“Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine çöker.*”
Tarih ve zaman inanılmaz bir paralellikte akar… Tarih, zaman ve hatta mekanlar bile geçmişin anılarıyla vücut bulurlar. Özellikle, ekonomik ve toplumsal buhran dönemlerinde geçmiş yeni kılıklara bürünürek, kendi çağının özgün koşullarını taşıyan farklı karakterlerde tarih sahnesinde boy göstermeye başlar. Bu tarihin bir tekerrürü mü yoksa kısır döngüsü mü? Her iki durumda da kendini yineleyen bir döngünün çemberinin ortasında kalır insanlık. Bu çemberin her zerresinde kötülüğün sıradanlığı vardır. İnsanlık tarihi, bu trajedilerin tarihidir aynı zamanda.
Avrupa’daki son gelişmeler haliyle insanlık tarihinin bu kısır döngüsünü hatırlatarak, kaygı verici bir durum haline geliyor. İkinci emperyalist paylaşım savaşının ardından ilk defa aşırı sağın bu denli yükselişinden bahsediyorum elbette. Bundan dolayı, bu hafta sonu Almanya Federal Meclis’i seçimleri hepimizin ilgi odağındaydı.
Almanya seçimlere giderken, 16 şubat günü Paris’in 10’nuncu bölgesinde bir grup neo-nazinin sloganları D’hauteville sokağında yükseliyordu. İkinci emperyalist paylaşım savaşı yıllarında nazi faşistlerinin işgaline karşı direnen bu kadim şehirin sokaklarında yankılanan neo-nazi sloganları ve sosyalist gençlere dönük saldırı, bir an zamanın kısır döngüsünde yeniden doğan bir heyulayı hatırlatıyordu. 16 şubat günü, Türkiyeli Göçmen İşçiler Kültür Derneği’ne (ACTİT), Fransız neo-nazi bir grup olan KOB WEİLLE tarafından saldırılmış ve CGT’li bir Fransız sosyalist genç bu saldırıda yaralanmıştı.
Bu faşist saldırının ardından, dinginliğinden sıyrılırcasına ayağa kalkan Paris, binlerce kişi olup “faşizme karşı omuz omuza” diye haykırarak sokaklara döküldü.
Paris’te, neo-nazi gruplar kendi çağının özellikleriyle yeni bir kılıkta tekrar tarih sahnesine çıkarken, Berlin’de on binlerce kişi aşırı sağın yükselişine karşı sokaktaydı. Almanya Federal Meclis seçimleri öncesi, aşırı sağcı AfD’nin (Almanya için Alternatif Partisi) yükselişine karşı, Almanya’nın birçok şehrinde sağ politikaları protesto etmek ve demokrasiyi savunmak amacıyla on binlerce kişi sokağa çıktı.
Almanya’da sandıklar açıldığında, Avrupa’da siyasetin nasıl şekilleneceğine dair endişeler artıyordu. Alman Parlamento seçimlerinin kesin sonuçları muhafazakâr Hıristiyan Demokrat – Hıristiyan Sosyal Birlik İttifakı’nın (CDU- CSU) yüzde 28,5 ile en yüksek oy oranına sahip olduğunu gösteriyor. İktidardaki Sosyal Demokratlar ise yüzde 16,4’lük oy alarak kendi tarihlerindeki en kötü sonuca tanıklık ettiler. Yeşiller, yüzde 13,2’lik oy alırken, solcu Die Linke yüzde 8,8 ile beklenenden çok daha iyi bir performans göstermesi sol içinde umudu arttırdı. Aşırı sağcı, ırkçı ve göçmen karşıtı politikalarıyla öne çıkan AfD ise yüzde 20,8 oy alarak ikinci parti durumuna geldi.
21.yüzyılda faşizmin heyulası Batı demokrasinin üzerinde dolaşıyor gibi… İtalya’da Giorgia Meloni’nin başbakanlığının ardından, Avusturya’da aşırı sağın birinci parti seçilmesi, Amerika’da Donald Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesi, bir de Trump’un sermayedar kankası Elon Musk’ın nazi selamı ile dünya genelinde aşırı sağa ve faşizme selam çakması, ardından Almanya’da her beş seçmenden birinin AfD’ye oy vermesi, geleceğe dair kaygı verici elbette. Daha doğrusu hepimizin kaygılanması ve üzerine düşünmesi gereken bir durum. Tarihin tekerrürüne ve kısır döngüsüne yenik mi düşeceğiz yoksa birlikte bir mücadele örmeyi başarıp karşı mı duracağız?
Hani ikinci dünya savaşına dair filmler seyrettiğimizde yahut romanlar okuduğumuzda hep sorarız ya : “Nasıl olurda bu kadar insan Nazilerin peşinden gider?” Ya sessiz kalanlar… Tarihsel sürecin gelişimini görmesine rağmen tedbirsizlik içinde bekleyenler… Fırtınanın gelişini öngöremeyenler… Okuduğumuz kitaplar üzerine bu sorular çerçevesinde çok tartışmışızdır. Zaman ve tarih geçmişi kuşanıp bir heyula olarak dolaşmaya başlamışsa, belki de kendimize bazı soruları sormanın vakti gelmiştir. Bu heyula kendi bağrında hortlamak isteyen faşist bir ideolojiyi barındırıyor.
Bugünden üzerine düşünüp kafa yormazsak, bugünden kolektif aklı devreye sokmazsak, farklılıklarımıza rağmen bir araya gelmeyi başaramazsak, yarın, gelecek nesiller bizden de hesap soracaktır.
Kötülüğün sıradanlaşmasının çarkında, bu çarkın bir dişlisi mi olacağız, yoksa en baştan itirazımızı yükselterek, bu çarkın döngüsüne engel mi olacağız?
* Karl Marks – Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i
- Avrupa’da Bir Heyula Dolaşıyor - 26 Şubat 2025
- Karanlığın Gölgesinde Kadınlar - 12 Ocak 2025
- Okyanusta Bir Damla - 3 Ocak 2025