Faşizm Üzerine Notlar (1)

Faşizm konusu bugünlerde yeniden dünya gündeminin baş sıralarına yerleşmeye başladı. Faşizan partiler, Batı ve Doğu Avrupa ülkelerinin yanı sıra ABD, Brezilya, Türkiye, Hindistan gibi ülkelerde, kiminde tek başına kiminde koalisyon ortağı olarak iktidara gelmekte, henüz iktidar olamadığı ülkelerde ise istikrarlı sayılabilecek biçimde güç kazanmaktalar. İlginç olan bir durumda, faşizme dayanaklı olduğu burjuva düşünlerce sıkça iddia edilen liberal demokrasinin beşiği Birleşik Krallık ve ABD’nin bu yeni faşizan dalganın en kuvvetli hissedildiği ülkeler arasında yer alıyor olması.  Gerek akademi de gerekse siyaset alanında bu partilerin faşist mi? sağ popülist mi? yoksa otoriter-muhafazakâr sağ partiler mi olduğuna ilişkin yoğun bir tartışma söz konusu. Her iki durum da açık biçimde faşizm üzerine bir netlik ihtiyacı olduğuna işaret ediyor. Gerçekten de faşizm konusu belli bakımlardan karmaşık; ama yine de, faşizm tartışmalarındaki karmaşanın, sorunun kendi karmaşıklığından öte nedenleri de var; ve hatta bunlar çok daha önemli görünüyor.  

Bu karmaşanın ilk ve en masum nedeni akademide, faşizmi, “siyasal-seküler din olarak faşizm”, “faşizm ve totaliterlik”,  “Weber’in karizma teorisi açısından faşizm” vb. gibi konuyla ilgisi ancak dolaylı-ikincil olabilecek alanlar üzerinden tahlil etme eğilimi. Bu çalışmalar faşizmin belirleyici karakteri konusunda bir netlikten azade olduğu için faşizm tartışmalarının eksik yanlarını tamamlayan çalışmalar olarak değil de bizatihi başlı başına bir faşizm tahlili olarak algılanmış, dahası, sıklıkla zaten bu iddiayla takdim edilmiş olmalarıdır. 

İkinci ve çok daha önemli kamaşa nedeni ise faşizmin bile isteye görünmez kılınmaya çalışılmasıdır. Konu üzerindeki liberal ve-ya muhafazakâr burjuva literatürü okuduğunuzda bu literatürün meseleye anlamak amaçlı olmak bir yana tam tersine meseleden kaçış literatürü olduğunu görmek hiç de zor değil. Bu literatürün temel motivasyonunun, faşizm konusundaki Marksist literatürün hegemonyasını itibarsızlaştırmak olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz.   Söz konusu literatürde Marksist faşizm anlayışı adeta yok sayılıyor; nadir değinmelerde ise “bu konudaki kaba Marksist yaklaşımlar” ya da “tek boyutlu basit sınıfsal analizler” vb. gibi aşağılayıcı üstten bir dil kullanılıyor.  Ne var ki bu “üst literatür”den maddi bilgi anlamında çok şey öğrenmek mümkünken, faşizmle ilgili sistematik, çok katmanlı ve açıklayıcı bir yaklaşıma rastlamak hiç mümkün değil.   Weber’in “ideal tip” yöntemini kullanarak sadece -ve nihayet- en kısa faşizm tanımı yapabildiği  (faşist minumum) için şu anda bu literatürü domine eden Griffin’e göre, faşizm  “ultra milliyetçiliğe ve palinjetik  (yeniden doğuşcu) efsaneye dayanan bir  ideoloji”dir. Bazı itirazlarla birlikte burjuva literatüründe  bir zirve sayılan ve  büyük coşku  yaratan bu tanım, faşizm hakkında bize hiçbir aydınlanma sağlamıyor; olsa olsa, literatürün faşizm konusundaki düşünsel  kısırlığını simgeliyor.  Bu kısırlık nereden kaynaklanmaktadır? 1-Faşizmin nedenlerinden ziyade nasılına yoğunlaşılması, 2- Faşizmin ne yaptığına değil ne söylediğine yoğunlaşılması… Faşizm konusunda bilimsel bir açıklama ve tanım için öncelikle birinciler olmak üzere her iki unsurun da göz önüne alınması gerekir oysa… Ama faşizme dair burjuva literatürün aşıl topuğu, kısırlık kaynağı tam da burasıdır. Faşizmin nedenlerinden ve eni sonu yaptıklarından kimin kazançlı çıktığı gerçeğinden kaçmak… Ama aynı zamanda literatürün varlık sebebidir de bu… Zira literatürün temel motivasyonu, belirttiğimiz gibi, alanda uzun süredir egemenlik kurmuş sınıfsal analiz merkezli Marksist faşizm anlayışını etkisizleştirmek ve onun yerine yeni -kültür ve ideoloji merkezli- bir faşizm anlayışı yerleştirmektir.   Temel saik bu olunca sonucun faşizmin anlaşılması ve açıklanmasından ziyade faşizmin perdelenmesi ve ‘minimum’laştırılması olması da şaşırtıcı değildir. 

Burjuva literatürde faşizm önem ve yaygınlık bakımından ne kadar küçültülmeye ye de mazurlaştırılmaya çalışılıyorsa Marksist siyasi hareketlerse tam tersi istikamete yönelerek zaman içinde faşizme giderek daha da geniş bir anlam yüklemeye başladılar. Faşizm olağanüstü bir devlet biçimi olmaktan çıkarılıp tekelci dönemin olağan devlet biçimi olarak tanımlanır oldu. Sürekli faşizm, gizli ve açık faşizm, sömürge tipi faşizm, parlamenter faşizm vb vb.  Gerçi bir noktada haklılardı; zira faşizm gittiğinde gelen artık eski biçimiyle bir burjuva demokrasisi değildi; bu konuya ileride ayrıca değineceğim.  Ama nihayetinde bir burjuva demokrasisiydi ve Marksist hareketlerin “ebedi” faşizm teorilerinin arkasında hem burjuva demokrasisi denilen yönetim biçimini olumlu anlamda abartmak çok önemli bir etkendi.

İçinden geçmekte olduğumuz konjonktürde ve hızla faşizm yeniden evrensel bir tehdit haline gelmekte. Pratik politik alanda etkili bir anti faşist mücadele hattı inşa edebilmek bu nedenle acil bir gereklilik. Ama bu amaca ulaşabilmek için acil ve vazgeçilmez önemde olan bir diğer konu daha var. Faşizmi perdeleyici burjuva teorilere ve elbette yanı sıra faşizme ilişkin anti faşist potansiyel içindeki eksik ve hatalı görüş ve tutumlara yönelik teorik ve ideolojik çabaları yoğunlaştırmak; bu konuda  etkili, verimli bir tartışma ortamı yaratabilmek.  

Mahmut ÜSTÜN
Latest posts by Mahmut ÜSTÜN (see all)