Bir Başka Vedat Türkali

Vedat ağabeyi; Türkiye halklarının yiğit bir devrimcisini kaybettik.
Türkiye’nin en önemli yazarlarından, sinemacılarından birini kaybettik.
O hep ezilenlerin yanındaydı. O tüm yaşantısı boyunca barış için, insan hakları için, özgürlük ve demokrasi için kavga verdi.
O kürt halkının özgürlük kavgasının korkusuz bir savunucusuydu.

Önümüzdeki günlerde onun yapıtlarıyla, sanatıyla ilgili inanıyorum ki, çok fazla yazı yazılacak.
Ama ben bu yazımda sevgili aÄŸabeyimin, dostumun, yoldaşımın farklı, pek de bilinimeyen yönlerini anlatacağım. O zaman siz komünist Abdülkadir Pirhasan’ı sanat dünyasındaki adıyla Vedat Türkali’ni daha iyi tanıyacaksınız.
1919 da Samsun’da yoksul bir ailenin tek erkek evladı olarak dünyaya gelir.
1930’lar Samsunu baÅŸka kentlerden çalışmak için gelen yoksul insanların çok fazla olduÄŸu küçük bir kenttir.
„Lisedeyken bu yoksul işçilere, özellikle de Kürt işçilerine evlerine gönderdikleri mektupları yazardım,“ diye anlatmıştı. Bir maÄŸazada bir tür hammal başı olarak çalışan babası çok dindardır. Cumhuriyeti ve Atatürk’ü sevmez. Hatta Atatürk’ün deccal olduÄŸunu söyler.
„ En zor günlerim daha çocukken gittiğim Kuran Kurslarıydı, tam beş kere hatim indirdim. Babam bazen teravi namazlarını evde kıldırır, ben de Müezzinlik yapardım.“
Liseye gitmesi için uzun bir yol katetmesi gerekmektedir. „ Yollar çamur, doÄŸru dürüst giysilerim yok…“ Ama o günlerin Türkiye’sinde lisede okumak bir ayrıcalıktır.
Samsundaki kütüphanenin kurdu olur. Ahmet HaÅŸim’leri, Cahit Sıtkı’ları ve Nazım Hikmet’i ilk kez bu kütüphanede okur.
Sefer Aytekin isimli bir bektaÅŸi öğretmen aracılığıyla Samsun’daki komünist işçilerle tanışır.
Sonra ver elini Ä°stanbul. Edebiyat fakültesine kaydolur. Ama yemek ve barınmak için parası yoktur. „Zorunlu“ olarak askeri öğrenci olur…Artık komünisttir…
Askeri okullarda öğretmen olarak çalışır ve 1951′ de tutuklanır dokuz sene ceza alır yedi sene yattıktan sonra tahliye olur.
„ Cezaevinden çıktığımda karnımı doyurmak için bir arkadaşımla kitabevi açtık. Ama olmadı para kazanamadık. Sinemayı çok seviyorum, baktım iyi bir ÅŸair olamayacağım, senaryolar yazmaya baÅŸladım…“
„ Gece sabaha kadar yazıyorum, yazdığım sayfaları kapı altına bırakıyorum, gelip alıyorlar o sahneler çekilirken ben yenisini yazıyordum…“
Vedat ağabey yaşantısını anlatırken, bugün geldiği noktanın adeta iğneyle kuyu kazarak gelindiğini öğreniyorsunuz.

O 1960 larda pek çok filmin senaryosunu yazar. Ama en sevdikleri Karanlıkta Uyananlar ve Otobüs Yolcularıdır. Sonra kitapları….
Tümünü okuduÄŸum kitaplarını böyle bir makeleye sığıdırmam olanaksız. Buna gerek de yok. Kitapları, senaryoları, ÅŸiirleriyle ilgili çok fazla yorum yazıldı zaten. Sadece ÅŸunu belirteyim: Romanları kurgu olmasına raÄŸmen, hepsi gerçekle iç içedir.Romanlarında adı geçen sokaklar, evler bile gerçek hayatta vardır. Vedat abi kitaplarında Türkiye’nin yüzyılının panaromasını çizmiÅŸtir adeta. Burjuvalar, küçük burjuvalar, işçiler, devrimciler…Direnen, savaÅŸan devrimciler vardır roman kahramanlarında ama inançlarını yitirmiÅŸ, korkmuÅŸ, sinmiÅŸ , daha iyi bir yaÅŸam için köşesine çekilmiÅŸ bir zamanların devrimcilerini de bulabilirsiniz.
Ben bu yazımda onun yapıtlarını anlatmıyacağım. Başta da belirttiğim gibi
„ BaÅŸka bir Vedat Türkali’yi“ anlatacağım size.

