Bir yanda çocukları için ülkeyi terk etme planı kuranlar bir yanda Batılı bir ülkenin yurttaşlığına geçmek için malını mülkünü satanlar… Aslında ülkenin geleceğinden umudunu kesip başka diyarlara yelken açanların hepsi aynı kategoride değil. Mesleğini yapmakta güçlük çekenler, özgürlüğünü tamamen kaybetme riski olanlar geçici işleri ve kaygan statüleri göze alıp ülke dışına gidiyorlar. Kimisinin şansı yaver gidiyor kimisi büyük zorluklarla yüz yüze kalıyor. Ama Türkiye ile gönül bağlarında en ufak bir azalma yok.
Lüks tüketimleri ve izole hayatlarına rağmen “Türkiye’de yaşanmaz” diyen azınlık ise sermayelerini çoktan güvenli limanlara taşıdılar. Varlık göçü sıralamasında İstanbul yukarılara tırmanarak 7. sıraya ulaşmış durumda.
Kaynaklarını Avrupa ya da Birleşik Arap Emirliklerine taşıyanların arasında, rejimin imkanlarıyla servetine servet katanlar da var. Onlar bile büyük rant sağladıkları rejime güvenmiyorlar. Üstelik ilk kategoridekilerin aksine memlekette olup bitenler umurlarında değil.
Erdoğan ve çevresi sermayeyi içeride tutmak adına türlü taktiklere başvuruyor ama sonuç alamıyor. Neden mi? Çünkü kaos bu rejimin “fıtratında” var. Dışarı sermaye akışı hızlandıkça kaosun derinleşme ihtimali de artıyor. Tam bir kısır döngü!
Buna rağmen tek adam düzeni mutlu bir azınlığın rejimi olma özelliğini günden güne arttırıyor. Tüm kaynakların Saray’dan dağıtılması neticesinde yandaş şirketler kamudan ihale alanlar arasında dünya rekoruna koşuyor.
Limak, Cengiz, Kalyon gibi şirketler 3. havalimanı gibi iş cinayetlerinin ayyuka çıktığı projelerle zenginleşiyor. Üstelik şimdilerde askeri fabrikalar da Saray’a yakın şirketlere peşkeş çekiliyor. Sakarya’daki tank palet fabrikasının teslim edileceği iddia edilen Sancak’ın BMC’si krizi fırsat bilerek çok sayıda beyaz yakalı çalışanını işinden etti. Şeker fabrikaları fiyaskosu ortadayken benzeri uygulamaların tekrarlanması krizin ortasında yeni işsizler yaratmak demek.
Kabinesini iş adamlarından oluşturan Erdoğan yakın çevresinin zenginleşmesini teşvik ediyor. Otelleri için imar affına başvurduğunu söylemekten hicap duymayan Turizm Bakanı şimdilerde de Bodrum’da sit alanı olan bir koyu kendi otelini yaptırmak amacıyla imara açtırdığı iddiasıyla gündemde. Diğer bakanlardan da aynı “performansı” bekleyebiliriz. Böylece kabine oluştuğunda “işi ehline verdiler” diyerek propaganda yapanların riyakârlığı da tescillenmiş oldu. Cumhurbaşkanı, kararnameyle kendi yardımcısının ve bakanların hem emeklilik maaşlarını hem de halihazırdaki görevlerinden dolayı maaş alabilmelerini mümkün kıldı. İhtiyaçları mı var, yok elbette ama itiraz edenine rastlamadık. Üstelik emeklilikte yaşa takılan yurttaşların talepleri “çifte maaş mı alacaksınız” denilerek reddedilmeye devam ediyor. Bu rejim “şirket gibi yönetmekten” yurttaşı fakirleştirip yandaşı zengin etmeyi anlıyor.
Yandaşın cebini vergilerimizle dolduran iktidar aklımızla dalga geçercesine düzenlemeler yapıyor. Dolar düştü zamları geri alın baskısı karşısında konutta yüzde 10 indirim yaptık diyor ama dağıtım bedelinin üzerine yüzde 15’lik fark koyuyor. Elektrik dağıtım şirketini vatandaştan daha çok düşünen, kaşıkla verdiğini kepçeyle alan iktidar, yerel seçim öncesinde TUİK’e talimat vererek, rakamlara takla attırarak “krizden çıktık” izlenimi yaratmak istiyor. Ama herkes cebine girenin ve cebinden çıkanın farkında.
Başa geri dönelim. Bizim dışarıya kaçıracak servetimiz yok, bu rejimin mutlu azınlığı da değiliz. Aksine iktidarın yoksullaştırdığı, güvencesizleştirdiği, umutsuzluk iklimine sürüklediği milyonlarız. Yalnız olmadığımızı anladığımızda, gerçeğin altında ezilmeyip onu değiştirme gücünü topladığımızda, küsmeyip karınca misali çalıştığımızda bu sömürü, yalan düzeni değişecek.
- Yönetim krizinde son perde: Acemilik, kibir ve öfke - 14 Nisan 2020
- Özgür bir memleket için boykotun ötesine geçelim - 10 Şubat 2020
- Bir kuşak laikliğin değerini bu iktidar yüzünden öğrendi - 14 Ocak 2020