini korumaktadır ve hiçbir zaman yitirmeyecektir.

W. C. Booth’un kavramlaştırdığı ve 1960’lardan beri kullanımda olan “içkin yazar” kavramı, hem “bir yazınsal metnin yapısı ve anlamını”, hem de o metnin “değerler ve ölçünler dizgesini” kapsar. Bu anlamıyla yazar, anlatı metinlerinin yorumuna ilişkin “ilkesel bir tasarım” özelliği kazanır. Bu açıdan bir yazınsal yapıt/metin, içkin veya ‘ereksel’ olarak yapılandırılmış ölçünsel/normatif bir dünyadır. İçkin yazar kavramı, “retorik çözümlemenin” ayrılmaz bir parçasıdır. Böyle bir çözümleme, anlatı sanatının retoriğinde metnin ‘içleminin’ ve tarihsel yazarın “değerler dizgesinin” anlaşılmasının anahtarıdır. Metne içkinlik anlayışını veya yazarın içlemini öne çıkaran yeni eleştirellik (New Criticism), yazın-bilimde yazara ilişkin böyle bir kavramın yerleşmesine ortam hazırlamıştır. Bunun bir sonucu olarak, yazarın öz yaşantılarını önemseyen biyografizm, diyesi, öz-geçmişçilik kavramı önem kazanmıştır. İçkin yazar tasarımı, yazınsal alımlama sürecinde ‘dışkın’ olarak görülmez; okuyucu/alımlayıcı tarafından açımlanmak veya bulgulanmak zorundadır. Yazınsal yapıtı, ilginç ve çekici kılan da bu bulgulama etkinliğidir.

İçkin yazar kavramı,   yazınsal iletişim dizgesi kapsamında içkin alımlayıcıyı gerektirir. Yazınsal tartışmada sorun tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır; çünkü ne içkin yazar, ne de içkin okuyucu ‘kişileştirilebilir’, bir başka deyişle, bu soyut kavramlar göstergeleştirilemez, gösterge olarak somutlaştırılamaz. Yazınsal metnin yapısının ‘biçimsel ilişkileri’nde somutlaşan söz konusu iki kavram, anlamsal ulamlardır, diyesi, bir yazınsal yapıtın ‘tümel anlamı’ ya da ‘değerler/ölçünler dizgesidir.’ Söz konusu kuramsal ve kavramsal belirsizlik dolayısıyla, M. Bal ve G. Genette gibi anlatı bilimciler, yazınsal iletişim sürecinde bu tür kişileştirici kavramların işlevsiz olduğunu vurgular. Söz konusu nedenle, içkin yazar gibi soyut kişileştirim yerine, “metnin içlemi” ve “anlatım yönelimi” gibi kavramlar daha verimli olabilir.

“Bir yazınsal sanat yapıtına yazınsallık kazandıran nedir? Yazınsallık/şiirsellik nedir?” sorusuna yanıt arayışında salt yazınsal metni temel almak suretiyle, yazın kuramının belirginleşmesine kalıcı katkılar yapan Rus biçimciler yazar kavramını da önemlileştirmiştir. Rus biçimciler açısından yazar, yazınsal yapıtın tikel biçemleştiricisidir.

Yukarıdaki açımlamadan da görüleceği üzere, her sanatçı gibi, yazıncı/yazar, malzemesini, daha kesin deyişle, dilsel malzemeyi biçimlendirir. Yazar, belli bir tinsel içeriği, estetik uygunluk içinde bir biçim ile bütünleştirerek, onu biçemselleştirir. Her üretici gibi, yazar tinsel ile duyusalı bireşimleyerek ve dilsel malzemeyi estetikleştirerek yapıtta somutlaştırır. Böylece, yazarın öz gücünün dışa-vurumu ve nesneye dönüşümü olan yapıt, kendisini yapana/üreten karşı yabancı bir nesneye dönüşür. Yapıtlaşmanın dolayımı ve aracı, başkalarının ürünü olan dil ve yazıdır. Dolayısıyla, dilsel malzemeyi yazı dolayımıyla estetikleştiren yazar, yapıtta zorunlu olarak öz ile yabancıyı bireşimler. Dil ve yazıyı kullanan her yazar, kaçınılmaz olarak öz-yabancılaşım geçirir. Bu bakımdan bir yazınsal yapıt, yazarın öz-yabancılaşım etkinliğinin ürünü olarak tanımlanabilir. Sanatın/edebiyatın değiştirici, yenileştirici özünün ve işlevinin nedeni, kaynağı budur.

Prof. Dr. Onur Bilge Kula 

[1] Klaus Weimar (yayımlayan): “Reallexikon der deutschen Literaturwissenschaft- Alman Yazınbilim Sözlüğü”; ilgili madde, de Gruyter, Berlin-NewYork 2007.

[2] Gerhard Lauen/Christine Ruhberg (yayımlayan): “Lexikon Literaturwssenschaft- Yazınbilim Sözlüğü”; Reclam, Stuttgart 2011.

[3] Ansgar Nünning (yayımlayan): “Grundbegriffe der Lietarturtheorie- Edebiyat Kuramının Temel Kavramları”; Metzler, Stuttgart 2004.