Epeyce yıpranmış olan kabından plağı çıkardım, eski bir alışkanlıkla elimi yüzeyine değdirmemeye çalışarak kenarlarından tuttum, pikaba yerleştirdim ve iğneyi dinlemek istediğim şarkının başladığı çizgiye koydum. Çıtırdayarak dönmeye başladı:
Nasıl oldu anlamadım tanıştık birdenbire
Nedenini sorma boş yere
Seni kucaklamak geldi içimden, kendimi alamadım
İştegeldim yanına
Anladım sendin aradığım hayatım boyunca
Kim koşup açmaz hemen aşk kapıyı çalınca
Seksenli yıllarda Ankara’nın en popüler plakçısı olan Tansel Plak’tan almıştım o plağı. On yedi, on sekiz yaşlarındaydım, hiç unutmam mevsimlerden sonbahardı, âşıktım ve Özdemir Erdoğan yüreğimin taa içine işliyordu. Geceler boyunca dinlediğim o şarkıları mırıldanarak okula gitmek üzere evden çıkıyor, hemen yanı başımızdaki İsveç Konsolosluğu’nun ağaçlarla dolu yemyeşil bahçesinin önünden geçerken kimselere görünmeden içeriye dalıp bir ağacın altında oturarak saatlerce hayaller kurmak istiyordum. Aşkla en ufak bir ilgisi olmayan dersler hiç ilgimi çekmiyor, bitmek bilmeyen o sıkıcı saatler sadece romantik mektuplar ve şiirler yazmama yarıyordu.
Bir Fransız filminin kimi zaman birbirinden kopuk gibi görünen planları gibiydi yaşadıklarım; elimde, aralarına mektuplarımı koyduğum ders kitaplarımla yürüyor, yerdeki sararmış yapraklara bastıkça beni bekleyen koca bir kışın kasvetli ağırlılığını üzerimde hissediyor, en azından ağzımı tatlandırmak için yolumun üzerindeki Tuna pastanesinden ekler alıyor, duygularımı ve sırlarımı paylaştığım kız arkadaşıma aşkın niye hüzün verdiğini soruyor, kitapçılara girip benzer duyguları kaleme dökmüş şairlerin kitaplarını arıyor, Aragon’un Elsa’ya olan aşkını dile getiriş tarzına hayran oluyor, akşam yemeğinde kilo verdiğimi söyleyerek tabağıma zorla üç-beş kaşık daha yemek koyan anneme çatıyor, yatağıma yattığımda yastığıma sarılarak ayrı düştüğüm sevgilimi hiç değilse rüyalarımda görmeyi diliyor ve yanı başımda dönmekte olan plağı defalarca başa almaktan yorulana dek dinliyordum:
Doğanın kanunudur herkes kendine benzer
Gönüller değirmen bendine benzer
Bazen yıldız olur erişilmez kendine
Bazen de söndürülmüş kandile benzer
O notalar ve o sözler duygularımın altını çizmek için yazılmıştı sanki. Özdemir Erdoğan, o besteleri yaşadığım aşka fon müziği olsun diye yapmıştı adeta. Ayrılıklar ve kavuşmalarla, küsmeler ve barışmalarla dolu bir aşk öyküsünün hem çok sıradan hem de çok özel anlarını yüreğime demirlemişti o notalar. Yıllar sonra dinlendiğinde, araya başka duygular girse ve zaman anıların çoğunu silse de, aynen kokuların yarattığı çağrışımlar gibi hafızayı canlandıran, kapandığı sanılan yaraları sızlatan veya paylaşılan mutlulukları yeniden hissettiren bir sihir yaratıyordu. Anlar, bir film karesi gibi beliriveriyor, o anlara ait duygular dalgalar halinde yayılmaya başlıyor, ruhun hazine sandığı açılıyor, hücreler hatırlıyordu yaşananları. Özlemle geçen bir kış, kavuşacak olmanın coşkusuyla karşılanan bir yaz ve onca aşka rağmen hiç beklenmeyen bir ayrılık…
Küçük balıkçı koyunda, biten bir aşkın ardından gözyaşları döken genç kız maviye boyanmış bir balıkçı teknesinde uyduruk bir teypten gelen cızırtılı şarkıları dinliyor, denizden ağları çeken yaşlı balıkçı yosunlarla dolu gri sulara bakarak haykırıyordu:
– Lanet olsun, deniz de kirlendi artık, hiçbir şey eskisi gibi değil!
Balıkçıya fark ettirmeden gözlerinden akan yaşları siliyordu genç kız ve o da bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını düşünüyordu. Çocukluğunun geçtiği balıkçı koyuna çöken hüzün tüm hücrelerine işliyor, yüreğini dağlayan aşk acısı on yedi yaşının cıvıl cıvıl duygularını kara bir bulut gibi kaplıyordu.
Yalnız yaşamak zor, beklemek ondan da zor
Çektiklerim artık yeter, gel benimle ol
Ve bir gece balıkçı kızı çağırıp ona bir sürprizi olduğunu söylüyordu. Birlikte yan koylardan birine yürüyorlardı. Balıkçı, bir tepeye çıkartıyordu kızı, az ötelerinde duran bir evi işaret ediyordu. Kız, ne olduğunu anlamaya çalışarak eve bakıyordu. Evin balkonunda saçları dökülmüş, gözlüklü bir adam oturuyordu elinde gitarıyla. Balıkçı, kulaklarını iyice açıp dinlemesini istiyordu kızdan. Kız, nefes bile almadan duruyordu öylece ve balkondaki adamın şarkısını duyuyordu:
Mantık, irade, kuvvet sevinci pek işlemiyor
Canım senle olmak istiyor
Plak çıtırtılar çıkararak dönüyordu pikapta ve ben, yıllar önce yaşadığım aşk acısını bana hiç fark ettirmemesine rağmen kendi acısıymış gibi hisseden ve beni aynı yerde yaşadığımızı sonradan öğrendiğim Özdemir Erdoğan’ın evine götürüp uzaktan da olsa şarkılarını dinlettiren yaşlı balıkçıyı düşünüyordum. Hayat, hep birilerini özlemek demekti belki de kimbilir… Ve her şeye rağmen güzeldi…
Bu ateş ki gönlüne düşmemiş olan varsa
Yaşadım der mi ki bin yıl yaşasa
Sevgi yüceltir kişiyi, ruhuna can verir
Sonunda ızdırap, çile de olsa
- İnsanlık Adına Utanıyorum - 25 Temmuz 2024
- Zihinsel Obezite - 20 Haziran 2024
- “Hayatımı Yazsam Roman Olur” - 25 Mayıs 2024