Cumhur İttifakı, üzerinde epeydir çalışmakta olduklarını basından öğrendiğimiz yasa teklifini 14 Mart’ta AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı ve MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın Meclis’te düzenledikleri basın toplantısının ardından 15 Mart’ta TBMM’ye sundu[1] ve teklif -mutat üzere- Anayasa Komisyonu’na[2] gönderildi. Elbette o saatten sonra da Cumhur İttifakı’nın on beş maddelik yasa teklifi, satır satır eleştirilmeye başladı.
Söylemeye gerek var mı bilmem ama bir yasa teklifinin önerdiği değişiklikleri anlayabilmek için, öncelikle teklifin değiştirmek istediği yasanın ilgili maddelerinin kapsamını, o yasal mevzuatın genel yapısını ve son olarak da o yasal mevzuatın tarihsel serencamını da iyi bilmek gerekiyor. Farklı bir şekilde özetlemeye çalışayım: İlk olarak, Cumhur İttifakı’nın söz konusu yasa teklifinin, basında neredeyse istisnasız bir şekilde yer aldığı haliyle -sadece- Seçim Kanunu ile ya da resmî adıyla zikretmek gerekirse 10.06.1983 Tarih, 2839 Sayılı Milletvekili Seçim Kanunu ile alakalı olmadığının -ki teklifin sadece ilk iki maddesi bu yasadaki değişikliklerle alakalıdır- altını çizmek gerekiyor. Nitekim yasa teklifi, 2839 Sayılı Kanun haricinde ayrıca (teklifin 3. maddesindeki öneri ile) 22.04.1983 Tarih, 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu, (teklifin 4., 5., 6., 7., 8., 9., 10., 11. ve 12. maddelerindeki önerileriyle) 26.04.1961 Tarih, 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunu ve (teklifin 13. maddesindeki önerisi ile) 18.01.1984 Tarih, 2972 Sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıktan ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunu üzerinde de değişiklikler önermektedir. İkinci olarak, her üç yasanın genel anlamda neyi nasıl düzenlediğini, geçmişten bugüne nasıl bir değişiklik serüvenine sahip olduklarını ve her bir değişiklik teklifinin neye tekabül ettiğini de not etmek gerekiyor.
Böylesi bir çabanın siyasî ve hukukî iki ayağının olduğunun da altını çizmek lazım. Bir başka ifade ile Cumhur İttifakı’nın teklifini hem “hukukî” açıdan hem de teklifin siyasî projeksiyonu, siyasî gerekçesi ve hedefleri üzerinden analiz etmek gerekiyor.
***
Yukarıda sıraladığım hukukî analizlere girişmeye formasyonum elvermez. Yasa teklifinin siyasî projeksiyonu, amacı ile ilgili hakkıyla bir analiz ise çok daha derinlikli bir çalışmayı iktiza ediyor. Bu yazıyı böyle bir analiz çabasına dair notlar olarak okumak en iyisi.
Bu hususta, Cumhur İttifakı’nın yasa teklifine dair ilk olarak şu noktanın altını çizmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum: Yasa teklifi İttifak’ın, gelecek seçimleri “kazanmak” için değil, kaybetmemek için çabaladığını gösteriyor -hayır, yok!, kesinlikle aynı anlama gelmez ama aynı kapıya çıkar.
“Kazanmaya oynamak” ile “kaybetmemek için savunmak” ve/ya “rakibi dağıtmaya yönelmek” arasındaki ilk farkın “psikolojik” olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Nitekim bu, Cumhur İttifakı’nın artık “oyun kurucu” olmadığını kabulü, inisiyatifin -topyekûn değilse de- Millet’e geçtiği, geçmekte olduğu anlamına da gelmektedir. Teklifin ilk maddesi -seçim barajının %7’ye düşürülmesi- hariç neredeyse tüm maddelerine bu anlayışın sindiğini söylemek zor olmasa gerek. Unutmadan, seçim barajı ile ilgili düzenlemenin yukarıdaki düşüncenin bir “istisnası” değil, “tamamlayıcısı” olduğunu düşündüğümü de belirtmeden geçmeyeyim.
