Dünyadaki ülkelere baktığımızda yaşanan olaylar insanın aklını durdurması gerekirken sanki çok normalmiş gibi yaşayıp gidiyoruz. Kim derdi ki Sovyetler Birliği çökecek? Kim derdi ki Amerika gözü dönmüş üç – beş radikal İslamcı tarafından kalbinden vurulacak… Saddam kazığa oturtulacak, Kaddafi linç edilerek öldürülecek… Kosova- Bosna- Hersek’teki etnik temizlikler insanın midesini bulandırıyor. Türkiye’de de Osmanlı’dan günümüze defalarca yaşanan etnik temizlikler asla çözüm olmamıştır. Taliban korkusu gülüp geçilecek kadar basit değil…Bize düşen “Biz kimiz?” sorusuyla yüzleşmektir. Özellikle bizi sürekli değersizleştirenlere, insanlığımızdan uzaklaştırmaya çalışanlara karşı biz ne olduğumuzla değil ne olmadığımızla yüzleşmek zorundayız.
Bazen kendimi Nazi Almanya’sında sanıyorum. Çünkü orada da önce insanları değersizleştirmişler, insanlığından uzaklaştırmışlar. Sonrası malum hepiniz biliyorsunuz olanları…
İnsanları değersizleştirme, insanlıktan uzaklaştırma, kardeşin kardeşe, çocukların anne- babaya yabancılaştığı bu ruh iklimi neye zemin hazırlıyor diye düşünmeden edemiyorum. İnsan kendini sadece ne olduğuyla değil ne olmadığıyla da tanımlamak zorunda. Çünkü ülkemizde herkes o kadar birbirine benzemeye başladı ki akıllara zarar. Sürekli fethetmeye, talana, kendinden olmayanı yok etmeye yönelik dünyada çocukluğumuz sürekli istismar ediliyor. Çocuklara baktıkça insanın içi sızlıyor.
Etnik kimlikler arasında yaşamak zenginlikken ne garip ki kişisel kimliğimizi sorgulatıyor bize. Zaten insan denen arızalı varlık bir de etnik kimliklerini ve dini, politik inanç ve yaşam biçimlerini dayattıklarında yaşam çekilmez oluyor.
Bana sorsalar hangi kuşaktansın diye, genç ölüler kuşağındanım derim.
Üç fidanı astıklarında biz daha çocuktuk
Bir insanın asılarak öldürülmesini
Aklımız almıyordu, halen almıyor.
Savaşlarda ve çatışmalarda ölenlerin çoğunluğu gençlerdi,
İslamiyet intiharı yasaklayan bir din olmasına rağmen intihar eylemcilerinin çoğu ergen bile değildi.
Dünyaya soldan bakanlar için de yaşam kutsaldır. Lakin ölüm oruçlarında hayatını yitirenler gencecikti.
Erdal Eren, Ceylan Önkol, Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Kemal öldürüldüklerinde daha çocuktu.
Panzerlerin altında ezilerek öldürülen çocukların sayısı o kadar çok ki sadece ilk aklıma gelenleri yazayım; Siirt’te 6 yaşında bir çocuk, Silopi’de iki çocuk… En iyisi toparlayayım; son 13 yılda 20 çocuk panzer altında ezilerek öldürülmüş.
Bunları yazmak o kadar zor ki… Şu an ellerim titriyor!
Ülkemizdeki iktidarlar hiçbir zaman barış iklimini yaşatmak istemediler. Çelişkileri sürekli derinleştirdiler. Bir avuç muhalif ne yapabilir ki? Bu ölümleri gerçekleştirenlerin cezasız kalmasını seyretmek, şiddet iklimini körükleyenler karşısında suskun kalmak utanç ve suçluluk duygusu yaratıyor kendine insanım diyen herkeste…
Genç ölülerin arasında büyümek çabuk olgunlaştırırmış insanı.
Sürekli çatışma ve şiddet iklimi insanın ruh halini kaosa çeviriyor.
Mezarlığa dönen ülkemizde ve dünyada cesetlerden geçilmiyor. Sanki hepimizin yüzlerinde birer peçe, kimse kimseyi görmek duymak istemiyor.
“Keşfet nikabını yeri göğü münevver et
Bu alem anasırı Firdevs-i enver et
Çıkar at peçeni yeri göğü aydınlat”
Bu maddi dünyayı cennetten daha çok parlat”
Osmanlı döneminde yaşayan Zeynep Hatun’un bu şiiri belki bize ne olmamız gerektiğini yeniden anımsatır.
- Yazar Takdir bekler mi? - 14 Ağustos 2024
- Kör İnanç ve Terör - 4 Ekim 2023
- Z Kuşağı ve Deprem! - 9 Şubat 2023