Nefret söylemi ve ayrımcılık

Toplumsal kutuplaşma ve ayrımcılık, tabandan gelen bir olayın veya bir öfkenin siyasete yansımasından değil, iktidarın ve ona bağlı yandaş medyanın gücünü kullanarak sürekli ve sistemli bir şekilde algı yönetimi yaratmasından kaynaklanıyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanların hiçbir şeyden sakınmadan bizzat kişileri, etnik, kültürel ve inanç gruplarını hedef göstermeleri, ifade ve basın özgürlüğünü dikkate almadan iktidara karşı yapılan eleştirileri “vatan hainliği” olarak ilan etmeleri, siyasal ve toplumsal alana katlanarak yansıyor. Ayrıştırma, ötekileştirme ve düşmanlaştırma çabalarına dönüşen nefret dili ve söylemi toplumun kutuplaşmasına yol açıyor. İktidarlar, anayasa ve yasalarda açıkça belirtilmiş olan “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçu işlemekten çekinmiyor. Toplumsal linç olayları da devletin hukuken ve siyaseten yapamadığını kitlelere yaptırması şeklinde gelişiyor.

En etkin siyasal ve kültürel iletkenlerden biri olması nedeniyle medya, toplumsal çeşitliliği ve farklılığı öne çıkarmaya gücü olduğu kadar, toplumsal çelişkileri ve çatışmaları sıradanlaştırma ve yayma konusunda da son derece etkili ve yönlendirici oluyor. Demokratik tarzda ilerlemesi gereken siyasal ve toplumsal süreci sabote etme sadece eylemle olmuyor, yazı ve konuşma dili de provokasyona ortam hazırlıyor. Bu nedenle özellikle devletin tepesinde bulunanların sosyal barışın dilini kullanmaları, itici, kışkırtıcı savaş dili kullanmaktan kaçınmaları önem taşıyor. Nefret dili ve söylemi olağanlaştıkça, toplumun vicdanını ve ruhunu esir almış gibi farklı etnik, kültürel ve inanç gruplara ve kişilere her gün yeni bir saldırı, ölüm ve katliam korkusu yaşatıyor.

Nefret söylemi, “Belirli bir grubu ya da kişiyi, ırk, cinsiyet, yaş, ulus, sınıf, cins, dil, din, mezhep, politik görüş, cinsel yönelim, mesleki, fiziki veya zihinsel engel gibi konularda aşağılamak veya tehdit edecek tarzda tavır ve davranış sergilemek” şeklinde tanımlanıyor. Siyasal bilimcilere göre nefret söylemi, muktedir olanın kendi iktidarını muhafaza etme yollarından biri. Ayrımcılık ve nefret söyleminin temelinde iktidarların bu çabası var. Nefret söylemini üreten devlet ve hükümet organlarıdır. Sermaye gruplarının ellerinde bulunan ve iktidara göbek bağıyla bağlı olan ana medya bir araç olarak görev üstleniyor. Karşılıklı çıkarlara dayalı kutsal bir görev anlayışıyla davranan yandaş medya ise, ırkçı, mezhepçi, ayrımcı provokatif dili, komplocu ve kumpasçı yayınları ile toplumda nefret ve kutuplaşmayı körüklüyor.

Bu bağlamda son zamanlarda yinelenen “yerli ve milli olmak” söylemi, toplumu ayrıştıran ve saflaştıran bir nefret dilidir. “Yerli ve milli” söylemini Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk kez 20 Eylül 2015’de şöyle açıklamıştı: “1 Kasım seçimlerinde TBMM’ye hangi partiden olursa olsun fark etmez, 550 tane yerli milli bedeni ve kalbiyle bu ülke için çalışacak milletvekili göndermenizi istiyorum. Siz sandıkta iradenize sahip çıkar, Meclis’e yerli ve milli vekil gönderirseniz gerisi çok kolay. Gün bölücülük değil, fitne değil, kavga değil birleşme kenetlenme hedeflerimize odaklanma günüdür”. Erdoğan’ın her fırsatta dillendirmeye devam ettiği bu etnik ve dini milliyetçilik söylemi, egemen ulus ve devlet şovenizmini yücelterek diğer milliyetleri, inançları ve kültürleri ötekileştiriyor.

Afrin’e yapılan “Milli mutabakat” harekatı, bu söylemi daha da genişleterek savaşa karşı çıkan herkesin “yerli ve milli” olmamakla suçlanmasına yol açtı. Suriye “ılımlı muhalefeti” olarak tanımlanan El Kaide ve IŞİD artıkları Cihatçılar da bu kavram içine alındı. AKP milletvekili Burhan Kuzu, “ÖSO Suriye’de tamamen yerli ve milli bir milis kuvvettir” diyerek sorunu sınırların ötesine taşıdı. Oysa TDK sözlüğü bu iki kavramı şöyle tanımlıyor: Yerli, “Yurt içinde yapılan veya bir yurdun kendi özgün niteliklerini taşıyan”; Milli ise, “Milletle ilgili, millete özgü, ulusal” olan demektir. Bu nedenle “yerli ve milli olmak” kavramı nefret söylemi ve ayrımcılıktan başka bir şey değil.

Şaban İBA