Hacı Lokman Birlik’in anısına…
Kürtçe bilmem.
Yirmi beş yılımın geçtiği İstanbul’da tek konuşabildiğim dil türkçeydi.
Türkçe seviyordum, türkçe sövüyordum, rüyalarımı türkçe görüyordum.
“Tek bayrak, tek dil, tek vatan” zihniyetinin çocuÄŸu olarak büyütülmüştüm sokak aralarında ve okullarda. Bilmezdim tarih kitaplarının yalan söylediÄŸini ve yalan söylediÄŸini sınırların.
Hep ”Türk’ün Türk’ten baÅŸka dostu yoktu” ve ”Bir Türk dünyaya bedel”di.
O vakitler ben, sıralarının, gazetelerin, kitapların, resmi ağızların yalan söylediğini bilmezdim.
Bilemezdim.
Bir akşam, sırtımda ağır sırt çantası, sicim gibi yağmurun altında eve gitmeye çalışıyordum. Diz kapaklarıma kadar çamur içinde kalmıştım. Karanlıktan ve yüzüme çarpan yağmur damlalarından önümü göremiyordum.
Bir ara, ne olduğunu anlamadan sendeledim ve önümdeki çamurlu suyun içine kapaklandım.
Kendimi bitmiş, tükenmiş hissediyordum.
Ayaklarım tutmuyordu sanki.
Çok korktum ve ağlamaya başladım.
Ben uzağımdan geçip gidenlerden biri beni görür de yardıma gelir diye beklerken, onlar biran önce evine ulaşmanın telaşıyla beni farketmiyorlardı bile.
Tam her şeyden umudumu kesecekken, kocaman iki el beni belimden kavradığı gibi çamurlu suyun içinden çıkardı.
Başımı çevirdim.
Karanlığın içinde, dev gibi bir adam gülümseyerek bana bakıyordu.
Boynunda sarılı bezi (sonradan öğrendim puşi derlermiş) çıkarıp yüzümü ve boynumu sildi.
O sırada, bir yandan da bana bir şeyler anlatıyordu ama ben ne dediğini anlamıyordum.
Bu ilk defa duyduÄŸum bir dildi.
Gözlerimi iyice açıp, heyecan ve korkuyla tekrar o dev gibi adama baktım.
Kimdi bu benim kahramanım?
Çömeldiği yerden doğruldu.
Üstünde siyah bir şalvar, kareli gömlek ve gri ceket vardı.
O ana kadar hiç böyle kalın bıyıklar, sert bakışlar görmemiştim.
Ben zor bela ”TeÅŸekkür ederim amca…” deyince, başımı okÅŸadı.
“Ben türkçe çok yohtur yegenim. Eh, sende de kürtçe yohtur. Zaten çoh lafa da ihtiyacımız yohtur.” dedi.
Güldük.
Sonra cebinden tükenmez kalem çıkardı. diliyle kalemin ucunu ıslatıp, avucuma bir ÅŸeyler yazdı. ”Aha bu yazdığımın türkçesini öğrenmiÅŸim, sen de kürtçesini öğren ve öğret. Bu bize yeter de artar vallah…” dedi ve geldiÄŸi gibi yaÄŸmurun altında kayboldu.
Koşar adımlarla, nefes nefes eve geldim.
Dedem her zamanki gibi sobanın kenarına oturmuş haberleri izliyordu.
Hemen çantamı yere atıp, dedemin yanına gittim ve başıma gelenleri anlattım. Sonra avucumu açıp dedeme gösterdim. ”Bak dede iÅŸte o kocaman dev adam bunu yazdı avucuma. Ne demek ki bu dede? Ne yazmış söylesene hadi?” diye heyecanla sordum.
Dedem yazıyı okudu, bana baktı.
Gözleri dolmuÅŸtu.”can û cîgera min” yani ”canım ciÄŸerim” yazmış.” dedi ve devam etti ”Türk can ise Kürd ciÄŸerdir. ciÄŸeri koparırsan can kalmaz.”.
İşte böyle güzel kardeşim Hacı Lokman Birlik.
Ben o gece ellerimi yıkamadan uyudum.
Arada bir uyandıkça, avucumu açıp yazıya baktım.
Dedim ya , Kürtçe bilmem ama can’ın da ciÄŸer’in de deÄŸerini bilirim. CiÄŸer’i söküyorlar içimizden, can’ımız çıkıyor.
Can’ û cîgera min…
Canım ciÄŸerim…
- Neden Bizim Yüzümüz Gülmez - 29 Ocak 2024
- “Hepimiz az biraz bir varmış bir yokuz canınızı sıkmayın hiç” - 19 Kasım 2023
- Dilan Polat Çok Kalabalık - 11 Kasım 2023