Tıpkı, yüksek yargı organlarında kapsamlı değişiklikler getiren 2010 Anayasa Değişiklikleri (07.05.2010 Tarih 5982 Sayı) referandumu arasına sıkıştırılmış Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılarak Kenan Evren’e 12 Eylül Darbesi nedeniyle yargılama yolunun açılması önerisinde olduğu gibi, bu yasa teklifindeki seçim barajının düşürülmesi önerisi de Cumhur İttifakı için yaratacağı olumlu havanın dışında çok büyük bir etkiye sahip olmayacaktır: Böylece teklifin genel amacı örtülebilecek, ona, Türkiye’nin yıllardır üzerinde tartıştığı ve toplumda yaygın bir konsensüsün olduğu bir konuda “demokratik bir reform” yapıyor olma itibarı kazandıracaktır. Dolayısıyla artık bu yasa teklifine karşı çıkmak da iktidar tarafından kolaylıkla, “toplumun genelinin arzu ettiği seçim barajının düşürülmesi” kararına muhalefet etmeye, Türkiye’nin demokratikleşmesini istememeye tahvil edilebilecektir.
Yüzde 7 teklifinin, MHP’nin gelecek seçimlerde %10 barajını geçemeyeceği için önerildiği düşüncesi ise pek su kaldırmaz. Böyle bir düşünce husule geldiyse bile talidir, baraj düşürülmeden de oyları azalan MHP’nin TBMM’de tutunabilmesini sağlayacak birçok önlem vardır. Nitekim yine Cumhur İttifakı metninde yer alan “”İttifakın aldığı oy toplamı ülke barajını geçtiği takdirde, seçim çevrelerinde milletvekili hesabı ve dağılımı, ittifak içinde yer alan her bir partinin o seçim evresinde almış olduğu oy sayısı dikkate alınarak bu maddenin üçüncü fıkrasına göre yapılır” teklifinin de MHP’nin oy oranlarının TBMM sandalye sayısına daha etkin yansıyabilmesi açısından barajın düşürülmesinden daha fazla bir etkiye sahip olabileceği de söylenebilir. Nitekim MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız da yasa teklifini tanıtım için düzenlenen basın toplantısında bu maddedeki düzenlemenin amacını şöyle dile getirmişti: “Milletvekili seçim kanununda yapılacak değişiklikle siyasî partiler seçim bölgesinde gerekli oy oranına ulaşmadan içinde bulunduğu ittifakın oyundan faydalanarak milletvekili çıkaramayacaktır. Açık izahı budur. Türkiye genel barajını ittifak ile geçecek ancak milletvekili çıkarması kendi oyuna bağlı. Çünkü bu çok büyük haksızlıklara sebep olmuştur.”
Nitekim Ayşe Sayın’ın BBC’de yer alan haberine[3] göre, 2018 seçimlerinde bazı illerde, MHP ve AKP’nin artık oylar nedeniyle Millet İttifakı’na karşı milletvekili kaybetmesinin, bu düzenlemede etkili olduğu ifade ediliyor. Nitekim iktidar partisi kaynakları, son seçimlerde Elâzığ’da MHP’nin en yüksek oyu almasına karşın, artık oy avantajı nedeniyle daha düşük oy alan CHP’nin milletvekili çıkarmasını örnek gösteriyor. Gerek AKP ve gerekse MHP’nin özellikle İç Anadolu Bölgesi’nde Millet İttifakı’na karşı çok sayıda milletvekilini kaybettiği ifade ediliyor.
Yasa teklifinin “kaybetmemeye çalışma” hedefi o kadar belirgindir ki teklif, 3. ve 4. maddeleriyle post-HDP sonrası bir durumu dizayn etmeye, bundan azami çıkar elde etmeye yönelmektedir. Nitekim TBMM’de gurubu bulunan partilerin seçimlere katılabilecekleri hükmünün kaldırılması TBMM’de grubu bulunan HDP’nin, kapatılsa bile bir şekilde seçimlere katılma imkânını kısıtlamakta, “Seçime katılma yeterliliği elde eden parti, Siyasi Partiler Yasası’nda öngörülen ve parti tüzüğünde belirtilen süreler içerisinde ilçe, il ve büyük kongrelerini üst üste iki defadan fazla ihmal etmemiş olma koşuluyla seçime katılma hakkını muhafaza eder” (3. Madde) hükmüyle de kapatılmasının ardından HDP’nin geçebileceği ve bu yolla seçimlere iştirak edebileceği parti sayısını da mümkün olduğunca azaltmaya çalışmaktadır.
