Fransa-Türkiye ilişkilerinde‘Biden faktörü’ devreyegirerken…

ABD’de başkanlık seçimleri gündeme gelir gelmez Avrupa Birliği, dünyanın farklı köşelerindeki devletler ve uluslararası kurumlar herhangi bir karar almak için seçim sonuçlarını ve yeni yönetimin paradigmalarının kesinleşmesini beklediler.

Bu bekleyiş seçim sonuçlarının açıklanmasıyla da sona ermedi.

Nitekim geçen yıl sonu 9-10 Aralık’taki AB zirvesi Türkiye’ye karşı uygulanacak yaptırımlar konusunda Biden ekibinin takınacağı tavra göre pozisyonunu belirleyeceği ilanıyla kapanmıştı.

Hem Biden’ın, hem de ekibinin ağır topları olan Anthony Blinken ve Jake Sullivan’in Ankara’ya karşı itirazlarının seçim sonrası gelişecek real politikaya dayanıp dayanamayacağı ise soru işareti idi. (Bu konuda Sullivan’ın 2018’de eski ABD’nin Türkiye eski büyükelçilerinden Eric Edelman ile birlikte yayınladığı ‘Turkey is out of control, time for the U.S. to say so’  başlıklı makale hatırlanmalı).

Taa ki son gelişmelerle, yani Biden’in Erdoğan’ı hala aramamış olmasıyla, Washington’un Türkiye’yle ilgili ilk açıklamalarını Osman Kavala’nın serbest bırakılması talebi ve Boğaziçi Üniversitesi mücadelesine hasretmesiyle  ‘Bidenturn’ün (siyasi virajın) Türkiye konusunda hangi yönde seyredeceği az daha belirginleşinceye kadar.

Biden hükümetinin bu tavrıyla eşzamanlı olarak Fransa-Türkiye husumetleri alanında da yeni bir cephe açıldığı söylenebilir. İki ülkenin şimdiye kadar dış politikayla (Yunanistan, Libya, Karabağ konularında ) sınırlı olan karşıtlıkları ve sürtüşmeleri sınırlarının içine de taşındı.

Journal du Dimanche (JDD) gazetesi 7 Şubat Pazar tarihli sayısında Türkiye’nin Fransa’da – ve Avrupa’da – Diyanet ve Millî Görüş’e bağlı dernek ağlarıyla ördüğü nüfuz ve etki alanlarını gözler önüne seren bir dizi makale yayınladı.

Kapaktan gayet dramatik bir ‘Türkiye’nin dinci ağlar üzerinden Fransa’ya nasıl sızdığı”nı ifade eden başlığıyla, beş sayfa boyunca yayınlanan bu dosyalar bir ilk değil.

Hatırlanacaktır, iki yıl önce haftalık dergi Le Point da ‘Diktatör Erdoğan’ başlığıyla yayınladığı dosyada Fransa’daki bu oluşumları ve Türkiye’nin bunlar aracılığıyla geliştirdiği olası bir ‘yumuşak güç’ü (soft power) konu edinmişti.

Ancak JDD baş makalesinin özelliği kaynak olarak doğrudan doğruya Fransa’nın resmî istihbarat kurumlarının belgelerini kullanmış olması.

JDD muhabirlerinin dosya haberi Fransız İçişleri bakanlığına bağlı Iç İstihbarat

Merkezi olan DGSI (Direction Générale de la Sécurité Intérieure), Dış Istihbarat Merkezi DGSE’nin  (Direction Générale de la Sécurité Extérieure) ve Polise’e bağlı istihbarat biriminin geçen sonbaharda – Ekim 2020’de – Elysée Sarayı’na, yani cumhurbaşkanlığına sundukları raporlara dayanıyor.

JDD nin bu haberleri resmî makamların rızası olmadan yayınlamış olması mümkün değil. Fransa resmî makamları iç siyaset alanında Türkiye’ye karşı saflaşmayı güçlendirecek yayınlara şimdiye kadar sıcak bakmamışlardı. Basın da aynı çizgiyi korumuştu. JDD’nin bu yayını artık bu tavrın terkedilmesine, başka bir yöne evrilmesine işaret ediyor.

