Mitolojide insanları yaşama karşı motive eden şahane hikayeler var. Edebiyat ve sanatın hemen hemen her dalı mitolojiden beslenir. Ben sevdiklerimi yitirdiğim zamanlarda rastladım bu ırmağa. Unutmak istiyordum çektiğim acıyı. Acıyı unutturacak bir şeyler mutlaka olmalı diyordum. Lethe ırmağı gibi. O ırmaktan bir yudum su içmek, yüzmek insanın çektiği bütün acıları ve hatırlamak istemediği şeyleri unutturuyormuş. Ya da Yunan Tanrısı Hypnoz olmak ve unutmak BÜTÜN ACI HATIRALARI…
Sanki unutursak her saniyemiz mutlu geçecekmiş düşüncesi de garip değil mi? Şimdi geçmişe bakıyorum da boşuna aramışım LETHE IRMAĞINI. Hafızama kazınan geçmişi hiçbir ırmak silemez, Hypnoz benim derdime deva olmazmış.
Hafızamız o kadar muhteşem ki geçmişi unutun tamamen silin demiyor bize. Ama şunu diyor; geçmişle barışın yoksa yol alamazsınız. Yoksa hepiniz Lethe ırmağından bir yudum içmek istersiniz. Kral Hypnoz olmak istersiniz. Diyar diyar gezersiniz nafile…
O kadar usanmışız ki birbirimizden kiminle yan yana gelsem “ ıssız bir dağ başında” yaşamaktan dem vuruyor. İnsanların vefasızlığından, dürüst olmadığından, çok yorulduklarından söz ediyorlar. Sanki dağ başına gidip orada yaşamaya başlamakla her şey yoluna girecekmiş gibi. Sanki geçmişlerini arkalarında bırakırken hiç arkalarına bakmayacaklarmış gibi. Sanki şu dünyada hiç sevdikleri yokmuş gibi.
Bir yudum suyla, hypnozla neden biz biz olmaktan çıkalım ki?
Hangimiz hayatın itiş kakışıyla boğuşmuyor? Çünkü meşguliyet bizi yaşama bağlıyor. Meşgul olduğumuz sürece yaşamıyor muyuz? Önemli olan sevdiklerini çabucak gözden çıkarmamak. Kendi gerçeğimizle yüzleşmek! İşte çoğumuzun yapamadığı cesaret edemediği Yüzleşmek.
Bir telaş bir doymazlık, bir önemlilik hissi sarmış ruhumuzu. İşte bu düşünceler yiyip bitiriyor bizi. Elbette yeryüzündeki her canlı önemlidir. Ama insanın kendine bu kadar önem atfetmesi gerçekten yıkıcı. Sürekli önemli yanlarımızla böbürleneceğimize birazcık yontabiliriz kendimizi. Sürekli eleştirmek, sonra yargılamak bütün ilişkileri zehirlemiyor mu?
Hiç baktınız mı etrafınıza?
Kendine bu kadar önem atfetmeyen, geçmişle barışmış insanlar daha mutlu yaşıyorlar. Onlar da ölümü, hastalığı, yıkımı, kıyımı bir dönemde olsa yaşadılar, yaşamayanlar duydular. Sürekli geçmişin acılarını öne çıkaran, kendini sürekli mağdur gören, geçmişin acılarından yıkımlarından beslenen mutsuz insanlarla yaşamak gerçekten zor.
Yaşama hiç hazırlıklı değiliz.
Karşılaştığımız en ufak zorluk karşısında çuvallıyoruz. Lethe ırmağından bir yudum içmek için neler yapmıyoruz neler… Sonsuza kadar yaşamayacağımızı bildiğimiz halde vazgeçmemiz gereken şeylerden vazgeçmiyoruz. Beraberliklerimize bakın; Kapıyı sürekli aralık bırakıyoruz. Daha iyisi daha iyisi…. Kapıyı aralık bırakmamızın nedeni; Korkularımız ve doymazlığımız, sevgisizlik. İçimizdeki doymazlık hissini korkularımız besliyor çünkü.
Kapıyı kapatanlara bakalım; sendikada çalışırken sık sık söylerdik; “Gemileri yaktık geri dönüş yok.” İşte gemileri yakanlar kapıları da aralık bırakmayanlardır. Cesur ve sevgi dolu insanlardır. Körü körüne bağlandığımız inançlar hayatımızı yaşanmaz kılıyor. Gulliver’in Gezileri kitabını okuyanlar bilirler; Konusu her zaman güldürüyor beni. “iki ülke rafadan yumurtanın tepesinden mi yoksa dibinden mi yenmesi gerektiği üzerine savaşırlar.” Günlük hayatımıza baktığımızda da yaptığımız sohbetlerde, tartışmalar da Gulliver’in hikayesinden farksız değil inanın.
- Yazar Takdir bekler mi? - 14 Ağustos 2024
- Kör İnanç ve Terör - 4 Ekim 2023
- Z Kuşağı ve Deprem! - 9 Şubat 2023