Yasa teklifinde yer alan 5., 6. ve 7. maddelerle yeniden düzenlenmek istenen il ve ilçe seçim kurulları da seçim sonuçlarına daha etkin müdahale edebilme yolları aranması çerçevesinde değerlendirilebilir. Bunu, seçimlere “yasadışı” değil, yasanın etrafından dolanan müdahale imkânları şeklinde okumak ve yine Cumhur İttifakı’nın stratejisini “kazanmak” yerine “kaybetmemek” üzerine bina ettiğinin bir örneği olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır: Başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partilerinin seçim günü sandık çalışması ve ıslak imzaların toplanmasının önemini henüz anlayamadıkları dönemlerde sandıklar üzerinde “etkin denetim” sağlayabilen AKP’nin seçimleri kolayca kazanabildiği ve olası itirazların dönemin enerji bakanı Taner Yıldız’ın ifadesi ile “Trafoya kedi girmiştir,” şeklindeki müstehzi açıklamalarla geçiştirildiği dönemlerden, 2018 Yerel Seçimleri’nde sandık önlemlerinin seçim sonuçlarını değiştirebildiğinin görülmesinin ardından dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz’un “Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler oldu,” şeklindeki çaresiz, çarnaçar ifadelerine geçilirken AKP, sandık ve sonuçlar üzerindeki denetimini, “yargı üzerindeki tahakkümünü seçimlere kanalize ederek” aşmaya yönelmektedir. Bu açıdan, il, ilçe kurullarının teşkiline dair değişiklik tekliflerinin, AKP’nin, 2010 seçim sonuçlarına dair mütehakkim açıklamalarından 2018 Yerel Seçimleri’ne dair -büyük şehirlerin, başta da İstanbul’un kaybedilişine dair- çaresiz kabullenişine ilişkin bir proaktif önlem olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür.
AKP’nin kazanmak yerine kaybetmemeye yönelmesi, stratejik olarak Millet İttifakı’nın elinin güçlü olduğunun da işaretidir. Ancak AKP’nin kaybetmemeye temayülü, her şeyin bittiği, seçimlerin çantada keklik olduğu anlamına da gelmez. Bu noktada, AKP’nin “kaybetmemeye yönelme” stratejisinin aynı zamanda kazanmaya dair farklı bir bakış açısı getirebileceğini, hatta bunun Cumhur İttifakı’nın kendi SWOT[4] analizini daha doğru yaptığının bir delili olarak okunabileceğini ve kaybetmemeye çalışmanın da doğru bir strateji olabileceğini akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Sonuçta, futbol jargonunda ifade edildiği gibi, “maç ortada”dır: Rakibin, kazanamayacağını anlayıp, kaybetmemek için oynamaya başlaması, senin kazanacağın anlamına gelmiyor. Kazanmak için oynarken kaybetmek de, kaybetmemek için oynarken de kazanmak mümkündür.
[1] TBMM Gelen Evrak, 15 Mart 2022 Tarih, 983564 Sayı.
[2] TBMM Anayasa Komisyonu, 15 Mart 2022, 2/4284 Esas No.
[3] Ayşe Sayın, “Seçim Yasası: AKP ve MHP’nin Meclis’e sunduğu kanun teklifi neler öngörüyor?”, BBC, 14 Mart 2022, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-60735346
[4] SWOT (Strengths, Weaknesses, Opportunities, Threats – Güçlü yönler, Zayıf yönler, Fırsatlar, Tehditler) kelimelerinin baş harflerinden oluşan ve kurumun, tekniğin, sürecin, durumun veya kişinin güçlü ve zayıf yönlerini, iç ve dış çevreden kaynaklanan fırsat ve tehditlerini belirlemek için kullanılır.