‘‘Kılıçdaroğlu SSK’yi batırdı’’ suçlamaları asılsız: SSK’yi savundu!

Cumhurbaşkanı adayı sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik asılsız ithamlardan biri “Kılıçdaroğlu SSK’yi batırdı” şeklindedir. Son yıllarda gündeme getirilen bu iddianın Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında da sık sık dillendirildiği görülüyor. 1992-1999 yılları arasında Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Genel Müdürlüğü de yapan sayın Kılıçdaroğlu’na yönelik “SSK’yi batırdı” iddiası hiçbir bilimsel ve teknik temeli olmayan, hukuka ve veriye dayanmayan bir safsatadır.

Seçim öncesinde siyasi nedenlerle yeniden gündeme taşınan bu asılsız iddiaya karşı bilimsel gerçekleri ortaya koymak, konuya sosyal politika ve sosyal güvenlik açısından bilimsel bir yanıt vermek bilimsel sorumluluğun bir gereğidir. Bilim ve hukuk dışı bir iddianın bir seçim kampanyası malzemesi yapılmasına karşı önce bilimin itiraz etmesi lazım. Bu yazıda Sayın Kılıçdaroğlu’na yönelik “SSK’yi batırdı” iddiasını bilimsel gerçekler çerçevesinde ele almaya çalışacağım.

DEVLETTEN SONRA EN BÜYÜK BÜTÇE

“SSK’yi batırdı” iddiasından önce Kılıçdaroğlu’nun mesleki kariyeri hakkında birkaç hatırlatma yararlı olacak: 1971 yılında Maliye Bakanlığında Hesap Uzman Yardımcısı olan Kılıçdaroğlu 1983’ten itibaren Gelirler Genel Müdürlüğü’nde Daire Başkanı ve Genel Müdür Yardımcılığı yaptı. 1991 yılında Bağ-Kur Genel Müdürlüğüne atanan Kılıçdaroğlu, Haziran 1992 yılında SSK Genel Müdürlüğü’ne getirildi. 1996 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik tarafından görevden alındı ve Müsteşar Yardımcılığı’na atandı. Hakkında savcılığa intikal eden dosyalar takipsizlik kararı ile sonuçlandı. Danıştay kararıyla Temmuz 1997’de tekrar başladığı SSK Genel Müdürlüğü görevinden 1999’da emekli oldu. Kılıçdaroğlu görevinden ayrılmasının ardından 1999-2003 arasında Vatandaşın Vergisi Koruma Derneği (VAVEK) başkanlığını yaptı. Aralarında BirGün’ün de olduğu çeşitli yayınlarda yazılar yazdı.

SSK Genel Müdürlüğü Kılıçdaroğlu’nun ismiyle bütünleşen ve siyaset dışındaki en önemli görevi sayılabilir. SSK’nin en önemli özelliği devlet bütçesinden sonraki en büyük bütçeye sahip olması ve ülke nüfusunun neredeyse yarısının sosyal güvenliğini sağlamasıydı. Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminin amiral gemisi olan SSK eskiden üç temel kurumdan oluşan sosyal güvenlik sisteminin işçileri ve işçi emeklilerini kapsayan bölümüydü. Diğer iki kurum Bağ-Kur ve Emekli Sandığıydı. Bu üç kurum 2000’li yıllarda Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) çatısı altında birleştirildi.

“Kılıçdaroğlu SSK’yi batırdı” iddiası nereden kaynaklanıyor? Bu iddianın temelinde SSK’nin 1990’ların ortalarından itibaren Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Müdürlüğü döneminde ortaya çıkan finansman (gelir-gider açığı) sorunları yatıyor. Ancak ne SSK’nin battığı ve batabileceği iddiası doğru ne de Kılıçdaroğlu’nun SSK’yi batırdığı iddiası. SSK yoğun siyasal vesayet altında bir kurumdur ve bu nedenle SSK’nin durumundan esas olarak hükümetler sorumludur. Öte yandan SSK batmadı (SSK gibi kamusal kurumlar zaten batmaz) ve Hazine desteğiyle yoluna devam etti. Son olarak SSK’nin yaşadığı mali sorunların arkasından uzun yıllara dayalı ciddi yapısal ve sistemsel sorunlar yatıyor. Dahası Kılıçdaroğlu, Genel Müdürlüğü döneminde bir bürokrat olarak SSK’nin sorunlarına dikkat çekti ve çözümler önerdi. Kısaca baston değil asa, İsa değil Musa ve Fırat değil Kızıldeniz!

