Duyguların ve tutkuların yok olduğu bir çağın içinde olduğumuzu düşünüyorum. En trajik olaylara bile ses çıkarmıyoruz. İnsanları sağlıklı yaşatan, düşündüren aşktır, savaş değil. Sürekli savaş ve çatışma hali aşkı öldürüyor. İnsanı bencilleştiriyor.
Biz kendi halimize bakmayıp sürekli Avrupa insanının yalnızlığından söz ediyoruz. Hatta cinnet derecesinde bir yalnızlığa gark olduklarını anlatırken gözlerimiz yuvasından çıkıyor. Ya bizim yalnızlığımıza ne demeli? Biz çok mu kalabalığız? Evimize bir yakınımız geldiğinde veya mağdur birini gördüğümüzde yardıma koşuyor muyuz? Çoğumuz eve gelen bir yakınımız olduğu halde gözüne bakıyoruz ne zaman gidecek diye. On sekiz yaşını doldurmamış çocuklar ailesini terk edip ayrı evlere çıkmak istiyor. O çok kutsallık zırhına bürünen evlilik kurumu çatur çutur olmuş. Yıkılırsa yıkılsın umurumda da değil gerçi.
İtiraf edelim birbirimizin gülümsemesini unuttuk. Yalnızlık ve yabancılaşma sardı ruhumuzu. Aslında itiraf edemiyoruz ama evimizde bile yabancılaşma yaşıyoruz. Herkesin kendi odası var, belki yemekte karşılaşıyoruz. Bir iki sözle çabucak yemeği bitirip yalnızlığımıza dönüyoruz. Çocuklar odasından çıkmıyor. Yaşlılar zaten esir gibi sanki çocuklarının evinde değil de esir kampındalar.
Ama şu doğru; Sokaklar evlerden daha kalabalık. Tek başınalık ve yalnızlığa itiraz gibi; çeteler, uyuşturucu bağımlıları, evsizler, yurtsuzlar, bedenini satan kadınlar suskunluğa, yalnızlığa şamar gibi. En korktuğum şey sürüde kaybolmaktır. Hiç istemediğimiz halde kendimizi savaşın ortasında bulabiliriz. Belki savaşa da katılırız; “Ulusumuz özgürlüğümüz” için kan deryasının içinde acımasız bir varlık oluruz savunma adına tabii. Hep düşünüyorum 3. Dünya savaşı çıksa Türkiye savaşa katılsa ne yaparım? Adımızı, evimizi, sevdiklerimizi unuturuz. Unuttururlar! Bir bavula sığar bütün hayatımız ve kendimizi bilmediğimiz bir ülkenin sınırında bulabiliriz. Mavi gözlü- sarı saçlıysak şanslıyızdır. Buna da şans diyorlar nasıl bir şanssa!
Belki de çok yakın zamanda sınırımıza gelen Suriyeli karagözlü savaş mağdurlarını aşağıladığımız, defolup gitmelerini istediğimizi unutmadığımdandır. Belki de denizde boğulup kıyıya vuran minik Aylan bebek kâbusum olduğu içindir. Dünya bir maskeli balo, kimse maskesini çıkarmıyor. Vicdan konusuna hiç girmeyelim zira vicdan; Süper egoyla güçlenen sosyal bir üründür.
Ben inanıyorum ki Savaş ve çatışma ortamlarında yaşama daha çok sarılıyoruz ve sevdiklerimizin hayatın kıymetini anlıyoruz. Savaş yaşayamadığımız duyguları tetikliyor. Çoğumuzun içinde gezinen saklı, bastırdığımız bir aşk yaşanmak istiyor. Belki bir gün düşüncesiyle beklemek istemiyor. Belki bir gün işte umut dünyası demiyor savaş düşüncesi. Dünyayı barbarların çıkardığı savaş ve çatışmalar değil sevgi ve aşk kurtaracak Ares ve Aphrodite’in çocuğu Eros can çekişiyor haberimiz olsun.
- Yazar Takdir bekler mi? - 14 Ağustos 2024
- Kör İnanç ve Terör - 4 Ekim 2023
- Z Kuşağı ve Deprem! - 9 Şubat 2023