Mutlakıyet’e ya da padişahlık rejimine dönüş

Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi Türkiye’de yeni değil. Tek partili dönemde Atatürk, hem Cumhurbaşkanı hem de CHP’nin başkanıydı. 1930’da, “Ben CHP’nin Genel Başkanıyım. Bu teşekküle tarihten bağlıyım. Bu bağı çözmek için bir sebep ve icap yoktur ve olamaz” demişti. 1931 Kurultayı’nda CHP’nin daimi genel başkanı ve partiyi kuran kişi olarak tanımlandı. Atatürk’ün ölümünden sonra 1938’deki 1.Olağanüstü Kurultay’da “Partinin kurucusu ve ebedi başkanı Türkiye Cumhuriyet’inin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Partinin değişmez Genel başkanı İsmet İnönü’dür” şeklinde karar alınarak “Ebedi başkan Atatürk” ve “Değişmez başkan İnönü” dönemi başladı. 1946’da yapılan 2. Olağanüstü Kurultay’da “Değişmez genel başkan” ifadesi, “Genel başkan” olarak değiştirildi. 1947 Kurultay’ında ise, parti genel başkanının cumhurbaşkanı olması halinde genel başkan vekilliği getirilerek İnönü partinin “Fahri başkanı” oldu.

27 Mayıs darbesinden sonra yapılan anayasa ile “tarafsız ve yetkisiz cumhurbaşkanlığı” statüsü getirildi. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da, “yetkileri olağanüstü artırılmış ve başkanlık sistemine benzer” bir değişiklik yapıldı. Evren’le başlayan süreçte hukuken olmasa da fiilen partili cumhurbaşkanlığı dönemi başladı. 2014’de Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin ardından 16 Nisan 2017 referandumu ile “Türk tipi başkanlık” dönemine geçildi.

14 Mayıs 1950 de yapılan genel seçimlerde iktidara gelen Demokrat Parti (DP)’nin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar, partili cumhurbaşkanlığı sistemini sürdürerek ana muhalefet partisi CHP üzerinde baskı yöntemleri uyguladı. Ayrıca düşünce ve ifade hürriyeti konusunda kısıtlamalar getirdi. DP’ye karşı üst perdeden muhalefet yapan İnönü, kendisine CHP’nin tek parti dönemini hatırlatan DP’lilere mecliste, “Aramızdaki farkı bilelim. Biz Mutlakıyet’ten bugüne geldik, siz ise Mutlakıyet’e doğru gidiyorsunuz” diyerek, burjuva parlamenter sisteme geçişteki rolünü anlatmıştı.

1876’da 1.Meşrutiyet’in ilanından sonra yürürlüğe giren ilk Türk anayasası Kanun-i Esasi ile Osmanlı Devleti’nde parlamenter sisteme geçiş süreci başladı. 69’u Müslüman ve 46’sı Müslüman olmayanlardan 115 Mebus ve 32 Ayan üyesinden oluşan Umumi Meclis’in açılışında Padişah Abdülhamit, “Medeni devletlerin ilerlemiş olmasının ve memleketlerinin emniyet ve bayındır halde bulunmasının en önemli nedeni, yapılacak iş ve hazırlanacak kanunlarda herkesin fikrinin alınmasındandır. Bundan dolayı bizde de ilerlemenin bu yolda aranılmasını ve memleket kanunlarının herkesin oylarıyla belirlenmesini gerekli gördüm ve Kanun-i Esasi’yi ilan ettim” demişti. Rusya ile devam etmekte olan savaşın kaybedilmesini bahane eden Abdülhamit, 6 ay sonra Umumi Meclis’i feshedip istibdat yönetimini sürdürmesine karşın, 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanının ardından azınlık milliyetlerin de dikkate alındığı çok partili dönem başladı. Cumhuriyet’le birlikte tek partili döneme, 1946’dan sonra da bugünkü çok partili döneme geçildi.

AKP’nin 2014’den beri dillendirdiği söylem, genel hatlarıyla CHP’nin tek parti dönemini hatırlatıyor. Erdoğan’da Atatürk’e öykünüyor. AKP tüzüğünde yapılan son değişiklikler, yani işareti “Rabia” olan tekçi anlayış, “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” gerçekte “tek adam” yönetimini tanımlıyor. 1937’de CHP’nin 6 ilkesini anayasa hükmü haline getirilmesi gibi, önümüzdeki süreçte AKP’nin bu 4 ilkesi de anayasaya girebilir.

Bakmayın AKP’lilerin Osmanlı sevdalarına ve Abdülhamit güzellemelerine. Aslında Abdülhamit Osmanlı rejiminin geleceğini padişahlık ya da başkanlık rejiminde değil, Batı medeniyetinde ve parlamenter sistemde görüyordu. Mutlakıyet’ten Meşruti Mutlakıyet’e geçişten 140 yıl sonra Erdoğan, Türkiye’nin geleceğini “Türk tipi başkanlık” sisteminde ve tek adam rejiminde görüyor. Bu siyasal adım Mutlakıyet’e ya da padişahlık rejimine dönüş anlamına geliyor.

Şaban İBA
Latest posts by Şaban İBA (see all)