Tam iki yıl önce bugün öğleye doğru Ankara Garı önünde çok büyük bir katliam yapıldı. Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi için toplanmaya başlamış kalabalığın arasına dalan intihar saldırısı eylemcileri, 102 kişiyi öldürdü, 500 civarında kişiyi yaraladı. Ve Türkiye yepyeni bir kavram kazandı. Mucidi kendisi mi yoksa AKP propaganda-dezenformasyon merkezinin kulağına fısıldadığını mı söyledi, bilmiyorum, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ilk kez “kokteyl terör” kavramını bu katliamın hemen ardından kullandı.
“Terör örgütleri arasında işbirliği yapıldı (…) Türkiye’de bir kokteyl terör terörü diyorum buna, hepsini karıştırarak bu işe kalkışıyor.” AKP üst aklının amacı bu katliamı yirmi gün sonraki seçimlerde oya tahvil etmekti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan birkaç gün sonra, daha açık konuştu: “Şurada, garın önünde yaşanan olay, terörün nasıl kolektif uygulandığını gösteren bir olaydır.” Halbuki bu kanlı katliamın IŞİD tarafından yapıldığının somut delilleri artık ortaya çıkmıştı. İktidar için ise “kokteyl terör”dü, çünkü tekrarını zorla dayattığı seçimleri kazanmanın bir aracıydı bu kavram.
Ankara Garı katliamı davası, 17’si tutuklu, 16’sı firari sanıklarla halen devam ediyor. Katliamın Türkiye’deki IŞİD örgütlenmesi tarafından yapıldığı konusunda herhangi bir kuşku kalmadı. İsmail Saymaz’ın geçen hafta yayımlanan kitabı, Türkiye’de IŞİD, bu kanlı örgütün Türkiye’de örgütlenmesi ve eylemlerine çiğ ve ürkütücü bir ışık tutuyor. Aylardır polis takibinde olan kişilerin eyleme geçmelerinin nasıl ve neden engellenemediği sorusunu birçok kez sormamıza yol açıyor.
Suruç, Ankara Garı gibi katliamların katıksız IŞİD eylemleri olduğu tamamen ortaya çıktı. Ama “kokteyl terör”, iktidarın ürettiği bir sis perdesi olarak işlevini görmeye devam etti. Başbakan Binali Yıldırım, 2016 Şubat’ında Ankara’da TSK mensuplarını hedef alan saldırının da “kokteyl terör” eylemi olduğunu iddia etti. 10 Eylül 2017’de, daha bir ay önce, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Karkamış’ta “DEAŞ, PKK, FETÖ örgütlerinin aslında bir kokteyl terör örgütleri olduğunu çok iyi görüyoruz” diyordu.
AKP güdümlü medyada bu “kokteyl terör” kavramı üzerinden yapılan çeşitlemelere, bunların insana parmak ısırtan hayal güçlerine insan gülüp geçer normal olarak. Ne var ki iş gülüp geçilecek gibi değil. Çünkü bu “kokteyl terör” kavramı olağanüstü hal hukukuna da nüfuz etmiş durumda. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, Adalet Bakanı’nın ısrarla varlığına işaret ettikleri bu suç profilinin, hukuk güvenliğinin ortadan kalktığı bir ortamda, ceza yargısında karşımıza çıkmaması şaşırtıcı olurdu.
Cumhuriyet gazetesi çalışanlarına açılan ve halen devam etmekte olan davada, iddia makamı sanıkları birden çok terör örgütüyle ilişkili olmakla suçlamaya çalıştı. Açılan dava, üç duruşmada bütünüyle çöktü ama dört arkadaşımızın tutukluluğu devam ediyor. İki gün önce, “kokteyl terör” iddiası bir başka iddianamede karşımıza çıktı. 3 Temmuz’dan beri tutuklu olan on insan hakları savunucusu hakkında hazırlanan iddianamede, “şüphelilerin iştirak iradesiyle üzerlerine atılı Silahlı Terör Örgütlerine (FETÖ/PDY, PKK/KCK ve DHKP/C) Yardım Etme suçunu işledikleri anlaşılmıştır” diyor iddia makamı. Ortada yardım fiilinin kırıntısı bile yok ama “kokteyl terör” örgütü heyulası var. Üstelik IŞİD eksik kalmış.
Keyfiliğin hüküm sürdüğü istibdat yönetiminin bir nişanesi olarak tarihe geçecek olan bu “kokteyl terör” kavramı, aslında bir gerçeği ifade ediyor. İktidarın yaptıklarının üzerini bir sis perdesiyle örtme ve toplumu susturma, pıstırma, terörize etme politikalarının önde gelen silahı olarak çalışıyor. Evet, Türkiye’de gerçekten bir “kokteyl terör” terörü hüküm sürüyor.
Kaynak: Cumhuriyet
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024