Erdoğan, İspanya ve İtalya’ya yardım gönderiyor. Bilerek Türkiye demedim. Çünkü giden yardımların üzerinde, Cumhurbaşkanlığı Forsu, İngilizce kocaman harflerle, “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı” yazıyor.
Neden Türkiye Cumhuriyeti değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başkanı yazıldığı konusunda yorum yapmak, beni bir hayli aşar. AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in, “Virüs salgınıyla uğraşırken siyasi hastalık üretmeye ara vermeyenler olması üzücüdür” demesini de dikkate alarak naçizane, yaşadığımız günlerin ruhuna uygun, sadece bu konuda psikiyatr ve psikologlardan oluşan, geniş kapsamlı bir “bilim kurulu” kurulmasını önerebilirim.
Haberi bana gönderen arkadaşlarımın aksine; ben, böyle olmasını istediklerini, kamuoyunun duymasından bir kaygı duyduklarını düşünüyorum. Yani, ortada saklı gizli yapılmış bir iş yok. Yardım paketlerinin üzerinde, Cumhurbaşkanlığı Forsu ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı yazılması dikkate alındığında, bilakis görülsün, bilinsin istendiğini düşünüyorum.
Arkadaşlarıma, bunun halka açıklanmasının bir hayli zor olduğu noktasında katılıyorum. Ömer Çelik’in virüslü, mikroplu açıklaması, açıklamadan çok bir karşı saldırıya örnek olabilir. Doğrusu, belli ki, üzerinde çokça düşünülmeden uygulamaya sokulmuş bir piyar (halkla ilişkiler) çalışması bu. Güçlü lider, dünyaya elini uzatan lider imajı verilmek istemiş.
Peki, tutar mı bu?
Bir kesimde, Erdoğan’a duyulan öfkeyi büyüteceği kesin. Toplumun yarısını oluşturan bu kesim, Erdoğan ağzı ile kuş tutsa dönüp bakmaz. Ancak bu “halkla ilişkiler” çalışması zaten onları hedeflemiyor. Onlar, çoktandır bilerek kapsama alanı dışında tutuluyor. Onların eleştirileri bastırılmaya, gözden uzak tutulmaya çalışılarak, asıl hedef kitleye ulaşmak istenecek…
Bu, hedeflenen kitlenin, yani sadık/kemik seçmen kitlesinin, biraz hafife alındığını söylemeden geçmeyeyim. Yapılan yardımın içeriği, miktarı, ederi hiç önemli değil. İçeride, “biz bize yeteriz” diyerek yardım kampanyası başlatıp, bizden daha zengin, İtalya ve İspanya’ya[1] yardım edilmesini onlarda anlamakta zorlanacaktır. Ve doğal olarak, “milli içeceğimiz” ayranla ifade edilen o sözü anımsamadan edemeyeceklerdir.
Korona günleri, her kesim için ağır sonuçları olan bir süreç oldu/oluyor. Kimi için, sokağa çıkamamakla sınırlı olan bu süreç, bazıları için son derece ağır sonuçlar üretiyor. Emekçiler, işçiler için yaşamsal sonuçları var. Kaybedilen iş, kaynamayan tencere, ödenemeyen kira anlamına geliyor.
Böyle ağır toplumsal ve bireysel travmaların yoğun yaşandığı süreçler sonrası, bütün bir dünya sisteminin değişmesi, hayatın her alanında köklü değişimlerin yaşanması beklenirken/tartışılırken, AKP, seçmenin (ne kadar sadık/kemik olursa olsun) değişmeyeceğini, içeriye almak, dışarıya vermek için uzatan liderin elinin ne kadar güçlü olduğunu, hiç sorgulamayacağını beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır.
Hızlı, tümden bir kopuş olmasa da, elbette onlarda değişecekler. Değişiyorlar.
Salgının, henüz Türkiye’de zirveyi görmemiş olduğu ve önümüzdeki günlerde daha kötüsüne hazırlıklı olmamız konuşulurken, hükümet İtalya ve İspanya’dan seçmem ithal etmeyecekse, böyle adımlar, “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” ile sonuçlanabilir.
[1] İspanya Hükümeti, 1 Nisan 2020 tarihi itibarıyla, evde kalan her işçi/çalışan için aylık ödeyeceği kararı aldı.
- Hız Sınırlarını Aşmak ve Ortadoğu’nun Çaresizliği - 15 Aralık 2024
- Kozmik Birlik: Hepimiz Yıldızların Çocuklarıyız - 9 Ekim 2024
- İçsel Yolculukta Aldığımız Yaralarla Ayağa Kalkmak - 25 Mayıs 2024