1990’LARDAKİ SSK GERÇEĞİ

SSK 1990’ların ortalarından itibaren ciddi finansman sorunları yaşamaya başladı. Diğer bir ifadeyle SSK’nin gelirleri ile giderleri arasında açık oluşmaya başladı. Bu açık nedeniyle 1995-1998 arasında SSK’ye kurum giderlerinin yüzde 14’ü ile yüzde 32’si arasında Hazine desteği sağlandı. 1995 yılında kuruma eski parayla 59,2 trilyon lira (59,2 milyon lira) Hazine desteği verildi. Bu miktar 1998’de 447 milyon liraya yükseldi (kurum giderlerinin yüzde 32’si). İddia ve suçlama buna dayanıyor.

Kılıçdaroğlu Genel Müdürlüğü döneminde 1995’te hazırladığı bir raporda (35 Soruda SSK Gerçeği) önlem alınmadığı takdirde Hazine desteğine olan ihtiyacın daha da artacağını vurguluyor. Bu açığın nedenlerine girmeden önce SSK Genel Müdürü bu açığın sorumlusu mu önce ona bakalım. 1990’larda SSK Genel Müdürü’nün yetkileri son derece kısıtlıydı. Kurum özerk değildi (Hâlâ da öyle). Kurum yasalar ve hükümet politikaları ile sıkı sıkıya bağlıydı. Genel Müdür günlük işleyiş dışında kurumun temel politikalarını belirleme yetkisine sahip değildi. SSK’nin en temel sorunu siyasi vesayet hatta siyasi tasallut olmuştur. SSK Genel Müdürünün yapabileceği bu sorunlara dikkat çekmek ve siyasete çözüm önerileri sunmakla sınırlıydı. Nitekim dönemin raporlarına ve basında çıkan haberlere baktığımızda Kılıçdaroğlu’nun yaklaşmakta olan soruna sık sık dikkat çektiğini görüyoruz. 1995 yılında hazırlanan ve yukarıda söz edilen Kılıçdaroğlu imzalı kitapçık SSK’nin tüm temel sorunlarını gözler önüne sermektedir.

SSK’nin mali açığının gerçek nedenlerini örterek meseleyi dönenim genel müdürüne fatura etmek bilim dışı bir yaklaşım olur. Bütün kamusal sosyal güvenlik sistemleri başlangıçta birikim yöntemiyle, emekli sayıları artmaya başladıkça dağıtım yöntemiyle çalışır. Çalışan sayısının yüksek, emekli sayısının az olduğu başlangıç dönemlerinde sosyal güvenlik kurumları kaynaklarını iyi değerlendirmek zorundadır. Emekli sayısı arttıkça kurumlar artık birikim yapamaz ve o günkü kaynaklarını o gün dağıtmak zorunda kalır. Bunun sonucunda da mali desteğe ihtiyaç duyar ve bu durumda da kamu katkısı kaçınılmaz olur. Dolayısıyla fon kaynaklarının doğru değerlendirilmesi ve bozulan gelir gider (aktüerya) dengesi nedeniyle devlet katkısı yaşamsal hale gelir.

KAYIP 12 MİLYAR DOLAR

Kılıçdaroğlu SSK kaynaklarının düşük faizle değerlendirilerek heba edildiğini sık sık vurguladı. SSK’nin gelirlerinin giderlerinden çok olduğu dönemde, SSK fonları düşük faizli devlet tahvillerine yatırıldı. Kuşkusuz bu kararı hükümetler verdi. Bunun sonucunda SSK ciddi zarara uğradı. Kılıçdaroğlu tarafından yapılan hesaplamaya göre 1970-1994 arası SSK fonları enflasyonun 5 puan üzerinde değerlendirilseydi SSK’nin yaklaşık 12 milyar dolar ek kaynağı olacaktı. Diğer bir ifadeyle sadece fon gelirlerinin düşük nemalandırılması sonucunda SSK 1994 itibariyle 12 milyar dolar zarara uğratıldı. Kılıçdaroğlu SSK’yi batırmak bir yana SSK’nin batık 12 milyar dolarının peşine düşüyor.

