Rıhtıma, o sonsuz boşluğa bakarken, kalbindeki kayalara çarpa çarpa ölü balıklarını kıyılara vuruyordu dalgalar…
Beşiktaş iskelesinden Kadıköy’e giderken her zaman yakaladığı huzurlu anın tadını çıkartmak için cam kenarı bir koltuğa oturdu. Şimdiki zamanın kırık dökük hüznü martı çığlığlıklarında feryat gibi sızlattı içini. Yalnız olmanın da burukluğuyla seyre daldı insan dalgasını. Anıları zehirli sarmaşık gibi ruhuna dolanmışken, “Anne bak!” diye bağıran çocuk sesi çekip alıverdi onu daldığı karanlıklardan.
Bir masal şatosunu andıran Haydarpaşa Garı’nı gösteren çocukla göz göze geldiğinde ortak bir düşte buluşmuş gibi hissetti Esin. Sanki aynı baharı yaşayan iki kelebektiler. Ve Rapunzeli -Sindirellayı hayal eden çocukla, rıhtımın altından Haydarpaşa Garı’na açılan gizli bir bölmeden süzülüp çıkarken deniz kızının şarkısını aynı anda işitip, dinlediler.
Bir çocuğu bile bu denli derinliğine çekebiliyor, diye düşündü Esin; göğsünden içeri derin bir keder çöktü , yapay bir ağırlık oldu yüzünde tebessüm…
İstasyonlarında insan vefasızlığının boş bekleme durakları; peronlarına trenlerin yanaşmadığı Haydarpaşa, diye düşündü derin bir iç geçirerek… Damarlarından kanı çekilmiş yaşlı, bilge bir kadın edasıyla duruyordu orada. Onun da içi yanıyordu mutlaka. Benim gibi.
Yaş aldıkça heybeti artan bu gar, zamanın haksız zaferine inat, bir tarih yolculuğuydu aslında. sürgünler yemişti kana kana, bağrında tutsaklığı ve özgürlüğü barındıran her kadın gibi ağlayan ve gülen çocuklarıyla yalnız ve metruktu Haydarpaşa
Çeyrek asır süren yolculuğun sonunda vapurdan indiğinde, çocukla yolları da ayrılmıştı. Artık ayrı düşlerin farklı zamanların yolcusuydular.
Binlerce ihanet ve sadakat , ayrılık ve kavuşma izleyen paslı raylarıyla Haydarpaşa geçmişiyle yüzleşmesine ve içindeki çocuğa doğru uzun bir yol olmuştu…
Şimdi buradaydı, babasını son kez gördüğü yerde ve hissediş olarak da neredeyse aynı zamanda…
Uzun sıska bedenî ve kısa kesilmiş saçlarıyla ilk bakışta bir erkeği andıran genç kızdan, onun iki koltuk ötesindeki, hafif toplu, dalgalı saçları beline dökülmüş belki de bir öncekiyle yaşıt olan kıza kaydı bakışları. Cam kenarında oturmasına rağmen denize hiç bakmayan kızın, o güne kadar hiç hayal kırıklığı yaşamadığını düşündü.
Bir eliyle kalem bulmak için omuzuna attığı sırt çantasını yoklarken diğer eliyle düşünce süzgecinden geçerken sağa sola savrulan harfleri toparlıyodu. Fakat
Çantasından hiç ayırmadığı karakalemi kötü bir rastlantıydı yanında yoktu.
Oysa şu an hem desen çizmek hem de not almak için zengin bir fırsattı.
Belki de doğanın insana bahşettiği gizli güç, ancak yaşamın zorlukları ve yenilgileriyle bize sunulan bir haktır diye not düştü zamana.
Bunu çocukluğundan beri yapıyordu. Kalemsiz resim çizmeyi babasının anılarını dinlerken öğrenmişti. Ancak tam bir kültür sevdalısı olan babasının “Yangını söndürelim derken tuz ile yakmıştık canını” sözlerine uzun süre anlam yükleyememiş ve kafasında resmini çizememişti.
Garın restorasyon çalışmalarında bir mimar olarak büyük emekleri olan babasının önceki taş ustalarının koyduğu her taşa bir ruha sahiplermiş gibi değer verdiği bu tarihi mekânda; resim sergisini açmak o büyük kahrolası yangına kadar en büyük arzusuydu. Ama çatının yangında ciddi hasar görmesi hayallerinin en azından bir süre için ertelenmesine neden olmuştu. Nikekim yangın bir süre için yaşamla arasına taş duvarlar örmüş, hatta babasıyla son bağını kopartıp atmaya kalkmıştı. Neyse ki geçti bu yeniklere özgü pisikoloji; bütün olumsuz koşullara, muhtemel bütün engellemelere karşı bir gün bu sergiyi açacağına olan inancı yeniden yeşerdi. Yalnızca kendisi için değil, özellikle babasının anılarının silinip gitmesini önlemek için istiyor bunu; unutmaktan korkuyordu. Öfkesinin yatışmasına da bu yüzden izin vermiyor zaten.
‘Haydarpaşa’dan, Anadolu’ya giden ve gelen seferler bir bilinmeze doğru yol almıştı,’ derdi babası. Neyse ki Esin, o bilinmezin dalgalarından kurtuldu.
Bir daha gelmeyeceğini düşündüğü Haydarpaşa Garı’nda duvarlara bakarken, bu ortak yalnızlıkta sağa sola savrulan harflerden biri gibi hissediyor kendisini; yüz yedi yaşında yorgun fakat tükenip gitmedi… ‘birçok yangının küllerinden yarattı insanoğlu kendi gerçeğini.’ Her zaman daha fazla hak veriyor babasına
Tükenmez kalemle çizdiği son resmine bir not düşecek:
Yalın ayak koşuyorlar
Bir yangından kaçar gibi
Yüzleri duman karası, bakışları donuk
kim bilir hangisi yaktı bu ateşi.
- Hatun Sebilciyan ve Sabiha Gökçen - 25 Ağustos 2023
- Metin Altıok’un en sevdiğim şiiridir “SARIL BANA” - 25 Haziran 2023
- Zihin ağrısı - 2 Eylül 2022