Öfke; baldan tatlı, kılıçtan keskin, cıvadan ağır, siyanürden zehirli duygu…
Öfke motivasyon için mükemmel bir araçtır ama silah olarak kullandığınızda illa ki elinizde patlar.
Olaylara, topluma, yaşama eleştirel bakabilen bir insan olmakla, öfkeyle bakan insan olmak arasında çok net bir ayrım vardır.
Ben öfkeli bir genç kadındım. Neye ve neden ayrıca yazabilirim. Ama yalanları anlıyor, idare edildiğimi fark ediyor, haksızlıkları görüyor ve inciniyordum. Bunları ifade edememek, hakkımı arayamamak, sevilmemek korkusu, yalnız kalma endişesi ile sustukça öfkem büyüyordu. Zaman zaman ortaya çıkan ve bünyemde barındırdığım fazlaca miktardaki öfkeyi, elektrik enerjisine çevirme imkânı olsa bütün İzmir’i aydınlatırdım. Babamı kaybettiğim anda başlayan, evliliğimde büyüyen, ayrıldıktan sonra kısmen durulan bu duygu bana bastırmaya çalıştıkça kapalı yerde kalamamak, nefes alamamak gibi geri dönüşler yaptı. Oğlumu doğurduğumda öfkem bir süre dinmişti… Sanırım o sekiz, dokuz yaşındaydı ben yine öfkeliydim. Sonra öfkemin yerini alaycılık aldı. Yazmak aldı. Yakın dostlarım aslında çok öfkeli olmadığımı, sert şeyleri bile gülerek söylediğimi, hiç yüksek sesle kavga etmediğimi bilirler. Ama söylerim. Bu benim öfke kontrolüm.
Hayatımın içinde iki kez, yakın planda iki ayrı obsesif kompulsif insanla ( ikisi de tanılıydı) çalıştım. Ve hayatımın 16 yılını öfke kontrolü yapamayan bir adamla yaşadım. Bu süreçler bana öfke kontrolü konusunda çok yardımcı oldu. Elbette öğrenmem gereken çok şey var daha. Hele de bu ülkede…
Bu ülke maalesef ki kötü yönetilen bir ülke… İdarecilerin çoğu öfkelidir. Hangi ortamda olunursa olunsun, yüksek egoları ile, öfkeleri ile hem bulundukları zemine, hem de ülkenin geneline zarar verirler.
Bambaşka bir ruh halidir öfke, keskindir… Ve gayya kuyusu gibidir.
Demosthenes bir meyhaneye girmiş, kimse görmesin diye arkalarda bir yer arıyormuş. Diogones bunu görmüş ve demiş ki; “ne kadar arkalara gidersen, meyhaneye o kadar girmiş olursun”. Öfke öyle bir şeydir göstermek istemedikçe derinleşir.
Hastalıkların en kötüsü yüzünü değiştirendir demiş Hipokrat. İnsanlara öfkeliyken ki yüzlerini göstermek gerekir belki de, yaşadıklarının bir hastalık olduğunu anlatabilmek için… Çünkü kabul edilmez genelde… Hele de öfke… Ego… Hırs… Suçlu arar, kendini görmez…
Öfke aslında çaresiz insanların seçimidir. Korkma, çekinme, tehdit ve baskı altında hissetme gibi başa çıkamama hislerinin doruğa ulaştığı, sonra bir şeylerin/birilerinin insanın üstüne pike yaptığı an patlar.
Elbette sinirler alınmış gibi yaşanamayacağından dozajına ince ayar çekilmesi fevkalade olur. Öncelikle öfkenin oluşmasını önlemek gereklidir. Çünkü var olduktan sonra kaçarı, göçeri yoktur. Sahibini ve önüne çıkanı tanımaz artık, içte hapsedilirse iç organdan yer, ömür kısaltır. Siz ondan kurtulmadıkça semirir, karakter özelliğiniz olur. Mazeretim var asabiyim der, sıyrılırsınız… Meşrulaştırırsınız ama illa ki zararını görürsünüz. Sırıtır. Gülünç duruma sokar. Egonuzla karışır kontrolünüzü kaybettirir.
