Beyaz ve titrek floresan ışığının aydınlattığı bir kare oda, bir fotoğraf karesine dönüşüp düşüverdi hatırıma işte bir kez daha. 12-13 yaşlarında olmalıyım en fazla. Annem fotoğraf karesinin sağında, dudaklarının arasına sıkıştırdığı toplu iğnenin arkasından bir şeyler anlatıyor babama gözlerini dikmekte olduğu lacivert ipekli elbiseden ayırmadan. Babamsa karenin solunda, içi çoktan geçmiş kömür sobasının son sıcağına yaslanmış, kucağındaki meyve kasesinde yer alan meyveleri soyup yememiz için tabaklara diziyor her akşamki gibi. Birbirine karışan elma ve portakal kokusu burnuma ulaşınca sahne tamamlanıyor. Sonra bir kare, bir kare daha…
Televizyon akşam haberleri seyredildikten sonra yine erkenden kapatılmış. Radyodan usul usul, hiç bitmese duygusu yaratan Muhayyer Kürdî bir şarkı (*) yayılıyor odanın içine. Türk Sanat Müziği’ni yeni yeni sevmeye başladığım yaşlarım…
Odanın karşı köşesindeki yuvarlak masada yüzüm anneme ve babama dönük olarak oturmaktayım. Önümde günlüğüm açık, her günkü benzer şeyleri ilk kez yaşamışım gibi heyecanla yazmaktayım. Bazen kurduğum hayalleri uzun uzadıya, bazen de o gün olan biteni bir çırpıda anlatıyorum günlüğüme. Sayfalar dolusu yazıyorum, yazmaya doyamıyorum ama yazmanın benim için bir alışkanlık haline gelmeye başladığını ve bunu kendimi tanımak için bir yol olarak seçtiğimi henüz bilmiyorum. Tıpkı başımda esip duran, beni bir hayalden diğerine savuran o tatlı, savunmasız duyguların adının ‘Kavak Yelleri’ olduğunu henüz bilmediğim gibi.
*****
Önümde günlüğümün açık olması ödevlerimi yine çabucak bitirmiş olduğumun işaretçisi. Ödev yapmayı ilkokulda sevdiğim kadar sevmiyorum; iyi notlar almayı da derslerinde başarılı abilerim kadar umursamıyorum artık. Zamanımın çoğunu okuyarak, hayaller kurarak, yazarak, müzik dinleyerek ve şarkı söyleyerek geçirebilirim mümkün olsa. Abilerimden küçük olanı bitişik odada üniversite sınavına hazırlanıyor. Üç kardeşin en disiplinlisi, çizgisini asla bozmayanı o. Büyük abim ise İstanbul’da üniversite öğrencisi; evin ‘Tatil olsa da gelse’ diye yolu gözleneni…
Ben ise evin hayalperestiyim. O, incecik bir camdan yapılmışçasına zarif, kolayca kırılmaya müsait duygu dünyamı sezinleyebilen tek kişi babam. Belki de bu yüzden narin bir çiçeğe gösterilmesi gereken özenle yaklaşıyor hep bana. İleride bir gün babam gibi bir erkeğe aşık olacağımdan o kadar eminim ki…
Başımı günlüğümden kaldırıp annemle babama bakıyorum. O an bana öyle geliyor ki annem sonsuz, babam sonsuz, ben sonsuzum, başımda esip duran kavak yelleri sonsuz…
*****
İnsanın kalan zamanını, yaşı kocaman sayılara ermesine rağmen o fotoğraf karelerindeki çocuk gibi sadece okuyarak, hayaller kurarak, yazarak, müzik dinleyerek ve şarkı söyleyerek gönlünce geçirmek istemesi, başının kemâle ermemesinden değil de bu dünyada sonsuz olmadığı gerçeğini artık daha sık hatırlıyor olmasından olabilir mi? İlk gençlik ve gençlik hatıralarını özlemle daha sık hatırlamaya başlaması kavak yelleriyle sarmaş dolaş olmayı özlüyor olması nedeniyle olabilir mi? Kavak yelleriyle sarmaş dolaş olmayı özlüyor olması ise içinde halâ yaşayan o deli aşığın mazide kalmasına (**) gönlü razı gelmediği için olabilir mi?
Peki ya bu gece vakti onca fotoğraf karesini önüme seren ve bana bunca sözü ettiren şey, bir yerlerden esip gelen bir kavak yelinin deli bir rüzgâra dönüşüp savunmasız duygularımı dört bir yanıma savurması olabilir mi?
Olur tabi, neden olmasın? Böyle bir şey bana da olur, sana da olur, ona da olur…
*****
Gözlerim gençlik karelerimden sıyrılıp içinde sadece benim yer aldığım bir fotoğraf karesine doğru kayıyor. Henüz deklanşöre basılmamış; bu fotoğraf karesinin de bir gün var olacağını şimdilik bir tek ben biliyorum. Nerede olduğunu bilmediğim ama neden orada olduğumu sezinlediğim bu evin hayalperesti de benim belli ki. Pencerenin önünde ayakta durmuş rüzgârla karışık yağan yağmurun hayatı temize çekmesini seyrederken her günkü benzer duygu ve düşünceleri, ilk kez fark etmişim gibi, hüzünle karışık bir tebessümün eşliğinde geçiriyorum aklımdan ve kalbimden. O an bana öyle geliyor ki her şey sonsuz… Birazdan camı açacağım. Toprağın kokusunun deli bir rüzgâr eşliğinde önce burnuma ulaşmasına, sonra eve usul usul yayılmasına izin vereceğim sahnenin tamamlanması için.
Elim pencerenin koluna giderken, “Herkesin içinde, o tatlı kavak yellerini çoktan unutmuş, belki hatırlamak ve yine yaşamak isteyen, belki hiç yaşama imkânı bulamamış ya da mutlu olmak için tek ihtiyacının kavak yelleri olduğunu bilmeyen bir deli aşık var mıdır acaba?” diye düşünüyorum.
Vardır tabi… O deli aşık bende de vardır, sende de vardır, onda da vardır. Neden olmasın?
(*) Unutulmaz Adınla Dudakta Kal Sevgilim olsun mesela bu şarkı… https://youtu.be/yD1nzHLFuBo
(**) Bu şarkı da esip geldi bir yerlerden bir deli rüzgâr gibi. Şarkı mı yazıya yoksa yazı mı şarkıya davet ettirdi kendini; bilemiyorum… Hangi şarkı mı? Onu bulmayı da bulmak isteyene bırakıyorum.
- Hatıralar - 1 Ekim 2024
- Doğruluk mu? Cesaret mi? – Elif Demirbaş Topçu - 2 Haziran 2024
- Onsuz da Olmay… - 4 Aralık 2023