Darbeler nerelerde olur? Tarihte pek çok darbe ya da darbe girişimi var. Öğrendiğimiz genellikle kapitalizmin gelişmediği, gelişme yolunda olduğu geri kalmış, geri bıraktırılmış ülkelerde olduğudur. Latin Amerika’da, Ortadoğu’da, Afrika’da, Avrupa’nın güney kıyılarında… Darbeleri kim yapar? Silah kimdeyse o, yani ordu ya da ordu içindeki fraksiyonlar. Askeri cuntalar, sermaye çevrelerinin desteğiyle iktidarda kalabileceklerini; onlar adına hükümet etmeleri gerektiğini darbelerin iki olmaz olmazından birinin sermaye ile ikincisinin dış güçle yani emperyalist ülkelerle iyi ilişki olduğunu; darbeciliğin temel yasasını iyi bilirler. Uluslararası alanda zor durumda kalmamak için sırtlarını bir büyük güce dayamak isterler. O dış güç de bu isteği memnuniyetle kabul eder; böyle bir talep olmasa bile bu türden bir talebi yaratmak o dış güç için çocuk oyuncağıdır. Görevli elemanlar da iş tamamlandığında da “Bizim çocuklar başardı” diye şifre çekerler patronlarına.
Erke el koyan askerlerin, sesinin gür olmasına özellikle özen gösterilen birisi, cunta bildirisini “NATO’ya CENTO’ya ya da o zaman hangi uluslararası örgüt varsa artık, bağlıyız” diye bitirir. Biz de öyle olmuştur; darbe sabahı, bir süre sonra “Biz bu iktidarı niye bırakıyoruz, bırakmayalım” diyen 14’ler adlı isyancı gurup arasında yer aldığı için Hindistan’a Elçi olarak sürülecek, gençliğinde ırkçılık nedeniyle yargılanmış albayın davudi sesiyle NATO’ya CENTO’ya bağlılık ilan edilmiş, Kürtler ve komünistler derdest edilmiş, bildiri okunmadan önce ve sonra, “yine şahlanıyor aman….” türü kahramanlık türküleri okunmuştur.
Türk deneyimi budur, tarihe armağandır.
‘ÜLKENİN YÜKSEK ÇIKARLARI İÇİN’
Peki, darbelerden sonra her şey güllük gülistanlık sürüp gider mi? Kuşkusuz hayır. Darbeler için geçerli, makul, tutarlı bir gerekçe bulmak mümkün olmaz çünkü her ne kadar darbeciler “ülkenin çıkarlarını korumak için zorunlu olarak iktidara el koyduklarını” söyleseler de bu gerçek değil, “post truth- gerçek ötesi”dir. Gerçekleri açıklamak sermaye sahiplerine düşer; onlar da “Artık gülme sırası bizde” diyerek cunta sırrını ifşa ederler.
Az gelişmiş ülkelerde politika yapmanın bir yöntemi olarak sık sık karşılaştığımız darbelere halkın katkısı, desteği olmaz ama istisnalar da yok değildir. Bu gibi durumlarda halk desteğini darbeciler sevinçle karşılarlar ama içlerine de bir kuşku düşer. Darbeci halkı çok sevdiğini söylese de aslında günahı kadar sevmez. Çünkü halk demek bir takım anlamsız istekler demektir. Bu isteklerin başında da “iş ve özgürlük” gelir. Eh, bunları yerine getirmek de darbeciliğin özüne, esasına aykırıdır; adı üstünde darbe bu, özgürlükle ne alakası olabilir, sonra iş aş, bunlar da yerine getirilebilir istekler olsaydı, neden darbe olsun ki.
Darbecilerin erke el koyma gerekçelerinin halkla, halkın istekleriyle bir ilgisi ilişkisi yoktur. Bu nedenle ilk iş sendikaların yasaklanması, solcuların, muhalefetin sesinin kesilmesi, Meclis’in, siyasi partilerin kapatılması, etkisizleştirilmesi olur. Daha sonra emperyalistlerin isteklerinin o güne kadar sivil hükümetlere yaptırmakta zorluk çektikleri, halk muhalefeti nedeniyle yerine getirilemeyen “görevlerin” yapılmasına gelir. Burada uluslararası tekellerin taleplerine bakılır; alınır satılır, sorun olmaz. Sorun, siyasetin sermaye ve dış güç yararına torna tesviyeden geçirilmesi, dizayn edilmesinden sonra başlar. Darbeciler bir süre sonra “demokrasiye dönüş” isteklerinin özellikle dış çevrelerde yükseleceğini bilirler. Bunun temel nedeni de bu türden isteklerin halktan gelmesinin tehlike arz etmesidir. Maazallah Gezi gibi işlerin ortaya çıkması ne kadar kötü olur. Bu nedenle halk örgütlenip özgürlük istemeden durum esnetilmeli, “demokrasiye” dönüş senaryosu yürürlüğe konmalıdır.
