Bekledim, bekledim, bekledim.
“Yazmayayım, bari en azından bu konuya bulaşmayayım.” dedim ama olmuyor işte. Birileri çıkıp, bu yaşanılan ve haliyle bize de yaşatılan bu toplumsal cinnet hakkında iki kelam etmeli.
Bir toplum nasıl bu kadar iki yüzlü olabilir?
Bir toplum nasıl böyle kan kokusuna, taze ete ve kemiğe acıkmış olabilir?
En kötüsü de, bir toplum nasıl böyle ezbere yaşar, ortaya atılan her boka sorgusuz sualsiz ve vicdansızca alkış tutar?
Bir parça aklı başında olan insan, Dilan Polat’ın davranışlarına ve konuşmasına baktığında, kadının psikolojik rahatsızlıkları olduğunu anlar değil mi?
Kadın sıkıntılı biri.
Sorunlu bir aileden, sorunlu bir çocukluktan çıkıp geldiği belli.
Ve sonradan görme.
Sosyal medyada da hepimize aşina olan, sonradan isim yapmış, sonradan zengin olmuş, sonradan palazlanmış, meşhur olmuş, birilerinin soyadını almış ya da adının önüne etiketler eklemiş bir sürü gereksiz insan gibi, o da çıktığı yeri yadırgayanlardan ve eline geçen “güc”ü nefretle yoğurup, zavallılığın dibine vurmuş biri.
Sanırım buraya kadar hemfikiriz.
Zaten asıl önemli olan da buraya kadar olan bölüm değil, bundan sonrası.
Peki, bu kadın nasıl böyle birdenbire yedi sülalenin on yıllarca zaman çalışıp da bir araya getiremeyeceği kadar paraya sahip oldu? Bunca mal mülk, mücevher, arabalar, holdingler, etrafında el pençe sayısız insan ne arada organize edildi?
Bugün garibanın biri bir bakkaldan ekmek çalsa, üstüne çullanıp, demir parmaklıklar ardına tıkan sistem, nasıl oldu da, her gün şatafatını gözümüze sokan Dilan’ı ve saz heyetini bunca zaman görmedi?
Şuracıkta iki genç sokağa çıkıp, hak, hukuk ve adalet için pankart açmaya kalksalar, saniyesinde kafaları gözleri dağıtılıp, “terörist” ilan edilir. Ama Dilan aylarca “Enerciiiiiii” diye milletin kafasından aşağı paralar dökerken, devlet “Hayırdır bacım, nereden geliyor bu değirmenin suyu?” diye sormaz.
Ya bu kadını meşrulaştıranları nereye koyacağız?
Benim gibi birçok yazar, çizer, sanatçı, akademisyen ve kültür/sanat/edebiyat emekçisi sosyal medyada rağbet görmez.
Bizim şiirlerimiz vardır.
Bizim resimlerimiz, oyunlarımız, heykellerimiz, fotoğraflarımız, romanlarımız, yazılarımız, türkülerimiz, şarkılarımız, sözlerimiz vardır.
Bizi farkına varmayanlar,
Bizi görmezden gelenler,
Bizim varlığımızdan habersizmiş gibi yapanlar,
Bizi yoklukta, açlıkta, parasızlıkta, evsizlikte, yurtsuzlukta, hapiste, işkencede, baskıda yalnız bırakanlar…
Evet evet, yani Dilan’ın hastalıklı videolarını izleyen, takip eden, beğenen, yorum yapan milyonlardan bahsediyorum.
Bizi görmeyip de Dilan’ın götünden ayrılmayan milyonlar!
Kim bunlar?
Bunlar kim biliyor musunuz dostlar?
Bunlar işte şimdi bayrak elde, en önde “Hadi arkadaşlar Dilan’ı linç etmeye gidiyoruz. Allahı’nı seven peşimize takılsın.” diyenler.
Dün, rezilliği, pespayeliği ve çürümüşlüğü göklere çıkaranlar, bugün aynı şeyleri ayaklar altına alarak ruhlarını temizleyeceklerini sanıyor.
Sanki Dilan Polat dar ağacında sallandırılsa, ülke tertemiz bir yer olacakmış gibi bir algı yaratılıyor ve toplumun örgütlü cahilleri de bunu yiyiyor.
Hrant Dink’in katil Samat’tan tutun da, Dilan Polat’a kadar uzayan bu kötülükler ordusunu yaratan bir sistem var. Kimsenin götü bu sisteme kafa tutmaya yemediği için, kim arenadaki aslanların önüne atılmışsa, onun etinin, kanının, kemiğinin peşine düşüyor.
Dilan Polat yalnız değil.
Hiç olmadı.
Kötülerin hiçbiri yalnız değiller.
Hiç olmadılar.
Düzen de, örgütlü cahiller de hep onlarla beraber, kol kola yürüdü.
Fetullah Gülen ne zaman “Kötü adam” oldu?
Sistem onu gözden çıkardığında.
Peki ondan önce bizler yıllarca Fetullah’ın nasıl bir tehlike olduğunu yazmadık mı, anlatmadık mı, söylemedik mi?
Ben yıllarca yazılarımda, oyunlarımda Fetullah’a dikkat çekmeye çalıştım. Bana gülenler oldu. Beni. uyaranlar, beni susturmaya çalışanlar oldu.
Ferhan Şensoy bu herifi yıllarca sahnelerde anlatmadı mı?
Aziz nesin yazmadı mı, söylemedi mi, uyarmadı mı hiç?
Ve nice yazarlar…
Kim dinledi bizi?
Kim bize kulak verdi?
Aksine çoğu insan onun kıçının dibinden ayrılmadı.
Ta ki, sistem onu çiğneyip tükürünceye kadar!
Dilan bir “gaz alma” operasyonudur.
Diyelim ki
“Ohhh canımıza değsin. O lüks hayat sana zehir zıkkım oldu. Bizim de yüreğimiz soğudu.”
Eee, sonra?
Diğer Dilan Polat’lar?
Diğer Engin Polat’lar?
Diğer Samast’lar?
Diğer Fetullah’lar?
Diğer iftiracılar?
Diğer katiller?
Diğer uyuşturu satıcıları, dolandırıcılar, ahlaksızlar, hırsızlar?
Olur mu hiç!
Önce linç!
Bekleyelim önce.
Bakalım padişahımız ve saraya saltanat önümüze kimi atacak. Ondan sonra “yer misin, yemez misin?”
Yazmayayım, bulaşmayayım, başımı çevirip ilgilenmeyeyim diyorum.
Olmuyor.
Victor Hugo halimizi görebilseydi, yazdığı Sefiller’den utanıp “Asıl sefillik buymuş lan.” derdi.
İki yüzlüler ile yüzsüzler arasında kalmışız.
Bundan sonra mutluluk bize haram.
Sözün özü dostlarım,
Dilan Polat sandığınızdan çok daha kalabalık.
Öyle ki, memleketin hapishanelerine sığmazlar.
Demedi demeyin.
- Neden Bizim Yüzümüz Gülmez - 29 Ocak 2024
- “Hepimiz az biraz bir varmış bir yokuz canınızı sıkmayın hiç” - 19 Kasım 2023
- Dilan Polat Çok Kalabalık - 11 Kasım 2023