Güneş

(Sosyal medyada hemen herkes politik konularda yazma peşinde. Böyleleri, kendini politikanın bir aracı konumuna indirgemiş durumda. Ben de politikanın bir parçası, aracı, nesnesi olmaktan kopma peşindeyim. Egemenlikçi sistemin bizi hizaya sokmasına karşı çıkmanın bir/ilk adımı bu olsun diye düşünüyorum. Düzene gelmemek, hatta düzeni bozmak için reflekslerimizi değiştirmemiz gerekir. Bunu yapmak isteyen kişi şayet yazı faaliyeti içindeyse, o kişinin sözcüklerin refleksini bozmakla işe başlaması gerekmez mi? Gerekir ki, yazının gündemi değişsin, güneş doğsun sözcüklerin üzerine. Aşağıdaki yazı bu minvalde okunmalıdır.)

Homeros’u, Konfüçyüs’ü doğuran toprağa
Yönünü kaybetmiş olana
Yolunu bildiren.

Yanımdan değil, içimden geçen.

Sen, ey bereketli toprağın düşkünü
“Ey acı nedir bilmez, kan dökmez olan”
Tanrıların tanrısı
Sen Güneş değil misin?

Güneşin en büyük silahı, kendi gücünü üretmesi ve sahiciliği/taklit edilemezliğidir. Aslında onun kendisini anlatması için zekâ cambazlığına ihtiyacı yoktur. İnsan gibi verdiği sözde mahsur kalması mümkün değildir; onda her şey açık ve nettir. Tüm faniler için mürekkep şişesi gibidir güneş; kendisini ona batırmadan ne yapabilirler ki. Güneşin kadrajı, bir çiçeğin çiçekçiye başka, ressama başka görünmesi gibi bir şey değildir. Herkese aynı kıvamda ve aynı lisanda dokunur.

Güneş, zamanın yüzüne mührünü vuran tek güçtür. O, meziyeti yüksek, mükemmel mühür hem medenidir, hem de muhafazakârdır ama aynı zamanda da ilerici… Geceleri de gündüzleri olduğu kadar anlayışlı ve ölçülüdür. Önce dağları çırılçıplak yakalar gecenin koynunda, sonra insanların kapılarını çalması anlaşılmaz değildir. İçindeki yangının sırrı hâlâ çözülebilmiş değildir. Denizlerin, göllerin, gökyüzünün ve tüm derinliklerin mavi giysiler içinde cümbüş yapmasının sebebidir güneş. Pek soğuk, kasvetli günlerden sonra bile yeryüzüne kutsal bir neşe ve kardeşlik duygusuyla bereket yağdırandır. Dondurucu soğuğun o müzmin etkisinden bizi koruyan, saran, sarmalayan bir mutluluk çığlığıdır güneş. Geceleri pencereden odalarımıza yansıyan mahrem ışığın asıl sahibidir. Yeryüzünü, insan soyunun sanatına ilham olsun diye yarattığı da söylenir. 

Güneş hayatı yaşamaya uygun hale getirir; ondan dört mevsim yararlanmayı umarız. Üzerimizdeki örtüsü yazın farklı, kışın farklıdır. Ama asıl meziyetini yazın görürüz.

Kışın ağaçların çırılçıplak kaldığı vakit yüzünü göstermesi ne büyük sevinçtir… Karı, şırıltılı derelere, ormanlardaki pınarlara yönlendiren de yine ondan başkası değildir. Kışın olmasa da yaz mevsiminde bizi ısıtmaya kendini mecbur hisseder. Nasıl ki bazı zamanlarda Ay tutulmasına sebep oluyorsa, şairleri şiir tutulmasına maruz bırakır. Böylesi anlar, şair kesiminin kendi sefil özgürlüklerine dönme zamanıdır bir bakıma.

İlkbaharda, özellikle de kışın nasıl da dost canlısı ve insanidir. Ondan başka tarihi yoktur dünyanın diye düşünürüm. Kurdun, kuşun, gezginin, kısacası tüm canlıların yolu ona çıkar. Güneşin altında seyrine doyulmayan manzara, tüm canlılar için büyük bir mutfak hazırlığı gibidir. İnsan gücünün hüküm sürmediği bu tür yerler bir çeşit yeryüzü medeniyetidir.

Kışın, güneş biraz ihtiyarlamış, yazın şen şakrak bir genç gibi görünür bize. Soğuk havalarda bizi evlere hapseden yaşlılığının;,sıcak havalarda doğaya azat eden geçliğinin bir özelliği gibidir. O, insanların beklentilerini hiçe sayıp, doğanın, kendisinden yeni, taze beklentiler edinmesini sağlar. Doğanın tüm beklentisi, güneşin sağladığı motivasyondan başka bir şey değildir. İşte, güneşin, o sonsuz ve ebedi büyüklüğü de buradan gelir. “O, gerçeğin sözcüsü ve eylemcisidir.”

Doğa onun her mevsimdeki durumuna kulak kabartmayı iyi bilir. Bu yüzden her ikisi de yaşamın devamı için tam bir uyum içinde olmuştur. Doğanın, o kendine has bilgeliğin kaynağı, aslında güneşten başka bir güç değildir. Güneş varlıkların tek değerbilicisi, şaşmaz ölçücüsüdür… Doğanın tüm eğilimlerini o şekillendirmiştir.

Güneşi herhangi bir kanuna uydurmaya çalışmak çok saçmadır. Çünkü o kendi kendinin kanunudur. O kendi kendinin tanrısı, varlığının nedeni ve sonucudur.

Şunu söylemeden geçmeyelim ki, insan kültürüyle şekillenen bilincimiz her geçen gün bizi doğadan ve onun kaynağı olan gerçeklikten koparıyo,; yozlaştırıyor. Bu nedenle gerçekliğe dair eskimiş fikirlerimi çürütmek istiyorum; çürüttükçe yenileneceğimi biliyorum. Doğal denge de böyle değil mi? Bir taraftan çürüdükçe, diğer taraftan da çürüyenin içinden filizleniyor yaşam. Doğanın bir uzvu olan insanlar bu süreçten nasıl bağımsız kalabilir ki. Adına toplumsal yaşam dediğimiz, şu zehir kesesinden kendimizi pir-u pak olarak nasıl çıkarabiliriz; yenilenmeden nasıl aklayabiliriz kendimizi. Güneş benzeri kutlu bir ruhu yardıma çağırmadan…

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)