Fetocular ve Fetöcüler

İşinden çıkarılıp ailesiyle birlikte perişan edilenlerin ve de suçlanmaksızın cezaevine sokulanların durumunu konuşalım.

Ama önce bir giriş yapalım.

***

Biz “pek dindar olmayanlar” takımı, Fetocular terimini Fethullahçılar için kısaltma olarak kullanırdık. Dalga geçerek.

Erdoğan dalga geçmedi. Elinde kadro olmadığı için bu okumuş ekibi fî tarihinden beri devletin her kurumunda, özellikle de yargı ve poliste baş tâcı etti. Fakat 17-25 Aralık 2013’te bunlarla (mahalle arası tabiriyle) “papaz” olduktan sonra “Paralel Devlet” terimini icat etti. Sanki bu paralelliğin inşasında kendi iktidarı temel rol oynamamış gibi. Hatta sanki bizzat AKP Fetocuların paralel devleti pozisyonuna düşmemiş gibi.

15 Temmuz darbe müsveddesi “Allah’ın bir lütfu” olarak vuku bulunca, “Paralel Devlet” terimi sona erdi ve mağduriyetdenilen o cennet taamı icabı, bizim Fetocular terimindeki “o” harfinin üzerine iki nokta indi, “ö” oldu, Fetöcüler(Fethullahçı Terör Örgütü) terimi devreye girdi. Bizim “Fetocular” lafı zaten yaygın olduğu için de tuttu.

Veee, Türkiye’de ne kadar demokrat varsa hepsini yıldırarak Tek Adam Rejimikurmak için tepe tepe kullanılmaya başlandı.

***

Benim gibi bir adamı, bırakınız dinci bir menfaat grubu olan Fetocularla, herhangi bir dinsel fikirle/hareketle ve terörün herhangi bir türüyle “mensubiyet, irtibat, iltisak” bağlamında düşünmek accık zor olduğu için rahatça yazıyorum:

Cennet vatanımızda bunca “darbevî tecrübe” sahibi bir TSK varken, yalnız başına darbe yapmak şımartılmış Fetocuların haddine düşmemişti. 15 Temmuz darbe müsveddesi, aralarında “kan uyuşmazlığı” olan 2 unsurun koprodüksiyonu oldu: 1) 1960, 71, 80’leri özleyen darbesever subaylar; 2) Tasfiye edilmekte olan Fethullahçılar. Zaten girişim de büyük ölçüde bu kan uyuşmazlığı yüzünden böylesine ta başından çuvalladı.

Bu gerçekler yakın gelecekte ortaya çıkacak.

***

Aslında “yakın gelecek”e de belki gerek yok çünkü önemli yabancı kurumlar şimdiden konuşmaya başladı. Alman İstihbarat Servisi(BND) Başkanı Bruno Kahl darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen’in bulunduğuna dair kanıt olmadığını söyledi (*).

Ardından, Birleşik Krallık Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi, ülkesinin Türkiye’yle ilişkileri üzerine bir rapor yayınladı. “Bazı bireysel Gülenciler hakkında kanıtlar olmakla birlikte, örgütün bir bütün veya liderlik olarak darbeyi yönettiği iddiası kanıtlanmış değildir” dedi (*) (*).

Ardından, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu ilk on KHK’yi inceleyen 229 paragraflık bir raporu 12 Aralık 2016’da yayınladı (*). Yapılan bütün hukuki usulsüzlükleri teker teker anlatmanın yanı sıra en önemli şeyi sonda, Paragraf 227’de söylüyor: “Terörist” teriminin fazlasıyla gevşek (loose) biçimde tanımlandığını.

***

Bu raporlar niye çıkmaya başladı ve niçin gerisi de gelecek?

