Büyük balık küçük balığı yutar mı?

Hayatı bir rekabet alanı gören, orman kanunlarını kullanmaktan çekinmeyenlerin hayata bakışını son derece güzel özetleyen bildik bir sözdür, “büyük balık küçük balığı yutar” sözü.

Denizlerin mavi ormanında böyle olmak zorunluğu, bunun toplumda, insan yaşamında da böyle olmasını gerektiriyor mu?

İnsanın aklı, mavi deniz ormanının kurallarını hala yenemedi mi, adalet duygusunu içselleştirmedi mi?

Ben kendi payıma, hayatı kıyasıya bir kavga olarak görsem de bu kurala belli bir mesafede durmayı, kendimi bu türlü kuralsızlıklar dışında tutmayı hep yeğledim. Çünkü bana göre, her kavganın olduğu gibi hayat kavgasının vicdanla sınırlarını çizen belli adil kuralları olmalı.

Sevmeyi öncelemeyen, sevgisizlik denizinde boğulanlara diyecek sözümüz yok. Ben şimdi bir bildik denizlerden başlayarak bir yolculuğa çıkıyorum. Bütün o sevgisizliği ardımda bırakarak kendimi mavi sulara atıyorum…

Yeşil yosunun, mavi denizlerin kanununu yazıyorum…

* * *

Ah seni eski komik kalem! Benim için herhangi bir deniz de, herhangi bir balık değilsin. Sen balıkların kraliçesi “Kalkansın”! En dipte yüzersin, ılıman yapın nedeniyle girdiğin her ortamda uyumu yakalarsın. Diğer balıkları yukarıdan seyredip, önündekilere yol açarsın.

Kendi özerk alanında kolay ulaşılabilir ve makul olmakla birlikte, bölgenin dışına çıktığında en seçkin sofralara konuk olursun. Seni “tava, buğulama, kâğıt kebabı yaparlar.” sen de sahibini seçmenin coşkusuyla, kıymetini bilen midelerde zevk-i sefa yaşatırsın.

Oval vücudun, kendine has bir tarafı siyah, bir tarafı beyaz rengin ve beyaz tarafındaki düğmenle, denizdeki ayrıcalığını kanıtlar gibisin.

Rivayete göre lezzetin Osmanlı Sultanların sofralarından, Ahmet Rasim romanlarına, konu olmuş, şimdi ise dipteki kirliliğe ve cıvalara rağmen, direnmekte ve yeni seçkin sofralara ulaşmayı beklemedesin.

Bendeniz İstanbul Boğazı hanımefendisi Lüfer, kışın Karadeniz’de buluşunca güzelliğime hayran kalırsın! Ama yeterince yağlanmadığım için uzak durur, muhabbetini bahara saklarsın.

Nitekim “kaya kalkanı” değilsin ki, en dipte pusu kurasın!

Yaz geldiğinde beni parlak, dışa doğru bombeli gözlerin aradığında, bendeniz “göçmen lüfer” çoktan Çanakkale Boğazını aşıp İstanbul Boğazına yolu almış, etrafıma diğer göçmen lüfer sürülerini toplamışımdır.

Tabii ki arkadaşlarım sadece “çinakop, sarıkanat, kofanadır!”

Ben “sürü” halinde dolaşır, sığda gezen, her koşulda üreyen, her eve giren istavrit, gümüş, zargana ve hamsileri yiyerek beslenirim. Yüzgecim sarı, rengim “mücadeledir”.

Ben lüferimdir, “korkusuzumdur”, çenem kuvvetli, on dişlerim pek sivridir nitekim oltaya takıldığımda bile avcım bana özenli davranmazsa husumet çıkarabilir, parmağını ısırıp kanatabilirim.

Ben ve arkadaşlarım benden daha cüsseli “palamutla” bile kavga edebilir, onu dahi etkisiz bırakabiliriz.

Etrafımda hoplayıp zıplayan, herkesle pek kaynaşık duran, her daim sempati toplayan “yunuslarla” kavgalıyımdır. Mavi Ege’nin, uzak denizlerin ünlüsü “şırfıntı yunusu” her ortama “sözüm ona barış getirse” de beni köşeye sıkıştırdığı mağarada zulümlerden zulüm beğenmeye zorlar…

Ben daha yağlanmadan beni en dip mağara kuytularda, göçmen arkadaşlarım olmadığında kıstırıverip, haince midesine indirivermektedir.

Ataklığını, aceleci tavrını benden aldığın kuvvetle kazanan “şırfıntı yunus” hoplayıp zıplamak ve uzak deniz kaptanlarının dürbünlerinde gösteriş yapmak istemekte!

“Kofana” olup güçlenmem için on santim daha büyümem gerekmekte ve bana kışın yağlanma döneminde olta atmak isteyen acemi balıkçılara önce afra tafra yapıp, oltalarına dik duruşumla teslim olmak istemekteyim.

Bunun için her daim, kızartma, fırın olan sardalyeleri yutmak için mevki ve güç sahibi olmam gerekmektedir.

Yalnız eskiden sığda gezen yuttuklarım şimdi o kadar çok çoğalmaktadırlar ki, onlarla baş edememekteyim.

Atlantik Okyanusuna göç ettiğimde artık daha az kıvrak, olduğum için ve daha çok renkle karıştığımdan adim “bluefish”‘e çıkar.

Burada daha az tanınmaktayım çünkü akıntısız suda yüzmekte ve “somonun” hakimiyeti altında ezilmekteyim.

Ben diriliğimi, varlığımı, yüzgeçlerimin kıvraklığını hissederek hala ömrümün denizlerinde yüzgeçlerimi açmış geziyorum…

Küçük bir not:
Bu yazıyı Kalkan’dan aldığım feyizle, babamı anılarımda bir daha yaşatarak yazdığım için bu yazıyı sevgili babama ithaf ediyorum…