Toplumsal değerleri ve kurumları insanlar inşa eder. İnşa faaliyeti ya bir özleme uzanma şeklinde ya da yaşanan duruma tepki olarak ortaya çıkar. Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşum değerleri tarihsel koşulların toplumun önüne koyduğu koşullarda duyulan özlem üzerinde yükselmiştir. Parçalanan imparatorluktan bir ulus-devlete yönelmek siyasi alan yapılanmasıdır, devlet yapısının hukuksal temelleri ise sosyolojik alan yapılanmasıdır. Her ne kadar hukuksal yapının Batıdan aktarıldığı şeklen doğru ise de, alttan alta tırpanlama ve toplumu gerileştirici tüm çabalara rağmen sistemin bir asra yaklaşırcasına uzun süre ayakta durması, ulus-devlet oluşumunun siyasi ve sosyolojik temellerinin çağın gelişmelerine uygun olduğunu göstermektedir.
Milliyetçiler ulusal mülk yağmasına karşı çıkamamıştır
Toplumu gerileştirici tüm akımların bir arada ya da ayrı ayrı etkilerini zaman içinde yoğunlaştırmaları ve toplum üzerinde oldukça etkili olmaları bizatihi söz konusu akımların gücünden çok, ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilememiş ve ülkenin Batının çevresel konumlu ekonomisi olma özelliğinden kurtulamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bundan dolayıdır ki, söz konusu akımların hemen hiçbiri toplum üzerinde mutlak egemenliğini oluşturamamış, her biri kendi alanında hâkimiyet odakları oluşturma yoluna giderek zaman içinde bata çıka yol almışlardır. Bunun en bariz sebebi de, bizatihi söz konusu akımların ekonomik koşulları ve dünya ekonomisi gidişatını göz ardı etmiş olmasıdır. Şöyle ki, gerek milliyetçi görüşler, gerek İslâmcı ve dinci görüşler ekonomiyi ihmal ettiği sürece kendilerinin iğreti birer üst-yapı kurumu olma özelliklerini kavrayamamışlardır. Örneğin milliyetçi görüşler özelleştirmelerin gerekçesini idrak edememiş ve ulusal mülk yağmasına karşı çıkamamıştır. İslamî görüşler de emek sömürüsü ve aşırı kâr olgusu gibi kapitalizmin tüm aletlerinin boyunduruğuna girmede beis görmediği gibi, bundan azami yararlanma yoluna gitmede de hiçbir ihmal göstermemişlerdir. İşte tarikatların savrulduğu ekonomik bataklığın ve savruldukları çirkin iç kavgalarının durumu! Çünkü bu akımlar ekonomiyi düşünce ve eylem alanlarından dışladıkça, ekonomi ve sömürü onların içine sinmiş ve dokusal özelliklerini yok etmiştir. Tüm bu sosyal dokular da adaletten yoksun oldukları gibi, kapitalizmin eteğinde savrulurken daha da derin adaletsizlik çamuru yaratır hale gelmişlerdir.
Özelleştirmeyi kabullenen bir milliyetçilik batıldır
Adalet her toplumun vazgeçilmez kutsalıdır. Adalet mülkün temelidir. Adalet kutsal inancın temel buyruğudur. Hal böyle ise, adaletin neye bağlı olduğu irdelenmelidir. İşte burada ekonomi devreye girmekte ve ekonomiyi dışlayarak hüküm vermeye kalkan tüm sosyal dokuları ve oluşumları batıl inanç örtüsü ile örtmektedir. Özelleştirmeyi kabullenen bir milliyetçilik batıldır. Kendi iradesinin tek temsil yeri olan parlamentonun üzerinde ya da ona eş değerli tek ve mutlak adam yönetimini kabul eden, diğer bir deyişle kendi iradesini reddeden bir insan hür olamaz, böyle toplumda insanın kutsallığı söz konusu değildir. Hür olmayan insan düşüncesinde, kararlarında, hatta ibadetinde de özgür olamaz. Özgür olmayan insanların oluşturduğu toplumlarda doğaldır ki, adalet de olmaz. Zira adalet, insanlar arası ilişkilerde müsavat ve hakkaniyet ölçüsüdür. Özgür iradeye sahip olmayan insanlar topluluğu çağdaş cemiyet olmaktan uzak, güdülen cemaat topluluğudur. Böylesi güdülen insanlar yaptıklarından sorumlu olmadıklarını düşünebilirler, ancak temel kabahatleri olan irade devri sorumluluğundan kesinlikle kurtulamazlar. İradesini tek adama devreden insanlar ile kolektif iradeyi sorumsuzca uhdesine aktaran siyasi irade arasındaki sorun adalet sorunudur. Geçmiş dönemlerin feodal yapılarından ya da krallıklardan günümüzün çağdaş toplumlarına geçişte parlamentoların oluşumu ve bütçe hakkı, idare edenler ile halk arasında adalet köprüsü kurulması ile ilgili çok önemli ve vazgeçilemez aşamalardır. Bundan dolayıdır ki, cumhurbaşkanının parlamentonun kabul ettiği bütçeyi reddetme yetkisi yoktur, çünkü mülk cumhurbaşkanının değil, halkındır. Bundan dolayıdır ki, Varlık Fonu’nun parlamento dışında ve denetimden muaf ihdası adalet ilkesine aykırıdır. Cumhurbaşkanı ve siyasiler sadece emanetçidir, zamanı gelince kendilerine emanet edilen bazı yetkileri halkın seçtiği yeni temsilcilere devretmek mecburiyetindedirler. Yine çağdaş devlet yapılarında adalet gereğidir ki, yargı erki yasama ve yürütme erkinden bağımsızdır. Cumhurbaşkanı da dâhil hiçbir siyasinin yargı kararlarını kabul etmeme gibi bir yetkisi kesinlikle yoktur! Tüm bu çağdaş demokratik kurumların ortadan kaldırıldığı yapılarda somut olarak adalet araçları olabilir, yargıçlar da olabilir, ama soyut anlamda adalet olamaz, tüm bu araçlar adaletten yoksun siyasiye hizmete yönelik araçsal kurumlar olarak çalışır. Çünkü atama ve denetim sistemi yukarıdan aşağıda sistemle kurulmuştur. Böyle bir sistemi kuranlar da, aynen işletenler gibi, teknik hukukçu olabilir, ne hazindir ki toplumun hukuk eğitimi verdiği bu zevat da adalet ve çağdaş devlet yapılarından nasibini almamış, toplumu emperyalizmin boyunduruğu altına almada beis görmeyen bazı canlılardır. İşte “adalet” talebi yürüyüşü bu bakımdan çok önemlidir ve toplumumuz için tarihsel dönüşüm basamağında can suyu niteliğinde görülmelidir.