Sen suçlu-suçsuz ayrımını ortadan kaldır. İnsanları güvenceli işinden dışarı, cezaevinden de içeri at. Suçlama olmaksızın aylardır orada tut. Mal ve hesaplarına KHK’yle el koy. Üniversiteleri darmadağın et. Adil ve bağımsız yargının önünü kapat. Bîgünah aileleri iki eli böğründe bırak. Mitinglerde idam türküleri çığır-çığırt. Yurt dışında propaganda yapmayı 2008’de kanunla bizzat yasaklamışken bunu ihlal et ve bakan gönderip kutuplaştırmayı oradaki Türkiyelilere de taşı.

Sonra da Batı’yı faşistlik ve Nazilikle suçla. Hele de Nazilikten feci biçimde çekmiş, Anne Frank’ın memleketi Hollanda’yı.

Bu arada da, Fetocular/Fetöcüler tüm devleti avuçlarına almış ama AKP’nin tek bir milletvekiline bile bulaşmamış olsun!

Darbecilerin yaralı bereli fotoğrafları çıkmasaydı bile, bütün bunlar cereyan ederken ve düzeltileceğine dair bir umut ışığı yokken, referandum da (başbakanın sözüne rağmen) (*) böylesi bir OHAL altında yapılacakken bu raporların dışarıda katmerlenerek yaygınlaşması ve Türkiye’nin imajını daha da kötüleştirmesi Allah’ın emridir gibi gözüküyor. Aynı şey, AKP’nin içeridekiinanılırlığı ve güvenilirliği için de aynen geçerli.

***

Batılı raporların şüphelerini bir kalemde geçip, bu darbe müsveddesinden sadece Fetöcülerin sorumlu olduğunu kabul edelim. Ama o zaman da soralım:

Mesela, başörtülü milletvekili Merve Kavakçı’yı TBMM’de yanına oturtarak koruyan müzmin muhalif Nazlı Ilıcak mı sorumlu Fetöcü darbe ve terörden?

Mesela “Ham Çökelek”çi Atilla Taş? İlahiyatçı Ali Bulaç? Solcu Şahin Alpay?

Mesela Atatürkçü Cumhuriyet gazetesinin muhabirleri, köşe yazarları? Çaycısı? Karikatürcüsü? Hele de, hakkında gözaltı kararı varken yurt dışından kendi ayağıyla dönüp “Ben geldim” diyen Akın Atalay?

Mesela HDP’nin eş başkanları, milletvekilleri? İçlerinde eski öğrencilerim bulunan büyükelçiler?

Mesela, sayelerinde “sübliminal” terimiyle müşerref olduğumuz Mehmet-Ahmet Altan kardeşler? Fetocuların korkulu rüyası Ahmet Şık? Herkesi adınca anmak istiyorum ama o kadar çoklar ki bu mümkün değil; diğerlerine ayıp olmasından korka korka yazıyorum bu bazı isimleri.

Unutmadan: Bank Asya’ya okul taksiti yatıranlar veya şubenin kaldırımından geçenler yapmış olmasın Fetöcü darbeyi? Çünkü bunlar da atıldı. İşten, cezaevine.

Bütün bu insanlar aylardır cezaevinde bazen kartpostal bile yollanamayan koşullarda çile doldurup haklarında iddianame bekliyorlar. Neyle suçlandıklarını ne onlar biliyor ne de kamuoyu.

Ama kötülerin kötüsü, AKP iktidarı da bilmiyor neyle suçlayacağını. Çünkü suçlasa, kanıtlayamayacak. Üstelik davalar AİHM’ye gidecek. Bu yüzden, OHAL var deyip, içeride yatırabildiği kadar yatırıyor: Yargısız infaz.

***

Bu durumda, gerçek darbeciler arada kaynamıyor mu?

Hadi biraz da “empati” yapayım:

AKP’nin prestiji içte ve dışta battıkça batmıyor mu?

Tek Adam olması halinde Erdoğan’ın daha neler yapabileceği sergilenmiyor mu?

Bir zamanlar umut olan AKP nasıl çıkacak ördüğü bu kafesin içinden? Bunca şehit verdiğimiz “Fırat Kalkanı”ndan başarıylaçıktığı gibi herhalde…