Özetle bendini çiğner taşar. Öfke, acizliktir. Hiddet ve şiddet ise gücüm kuvvetim yerinde diye kişinin kendi sırtını sıvazlaması, yanağından makas almasıdır. Eğer ruhunuzu bunlar ele geçirirse önce uzaklara yönelir. Ama durmaz, sonra yakın planınızı da etkilemeye başlar. Bir gün bir bakarsınız ki sevmeye çalıştığınız, sizi sevmeye çalışan insanlara bile öfkelisinizdir. Çünkü insanlar bu yönünüzü görene kadar sevebilirler sizi. Sonra ise gittikçe sizden uzaklaşırlar. Aslında öfke mutlu bir yaşam şansını çöpe atmaktır. Huzuru, aşkı, sevgiyi, işi, eşi her şeyi tekrar tekrar kaybetmektir.
Eğer öfkenizi ve egonuzu tedavi etmezseniz, yüzleşmezseniz bir süre sonra bunları destekleyen şipşirin bir paranoyanız olur. Önce öfkenizle yakınınızdakileri zehirlemeye başlarsınız. Sizin öfkeniz onlarında öfkesi olsun istersiniz. Eğer olmazsa bu sefer onlara da öfkeli olursunuz.
Öfke insanı içten çürütür, yok eder, anlayamazsınız, farkına varamazsınız bile. Sanırsınız ki karşıdaki kişiye karşı duygularını boşaltıyorsunuz ve bu sizin beden/zihin sağlığını koruyor. Ama öfkeyle sadece kendinize zarar verirsiniz.
Öfke bana göre bir çeşit egodur ve törpülemedikçe gürleşir, çoğalır.
Öfke bana göre tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.
Andre Gide öfke için “Zekânın ateşini söndüren rüzgârdır” der. Gerçekten de öfkeli insanlar doğru karar vermek konusunda gittikçe başarısız olurlar… Önce sükûneti, sonra kontrolü kaybedeler.
“… Ve öfke gözleri kararttığında her şey mubahtır. Meşrudur her işiniz. Düşman belirlenir, saflar tutulur, kimseye bir şey anlatmanıza gerek yoktur. Söylemler parsellenir. Düşmana hak vereceğini düşündüğünüz her ima susturulur; susmuyorsa lanetlenir. Öfkenizi gayri-sahih gösterebilecek her sözü, karşı safın bir oyunu bellersiniz. Cepheler kurulduğunda, bunun adı savaştır. Elinizde ağır makineli silahlar, füzeler, roketatarlar yahut f-16’lar olmak zorunda değil. Çukurlar kazılmıştır bir kere, kimse kimseyi görmez. Kararan gözlerin zaten gördüğü yoktur da, sağa sola ateş açmaktır onun payına düşen. Savaş başladığında, herkes katildir.”
Demem o ki, yanlış yerde ve yanlış insana yönelen, kişiyi esir alan öfke gaflettir. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru hedefe gösterilen öfke; hayat kurtarır.
Öfkede en kritik detay; zamanlamadır.
Öfkesinin zamanlamasını ayarlayabilen insanın sırtı yere gelmez
Türk milleti maalesef bu konuda yerlerde sürünür. Türk erkeği maalesef bu konuda doğuştan hak sahibidir. Biz bu ülkede erkeklerimizi öfkeli oldukları için severiz, çekici buluruz.
Kabalıklarına, iticiliklerine aldırmayız, görmeyiz. Uyarıları dikkate almayız, aleni belirtileri görmezden geliriz.
Ya da halledebileceğimizi düşünürüz. Öfkeli erkeklerin bizimle sakinleşeceğini zannederiz. Alıcısı çoktur ama bırakanı da çoktur. Oysa öfkeli kadının alıcısı yoktur.
Benim kadın olarak büyüdüğüm gün hayatımda öfkeli bir erkek istemediğimi anladığım gündür. İnsan olarak büyüdüğüm gün ise hayatımdan öfkeli insanları temizlediğim gün olacaktır.
Yani;
Diyar gezmez bir usta’yım
Uzun zamandır susta’yım,
Kaderimizi de yazdın:
Sen us’tasın, ben sus’tayım…
- “Aidiyet” Ait Olmanın Tadının Kaçtığı Şeyler - 23 Aralık 2019
- Dedikodu - 17 Ekim 2019
- Anne var, anne var… - 19 Eylül 2019