Gezi Parkı Direnişi, 2013 yılında Türkiye’de adalet, özgürlük ve çevre savunusunun sembolü olarak ortaya çıktı. Ancak bu direnişin ardından gelen yargı süreci, hukuksuzlukla şekillenen bir sürece dönüştü. Bugün, Gezi Davası nedeniyle tutuklu bulunan Mine Özerden, Çiğdem Mater, Can Atalay ve Tayfun Kahraman tam 1000 gündür özgürlüklerinden mahrum. Osman Kavala ise tam 2637 gündür haksız bir şekilde cezaevinde tutuluyor.
Bu süreç, adaletin temel ilkelerini yerle bir eden kararlarla dolu bir yargılama tarihine işaret ediyor. Gezi Davası’nın 25 Nisan 2022’deki karar duruşmasında ağırlaştırılmış müebbet ve 18’er yıl hapis cezaları verilmesi, toplumun vicdanında derin bir yara açtı. Yargıtay’ın bazı kararları bozmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali tespitlerine rağmen, bu tutukluluk hali hâlâ devam ediyor.
Hukukun Üzerindeki Baskı ve Adaletin Sessizliği
Gezi Davası avukatlarından Deniz Özen’in ifade ettiği gibi, bu dava “baştan sona bir hukuksuzluklar silsilesi” olarak tarihe geçti. Can Atalay’ın milletvekili seçilmesine rağmen serbest bırakılmaması, Anayasa Mahkemesi kararlarına açıkça uyulmaması, Türkiye hukuk tarihinde belki de ilk kez yaşanan bir durum. Hukukun üstünlüğü ilkesinin çiğnendiği bu süreçte, yalnızca yargılama değil, aynı zamanda toplumsal vicdan da ağır bir darbe aldı.
Atalay’ın serbest bırakılması gerektiğine dair verilen üç Anayasa Mahkemesi kararı hâlâ uygulanmış değil. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Kavala için verdiği ihlal kararına rağmen tutukluluğun devam etmesi, Türkiye’nin uluslararası hukuk normlarına bağlılık konusundaki samimiyetini sorgulatıyor.
Hukuksuzluğun İnsanlara Etkisi
Tayfun Kahraman’ın cezaevinden gönderdiği mesajda söylediği gibi, bu süreç sadece hukukun değil, insanların da adalete olan inancını zedeliyor. Kahraman, “Bir ağaç kadar tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine yaşayacağımız bir ülke, ancak yanlışa birlikte itiraz ederek ve doğruda buluşarak mümkün” diyerek, toplumun dayanışma gücüne vurgu yapıyor.
Tayfun Kahraman’ın eşi Meriç Demir Kahraman, yaşanan bu haksızlığın çocukları üzerindeki etkisini “Kızımız Vera tam anlamıyla babasız büyüyor. Her görüşten sonra ‘Babamdan ayrılmak istemiyorum’ diye koluna yapışıyor” sözleriyle dile getiriyor. Bu, sadece hukuksuzluk değil, aynı zamanda bir ailenin bölünmesi anlamına geliyor.
Gezi’nin Mirası ve Dayanışma
Gezi Parkı Direnişi, yalnızca bir çevre mücadelesi değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmanın, hak ve özgürlüklerin savunusunun bir sembolüydü. Bugün de bu ruh, haksız yere tutuklu bulunanların serbest bırakılması için yükselen dayanışma çağrılarında yaşamaya devam ediyor.
Bu süreçte, hukuksuzluğa karşı ses çıkarmak, yalnızca tutukluların değil, adaletin onurunun da savunulması anlamına geliyor. Bu davanın bir an önce son bulması, yalnızca mağdurlar için değil, Türkiye’nin geleceği için de kritik bir önem taşıyor.
“Geç gelen adalet, adalet değildir.” Ancak bu gecikme, asla sessizliği haklı kılmamalıdır. Adalet, su ve hava kadar yaşamsaldır ve herkes için eşit bir şekilde sağlanmalıdır.
- Sol Parti’den Tarihi Geri Dönüş, AfD’den Endişe Verici Yükseliş: Almanya’nın Siyasi Kırılma Noktası - 23 Şubat 2025
- Hitler’in Kayıp Düşman Listeleri: Nazilerin Siyasi İntikam Arşivi Ortaya Çıktı - 23 Şubat 2025
- İletişim Başkanlığı’nın ‘Dezenformasyonla Mücadele’ Bütçesi: Örtülü Sansürün Ağır Maliyeti - 23 Şubat 2025