ARIZALI DARBELER – SİVİL DARBELER
Darbeler her zaman klasik şemaya uymayabilir. Örneğin Türkiye’de 1960 darbesinde olduğu gibi iktidarın var olan azıcık demokrasiyi yok etme girişimleri, iktidar partisi milletvekillerinden mahkeme kurup canının çektiğini yargılamaya girişmesi, üniversitelere saldırılması, Mülkiye’nin kurşunlanması, profesörlerin “kara cübbelililer” diye aşağılanması, Harbiyelilerin “tenkil” edilebileceğinin iddia edilmesi, muhalefet partisini yok etme çabaları işleri iyice karıştırmış, halkın, öğrencilerin hoşnutsuzluğunu gerekçe gösteren genç subaylar da bir gece iktidara el koymuşlardır.
Darbeciler klasik şemayı unutmamış ve fakat üniversitelerden, demokrat çevrelerden yükselen hoşnutsuzluk nedeniyle bir kurucu Meclis kurulmasından kaçınılamamış, eskisine göre daha demokratik bir anayasa kabul edilmek zorunda kalınmıştır. Geçicidir, arızadır… Bundan sonraki 71 ve 80 darbeleriyle arıza düzeltilmiş, Anayasa’nın iki darbe eliyle değiştirilmesine, iç ve dış isteklere uygun hale getirilmesine, uzun bir süredir varlığı konusunda dehşetli tezler ileri sürülmüş Kemalist “anomalinin” düzeltilmesi için İslamcı bir iktidara kapı açılmasına özen gösterilmiştir…
Darbelerin çok farklı biçimleri vardır. Kimi zaman “Halkın çektiği zulme yoksulluğa kestirmeden son verelim” diye yola çıkanlar da olmuş ama yolun yol olmadığını anlamaları öyle ya da böyle uzun sürmemiştir. Burada ele alamayacağız ama son zamanlarda moda olduğu üzere “post modern” darbeler de yapılmış, adeta darbe gibi işe yaramış ama darbecilere faydası olmadığı için rağbet görmemiştir. Bir diğer geçerli biçimi iktidarda olan gücün iktidarın geleceğini garanti altına almak ve var olan geçerli kurallar nedeniyle yapamadığı işleri yapabilir hale gelmek için giriştiği darbe türüdür. Literatürde “Sivil darbe” ya da “iç darbe” denilmiştir.
Tarihte en ünlü sivil darbe örneklerden birisi Marx’ın 18 Brumaire adı eserinde anlattığı Louis Bonaparte darbesidir. İlginçtir ve kısaca anlatılmasında büyük yarar vardır. Karmaşık bir dönemdir ama Marx bu dönemi ünlü eserinde ustaca anlatır. Meclis’teki düzen partisi Cumhurbaşkanı’nın görev süresini uzatma kararı almak istemiş lehte oy kullanılmış ancak yeterli dörtte üç çoğunluğa ulaşılamamıştır. Böyle bir durumda ne yapsın Cumhurbaşkanı küçük Napolyon, amcası Büyük Napolyon’un tahta geçtiği tarihte, 2 Aralık 1851’de, Marx’ın büyük bir ayrıntıyla ve olağanüstü bir çözümlemeyle anlattığı gibi arkasındaki güçlerin desteği, aptalların şaşkınlığı arasında Meclis’i feshetmiştir. Pek ünlü ne yapacağını bir türlü bilemeyen Tocqueville gibi durumu anlamayan muhalifler bile tutuklanırlar. Bir yıl sonra sivil darbe tamamlanır; Louis Bonaparte kendisini III. Napolyon adıyla imparator ilan eder.
Bir başka sivil darbe örneği de hepimizin bildiği gibi Hitler’in bir türlü geleceği göremeyen solun, sosyal demokrat ve komünistlerin aymazlığı nedeniyle kazandığı seçimlerden sonra iktidarını Bundestag’taki çoğunluğun oylarıyla ve sokaktaki kanlı milisleriyle mutlak iktidarına çevirmesidir. İktidarı çok uzun sürmemiş ama tüm dünyayı kana boyamaya yetecek kadar uzun sürmüş bir dönemi başlatmıştır bu sivil darbe.
Başka sivil darbeler de var ama yetsin bu kadarı.
*
Darbelerden tümüyle farklı olan onlara hiç ama hiç benzemeyen, iktidarlara, yalnızca iktidarlara değil sistemlere son veren devrimlerden de söz edecektik ama ne yer ne zaman kaldı. Darbeler devrimlerin yolunu tıkar, sistemi kurtarır, sermayenin eli kanlı sopasıdır. Devrimler ise insanlığın kurtuluşunun adıdır.
Öyleyse biz devrimlerin dünyasına dönelim. Dünyayı dönüştüren devrimlerin heyecanıyla biçimlenen ütopyalarımıza, bir belirip bir kaybolan, umut veren devrimci anılarımıza, gerçek hayatımıza, onun görünen ufkuna bakalım…
Kaynak: BirGün Pazar
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024