Kürdün Özgürleşme Talebi, Türk’e İhanet midir?

Önce Kürtlerin özgürleşmesine, özyönetim, özerk yönetim taleplerine hangi gerekçelerle karşı çıkıldığını topluca görelim.

En başta; Türkiye’nin bir demokratikleşme ve emperyalizmin egemenliğinden kutuluma sorunu olduğundan hareketle Kürtlerin bunu bir kenara bırakarak, deyim yerindeyse görmezden gelerek kendi özgürlükleri için mücadele etmek istemeleri (ediyor olmaları) kabul edilmeyerek, egoistçe bir tutum olarak değerlendiriliyor.

Biraz daha soldan bakanlar ise; insanlar (emekçiler)  olarak insanlığın özgürleşmesi mücadelesinin içinde yer almak gerektiğini, her hangi bir grubun, kimsenin kendisinin özel konumunu öne çıkarma, bunu kuralın bir istisnası yapma hakkına ve lüksüne sahip olamayacağı, yapanlarında geçek bir özgürleşmeye varamayacağı şeklinde ifade ediyorlar.

Sistem içinde Kütlerin özgürlüğünü istemesi ve Türkler ile eşit konuma gelmeyi talep etmeleri, mevcut düzenin, devletin baskıcı kimliğini baştan kabul etmek anlamına geldiğini, bunun aynı zamanda emperyalizmin boyunduruğunu da kabul etmek anlamına geleceği ileri sürülüyor.

Kürt hareketinin karşısında durmanın bahaneleri bunlarla sınırlı kalmıyor.

Devlete karşı özgürlük savaşı veren, öz yönetim, özerklik taleplerini dillendiren Kürdün, Türklerle eşit haklara sahip olmasının onu emperyalist boyunduruktan kurtarmayacağını, bunun gerçek anlamda bir özgürleşme olamayacağını ileri sürerek, mevcut durumu neden kabullenmediğinin anlaşılmazlığı dahi ileri sürülebiliyor.

Kürtlerin kendi özgürlüğüne düşkünlüğü hata egoistliği, Türkler ile birlikte ortak bir özgürlüğü savunmuyor olmaları, Türkler ile eşit konuma gelmeleri anlamına gelebilecek bir özgürlük, öz yönetimle yetinme isteği haklı olarak Türklerin onlara yardım etmelerini engelliyormuş.

Çünkü Türk devleti ancak Kürlere ayrıcalıklar tanıyabilir. Kürtler olarak Türklerin sahip oldukları haklara sahip olmayı istemek üstelik kendi feodallerine karşı, özgürlüğünü kazanmamış olan ve bu konuda bir mücadelede bulunmayan Kürtlerin Türkler ile eşit olmayı istemeleri çok da masum bir istek olarak görülmüyor. Kürt Siyasal Hareketi içinde yer alan kimi isimler art arda sıralanarak, bunların marabaları olan ağa, bey şeyhler olduğu ileri sürülerek bu tespitlerinde ne kadar haklı oldukları gösterilmeye çalışılıyor.

Türk devletinin mevcut yapısıyla, Kürtleri içermesi, özgürlük vermesi mümkün değil. Bu durumda, her özgürlük talebinin devletin, köklü yapısal değişime gitmesini zorunlu kılacağı gerçeğini; devletin yıkılması, bölünmesi olarak okumaya zorluyorlar. Bu okuma üzerinden, Türkler ile eşit olma ve özgürleşme talebinde bulunmayı, öz yönetim, özerlik gibi kavramların ağza alınmasını bölünme, ayrılma talebi olarak görüyorlar. Bunu dile getiren siyasilerin; ihanet içinde olduğu rahatlıkla ileri sürülebiliyor.

Bir yandan, Türklerin de bir özgürleşme ve demokratikleşme sorunu olduğu ileri sürülürken, diğer yandan bu özgürleşmenin önündeki engelin köklü yapısal değişimlerle aşılabileceğine itiraz edilmesi, başlı başına kendi içinde aşılması zor bir çelişkiyi ve kafa karışıklığını gösteriyor. Her yapısal değişimi, bölünme olarak okunmaya zorlama; özgürleşme ve demokratikleşmede çok da samimi olunmadığını gösteriyor. Özünde bu ipe un serme taktiği, mevcut sistem içinde kalınarak bir şeylerin yapılacağını ön görmekte. O da, hiçbir şey yapmamak, mevcudun kısmı düzenlemelerle korunması anlamına geliyor. Kürtlerin salt kendileri için bir özgürleşme ve demokratikleşme istemi içinde olduğunu ileri sürülerek, Kürtlerin özgürleşmesinin aynı zamanda Türkiye’nin özgürleşmesi, demokratikleşmesi olduğu gerçeği görülmezden geliniyor.

Devlet Türk, Kürt de Kürt kaldığı, asimilasyonu kabul etmediği sürece devletin ona özgürlüğünü vermesi kabul edilebilir bir şey gözükmüyor. Diğer yandan Kürtlerin de özgürlüklerini elde etmeleri hangi yolla olursa olsun kabul görmeyeceği ve mümkün olmayacağı öngörülüyor.

Yani kısaca Türk devleti, Kürtlere sadece Türk devletinin doğal refleksleri içinde davranabileceğini her fırsatta göstermekten geri durmuyor. Barış görüşmeleri bu eksene sıkıştırılarak sürdürüldü ve hızla savaş sürecine evrildi.

Devletin bu bilinen refleksleri, Türk aydınlarının dilinde biraz kılık değiştirerek karşımıza çıkıyor. Kürtlerin her özgürleşme talebi, özgür ve/veya özerk yönetim önerisi, zamansız, tahrik edici olarak bulunuyor. Yarım ağız “haklısınız” dendikten hemen sonra zamansızlığı üzerine kurulan ve bunun ihanet ve bölücülük olabileceği üzerine nutuklara dönüşüyor.

Hasan KAYA