ABD yönetimi ile ‘senkron’ da burada aranmalı. Evet, ‘JDD’nin yayını neden şimdi?’ diye bir soru sorulabilir. Ancak, şimdiye kadar gündemin ön sıralarında yer almıyordu. Bugün böyle çarpıcı bir şekilde sergilenmesi Türkiye’yle zaten gergin olan ilişkilerin bu konuyla daha da fazla gerileceğini öngörme anlamına geliyor, ki bunun da ancak Biden’in göreve gelişinin dolaylı etkisiyle mümkün olduğunu düşünmek çok yanlış olmaz. Yani Biden döneminin Türkiye’ye esen rüzgarlara yön değiştirdiği bilinci, Fransa-Türkiye ilişkilerinde açılmakta olan bu yeni sayfaya aykırı değil.

Aslında, derinleşmekte olan bu sürtüşmenin kökeninde Fransa’nın dinsel ayrılıkçılığa (séparatisme) karşı çıkarmakta olduğu kanun tasarısı (Loi sur le séparatisme) yatıyor. Bu kanun genel olarak Siyasal İslâm’ın ve başka ülkelerin

Fransa’ya gönderdiği imam ve eğitimcilerin ‘etkilerini sınırlama’ projesini içeriyor. Kanun, Fransa’daki Müslümanların dinî eğitiminin Türkiye ya da Arap ülkelerinden gelen imamlar tarafından değil de Fransa’da yetişen din adamları ve imamlar tarafından verilmesini öngörüyor. Bu da, yakın geçmişte Türkiye’den, Cezayir’den Fas’dan gelmiş olan 300 kadar imamın işlevsizleşeceği anlamına geliyor.

Bu kanun projesi çerçevesinde, Müslümanları temsil eden örgütlere Fransa’nın Cumhuriyet anlayışını ve vazgeçilmez ilkelerini yansıtan  bir metni imzalamaları teklif edilmişti. İfade edilen hedef, ‘aydınlanmacı bir İslâm’ oluşturmak. Kabul edilmesi gereken ilkeler arasında kadın/erkek eşitliği, İslam’ın siyasî emellere araç olamayacağı, yabancı ülkelerin Fransa Müslümanlarının işlerine karışamayacağı gibi şartlar yer alıyor.

Fransa’daki Müslüman kurumların en önemlisi olan Müslüman Fransız Konseyi

(CFCM) bu şartlar dizisini imzalamayı kabul etti. Türk Müslümanları Koordinasyonu (CCMTF) ile Fransa’da 71 cami ve 300 derneğin bağlı olduğu, onbinlerce üyesi olan Milli Görüş İslam Konfederasyonu (CIMG / Confédération Islamique Millî Görüş France) ise imzalamayı reddetti.

Doğal olarak, AKP yönetiminin Fransa içinde yayılan nüfuzuna darbe vuracak bu kararların Recep Tayyip Erdoğan tarafından hoşgörülmesi beklenemezdi. Nitekim, Başkan Erdoğan memnuniyetsizliğini kendi üslubuna uygun bir tarzda ifade etmekle yetinmedi; bir ‘misilleme’ olarak Galatasaray Üniversitesi ve Lisesi Fransız personeline yeni bürokratik kurallar getirildi, üniversitenin kurumsal kurallara uygun, doğru dürüst işlemesi zorlaştırıldı.

JDD’nin dosya haber dizisi, Fransa’nın, kendi sınırları dahilinde AKP Hükümeti tarafından kontrol edilen dernek ağlarında ve camilerde  ifadesini bulan nüfuz yayma eğilimini denetime almaya kararlı olduğunu, bunun için de bu etkinin sergilenmesine rıza gösterdiğinin ifadesi olarak okunmalı. Yani artan Fransa/Türkiye husumetinde yeni bir cephenin varlığının işareti olarak.

Kaynak: Ahval