O solculara Marx ne derdi
Adalet yürüyüşü, toplumsal değerlerin inşasında ikinci unsur olan yaşanan duruma tepki niteliğindedir. Bu itibarla, adalet yürüyüşü çok doğal olarak her eleştiriye açık olmakla beraber, yaşanan toplumu köleleştirici duruma tepki özelliği ile kesinlikle ihmal edilmemelidir. İçinde bulunduğumuz zifiri karanlıkta ve ülkemiz ve insanımız sonucu meçhul bir karanlığa sürüklenirken, böylesi kalkışa burun kıvırmanın hiçbir makul gerekçesi olamaz.
Sol veya sair herhangi bir görüş açısından da durum farklı değildir. Evet, her solcu bilir ki, adalet ve hukuk sisteminin çok temel alt-yapısı iktisattır, üretim ilişkisidir. Öyledir de, bir toplumsal mücadelede kademeli yürüyüş izlenebilir. Toplumsal bilinç üretim ilişkisi üzerinde yükseliyor ve devrim sanayileşmenin en ileri aşamasında öngörülüyor olmakla beraber, bilinç oluşturmanın başka yolları da niçin yaratılmaya çalışılmasın ki! Belki de, bugün bazı sol çevrelerin hemen her oluşumu küçümseyici düşüncelerini ve kavgalarını Marx yaşamda olup dinlemiş ve görmüş olsa idi, vaktiyle söylediği gibi: “Eğer siz buna Marksizm diyorsanız, ben Marksist değilim!” diyor olabilirdi. Ulus devlet döneminde ve o çerçevede oluşan mantık neden küreselleşme ortamında, merkez dokudan ziyade, bir çoban marifeti ile emperyalizmin ateşine sürüklenen çevre dokularda oluşmasın ki!
Türkiye’nin günümüzde adalet arayışı, kendi eli ile tek insan yönetimine sorumsuzca teslim ettiği siyasi irade kaybı ve bunun sonuçları ile ilgilidir. Açıktır ki, bu dar anlamda adalet arayışıdır. Siyasi irade kaybının sonucunda oluşan tek adam yönetimi siyasi iradeyi yargı sorumluluğu altına alabildiği gibi, halkımızın bir bölümünün verdiği oylarla parlamentoya girmiş olan siyasi organı da nerede ise parlamentodan kovabilmiştir. Parlamento ortamında önü kesilen, parlamentoda özgür iradesi ile görüşlerini tartışmadan yoksun bırakılan bir siyasi irade eğer başka kanallar aramaya girişirse, bu sorun en uç hali ile değil, nasıl oralara getirildiği süreç ile irdelenir, sorumlusu ona göre saptanır. Adalet budur! Adaletsizliğin en had safhada yansımasında adaleti aramak ve konuyu salt o noktaya teksif etmek de adalet aramaktır, ancak bu eksik sorgulamadır. Günümüzün siyaset dışı tüm arayışların sebebi siyasetin tek adam yönetimindeki işletiliş yanlışlığının sonucudur. Şu hale göre adaleti oluşturmada birinci aşama tek adam yönetimi ile halk arasında aksak-topal da olsa çağdaş Batı toplumları benzeri dokusal yapı oluşturmaktır. Bunun yolu, gayrimeşru ve hak ihlali ile uygulamaya koyulan çarpık referandum sonucunun reddidir. Ancak, kapitalist sistemde bu birinci aşamadır. Adaletin gerçekleştirilmesinin asıl ayakları olan sömürünün kaldırılması ve halk iradesinin parlamentoya yansıtılarak gerçek anlamda halk yönetiminin yaşama geçirilmesi gibi oluşumlar uzun ve çok daha bilinçli emekçi-toplumsal mücadeleyi gerekli kılmaktadır.
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024