SSK’nin Hazine desteğine ihtiyaç duymasının bir başka nedeni Türk sosyal güvenlik sisteminde devlet katkısının yokluğudur. 1990’lı yıllarda OECD üyesi ülkelerinde çok ciddi devlet katkıları söz konusudur. Örneğin devlet katkısı Norveç’te yüzde 55, Almanya’da yüzde 26, Belçika’da yüzde 31, Fransa’da yüzde 20 iken Türkiye’de o yıllarda devlet katkısı yoktur. Dolayısıyla Türkiye’de 1990’lı yıllarda sosyal güvenliğe düzenli devlet katkısı olsaydı SSK zaten açık vermeyecekti. Türkiye’de düzenli devlet katkısı 2008 sonrasında yapılmaya başlandı. 2008 sonrasında devlet katkısının toplam SGK giderleri içindeki payı 2008-2022 arasında yüzde 37-49 arasında gerçekleşti. Dolayısıyla SSK battı denilen dönemde ortaya çıkan finansman açığının en yüksek yüzde 32 olduğu düşünülecek olursa meselenin özününün devlet katkısı olduğu anlaşılacaktır. Devletin düzenli katkı vermediği tersine SSK fonlarını düşük faizle zarara soktuğu bir dönemde asıl suçlanması gereken buna dikkat çeken ve itiraz eden Kılıçdaroğlu değil dönemin hükümetleri ve sosyal güvenlik politikalarıdır. Günümüzde AKP hükümetleri SGK’ye 1990’lı yıllardan daha fazla devlet katkısı aktarmaktadır. Bir diğer ifadeyle devlet katkısı dışarıda bırakılırsa günümüzde “SGK açığı” çok daha fazladır. Ancak sosyal güvenliğe devlet katkısı doğru bir yaklaşımdır. Dün de olmalıydı. Devlet katkısı olmayan bir dönemin faturasını bunu vurgulayan genel müdüre kesmek haksızlık olur.

Öte yandan SSK’nin 1990’lı yıllarda yaşadığı mali sorunların bir diğer nedeni primlerini tahsil edememesidir. Prim afları ve borçlanma yasaları SSK’nin alacaklarını tahsil edememesine yol açmıştır. Örneğin 1999 itibariyle SSK’nin prim alacakları 740 trilyon liraya ulaşmıştır. 1998 yılında kuruma sağlanan devlet desteğinin 447 trilyon olduğu düşünülecek olursa SSK’nin pirim alacaklarının bir diğer önemli sorun olduğu unutulmamalıdır.

HÜKÜMETLER SSK’Yİ TALAN ETTİ

SSK’nin 1990’larda yaşadığı mali sorunlarının bir diğer önemli nedeni de aktif-pasif (çalışan-emekli) dengesinin giderek bozulmasıdır. Kılıçdaroğlu tarafından hazırlanan rapora göre 1960’ta 24,3 sigortalıya bir emekli düşerken 1980’de bu oran 3,47’ye, 1990’da 2,16’ya ve 1994’te 1,93’e gerilemiştir. Bu durumun iki temel nedeni olduğu söylenebilir. Birincisi kayıt dışı çalışanların çokluğudur. Sigortalı sayısı az olursa kurumun prim geliri azalacaktır. Sigortalı sayısının artırılması ise kayıt dışılıkla mücadele ile mümkündür. 2000 yılı tahminlerine göre 4 milyon kişi kayıt dışı istihdam nedeniyle SSK’nin aylık prim kaybı 166 trilyon TL civarındadır. Kayıt dışılıkla mücadele ise bir genel müdürün değil hükümetlerin işidir.

Son olarak emekli yaşının siyasi nedenlerle değiştirilmesi de kurumun mali dengesini bozan faktörler arasındadır. 1950’lerde 60 olan emekli yaşı 1969’da Demirel tarafından 43’e, 1976’da kadınlar için 38’e çekildi. 1986’da Özal’ın 55-60’a yükselttiği emeklilik yaşı 1992’de Demirel tarafından tekrar 38-43’e düşürüldü. Uzun dönemli, bilimsel ve sosyal kaygılardan ziyade siyasi nedenlerle yapılan bu hızlı yaş değişikliklerinin kurumun mali yapısını bozduğu unutulmamalıdır. Emeklilik yaşı düşürülürken kuruma devlet katkısının sağlanmaması ise çok dikkat çekicidir. Dönemin hükümetleri kamu katkısı olmadan işçilerin kendi paralarıyla oy devşirmeye çalışmıştır. Kısacası SSK hükümetler tarafından talan edilmiştir. İşsizlik sigortasının ve iş güvencesinin olmadığı 1990 koşullarında emeklilik adeta bir işsizlik sigortası işlevi de gördü.

Sözün özü SSK’nin 1990’larda yaşamaya başladığı mali sorunların sorumlusu sayın Kılıçdaroğlu değil, Türkiyenin sosyal güvenlik sisteminin yapısal ve sistemsel sorunları ve hükümetlerdir. Sayın Kılıçdaroğlu gerek hazırladığı raporlarla ve gerekse sık sık yaptığı açıklamalarla üstüne düşen görevi yapmış, SSK’nin yaşadığı sorunları dile getirmiş, talana karşı çıkmış ve çözümler önermiş, SSK’yi ve kamu yararını savunmuştur. Sayın Kılıçdaroğlu SSK’yi batırmamış tersine savunmuş ve güçlenmesi için çalışmıştır. Hiçbir siyasi suçlama ve gerekçe bu gerçeği örtemez. Bilimin gereği bu gerçekleri ortaya koymaktır.

Kaynak: Bir Gün Gazetesi