Tanrısallaşmak

‘‘Aradığınız hayatı asla bulamayacaksınız. Tanrılar insanı yarattığında insanın payına ölüm düşmüştür ve tanrılar, hayatı kendi ellerinde tutmuşlardır.”

Kral Gılgamış ebediyete dek yaşamak fikriyle bir arayışa girer, ancak, yukarıdaki sözler onun muvaffakiyete eremeyeceğini, çabalarının sonuçsuz kalacağını öğütler, çünkü ölümsüzlük safi tanrısal bir istidattır. Bu yalnızca Şark’ın Gılgamış destanında böyle değildir, keza Yunan Mitolojisinde sonsuz yaşam gene tanrılarla sınırlıdır, hatta denebilir ki onların tek ayırt edici tarafıdır. Anadolu uygarlıklarında da ölümsüzlüğün tanrılara ait olduğu inancını görmek mümkündür. Misal, Hitit krallarından biri öldüğünde onun tanrılaştığına, böylece, ölümsüzlüğe kavuştuğuna inanılırdı.

Geçmiş de kolektif inanç, ‘‘ölüm insan için mutlak olandır’’ yönündeydi. Gayet tabii sonrasıyla alakalı sayısız söylence mevcuttu: Ebedi hayata intikal etmek (ahiretçilik), fiziksel prangalardan kurtulan ruhun özgürleşmesi (pythagorasçılık), hiç olmak (nihilizm)…

İşin bu kısmına girmeyeceğim, izah etmeye çalıştığım, insanla ölüm arasında şöyle bir mukavele vardı: Tanrı ölümsüzdür, insan ise ölür.

‘‘Ölüm, her insanın payına düşen bir yazgıdır; kimse ondan kaçamaz.’’
-Homeros

“Aslında ölüm insanın Tanrı’ya dönmesidir; çünkü geçici yaşam sona erer, sonsuz hayat başlar.”
-Aziz Augustinus

Ancak zaman aktı, inançlar, öğretiler değişti… ve insan şımardı. Müspet bilimlerin devrimleriyle şımarıklığı gittikçe arttı ve sonunda hayallerinin ulaşılması güç doruklarına tırmanırken gözünü ölümsüzlüğü keşfetmeye, ölümü alt etmeye, deyim yerindeyse tanrısallaşmaya dikti. Bryan Johnson don’t die diyerek yalnızca ferdiyetindeki bir ideali ifade etmemektedir, doğrusu, dünyanın pek çok bölgesinde buna teşebbüs etmek uğruna halihazırda tesisler bulunmaktadır. Yuval Noah Harari, Homo Deus adlı yapıtında bu meseleyi, ölümsüzlük için atılan adımları, icatları irdelemektedir. Nanoteknoloji, kriyojenik, gen tedavisi… Bilhassa milyarderlerin, gezegeni sömürerek zenginleşen servet düşkünlerinin bu hedefin gerçekleşmesi maksadıyla yapamayacakları hiçbir şey yoktur.

Bunu ahmakça buluyorum. Ölümü alt etmeyi düşlemek ahmakça… çünkü bana kalırsa ölüm insanın tanrısıdır, yürekten söyleyebilirim ki kurtarıcısıdır, insan ölümü yenerse kurtarıcısız, tanrısız kalacaktır, mahvolacaktır.

Bir düşünün, ütopik yerleşkedesiniz. Bu hayatta elde etmek istediğiniz her şey orada emrinize amade… Ayrıca ölümsüzsünüz. Sonsuz mutluluk, aşk, zenginlik. İyi ama insan en nihayetinde ne kadar sürdürebilir bunu? Diyelim ki bin yıl! Ancak sonsuza değin mutluluktan, aşktan sıkılmaması, ebediyen aynı hazzı alması düşünülebilir mi? Çok lezzetli olsa bile her akşam aynı yemeği yiyen insan, bir gün bıkıp da tası duvara fırlatarak kırmaz mı? Kuşkusuz kırar. Bu yüzdendir ki insan, kaçınılmaz olarak, sonunda anne kucağını, yani bilinçsizliği, olmamaklığı sonsuz mutluluğa, aşka tercih eder.

Yaşam, son tahlilde hiçbir çekici yanı olmayan, durağan, sıkıcı ve gerekçesiz acılarla dolu bir yapıyken, bilinçsizlik bu anlamsız yapıyı yıkan tanrısal araçtır.