DÜNYA PAYLAŞTIKÇA GÜZELLEŞİR

Ä°lk tanışmamız o zaman yaÅŸadığım F.Almanya’nın Mönchengladbach ÅŸehrinde oldu. Kendisi için bir okuma akÅŸamı düzenledik. Toplantı öncesi ÅŸartlarını söyledi: „ Åžu kadar para verirsiniz, sert yataklı sessiz bir otelde yer ayırtırsınız…“ Ä°stediklerini yerine getirdik ve kalabalık güzel bir toplantı oldu.
İki gün kadar yanımda kaldı ve kendisini daha iyi tanıma olanağım oldu. Son gün gidecek. Bana: „Atilla bu kentin meşhur bir yiyeceği var mı?“ diye sordu. Çok pahalı bir tür pralin yapılıyor bu kentte. Kendisini bu pralinlerin satıldığı dükkâna götürdüm. Ve Vedat ağabey, bizden talep ettiği paranın neredeyse yarısıyla bu pahalı çukolatalardan aldı.
Dükkândan çıkınca, „ Vedat abi kızmassan birÅŸey soracağım,“ dedim. „ Sen bizimle pazarlık yaparak toplantı için bir para talep ettin, ÅŸimdi bu paranın neredeyse yarısını harcayarak çukolata aldın…“
„ Bak Atilacım,“ dedi Vedat aÄŸabey. „ Ben buradan Ä°ngiltere’ye gideceÄŸim. Orada pek çok dostum var. Ben bu paketleri dostlarıma hediye edeceÄŸim. Onların sevindiÄŸini görmek beni mutlu eder. Unutma ; Bu dünyayı ancak paylaÅŸarak güzelleÅŸtirebiliriz…“ Bu Vedat aÄŸabeyin, düşüncelerinden öte pratikte tanık olduÄŸum ilk yaÅŸam dersiydi.
27 sene sonra Türkiye’ye ilk gidiÅŸimde Kumkapı’da kendi seçtiÄŸi koca bir kalkan balığı ve hamsileri piÅŸirterek nefis bir ziyafet çekti. Balık sevmeyen karım Güler bile çok severek yemiÅŸti o balıkları. Elbet yalnız deÄŸildik. On kadar sinemacı dostuyla birlikteydik. Seçimler öncesiydi, Kumkapı’da kendisini tanıyan özellikle Kürtler çevresini sardı ve Vedat aÄŸabey, „ Türkiye’nin DemokratlaÅŸması için, Kürt ilericilerinin, sosyalistlerinin meclise girmesinin çok önemli olduÄŸunu,“ anlattı hep.
Ne zaman kendisini ziyaret etsem, hep dostlarıyla birlikte ziyafet sofrasına oturmuşumdur. Oysa bu kadar paylaşmacı Vedat ağabey, son yıllarda evinin kirasını ödemekte sıkıntı çektiği için daha küçük bir eve taşanmak zorunda kalmıştı.

SOHBETLERÄ°NÄ° HEP FIKRALARLA SÃœSLERDÄ°

Çok fıkra anlatırdı ama anlattığı fıkralar genellikle birer ders niteliğindeydi hep.
„ Yurt dışından beni seven arkadaÅŸlar ziyaretime gelmiÅŸti. İçlerinden birisini tanımıyordum. Kim bu dost? Diye sordum. ‘Vedat abi bu arkadaÅŸ 4 K ‘ dediler. Malum Türkiye’de 3 K olmak hep sorunludur. Komünist, KızılbaÅŸ ve Kürt isen yani 3 K isen başın beladan kurtulmaz. Ä°yi de çocuklar bu dördüncü K ne diye sormadan duramadım. ‘ Bu arkadaÅŸ aynı zamanda kapitalist abi, bu nedenle 4 K,’ dediler. O zaman onlara bir fıkra anlattım. Malum, üç ayağı sekili atlar çok iyi koÅŸar ve en makbul at cinsidir. Büyük bir köyün aÄŸasının kıymetli atı doÄŸum yapmaktadır. AÄŸa oÄŸluna koÅŸ bak ayağı sekili mi? Der. Çocuk koÅŸarak gelir, ‘ baba müjde ilk ayağı çıktı sekili,’ al sana bir altın koÅŸ bak bakalım, diÄŸer ayakları da sekili mi? Çocuk geri gelir baba ‘baba diÄŸer iki ayak da sekili,’ aÄŸa iki altın daha verir oÄŸluna. Dördüncü ayak daha çıkmamıştır, çocuk ahıra koÅŸar, sevinçle babasına bağırır, ‘ baba müjde, dördüncü ayak da sekili.’ Åžimdi ananın hörekesini gördün, ver altınları geri der. Çünkü üç ayağı sekili atlar ne kadar kıymetliyse, dört ayağı sekili atlar da o kadar kıymetsiz olurmuÅŸ.
Ben bu fıkrayı arkadaÅŸlara anlattım, artık onlar ne anladı bilmiyorum…“ demiÅŸti.
Bizim evdeyiz, dışarı çıkacağız biraz başı döndü oturmak istedi. Ben bu fırsattan istifade çok merak ettiğim bir şeyi sordum.
„ Vedat ağabey, sen Güven romanın da çok güzel bir kadını anlatıyorsun. Anlatımın o kadar canlı ki, kendi kendime insan ancak tanıdığı birisini bu kadar canlı tasfir edebilir, ne dersin böyle bir kadın tanımış mıydın?“
Biraz durdu , gözleri parlayarak bana baktı ve konuşmaya başladı:
„ Nasrettin hoca bir gün kaldırımda yürüyormuÅŸ, tanışlarına rast gelmiÅŸ. DemiÅŸler ki, hoca bak karşı kaldırımdan mis gibi kızarmış bir baklava tepsisi götürüyorlar. Bana ne demiÅŸ, Nasrettin Hoca, götürürlerse götürsünler… Tanışları; iyi de hoca bu baklava tepsisi sizin eve gidiyor… Bunun üzerine hoca, o zaman size ne eÅŸÅŸek herifler, demiÅŸ.“
Fıkra bitince, „ Başımın dönmesi geçti, hadi gidelim…“ dedi. Dersimi almıştım, bir daha da böyle sorular sormadım.
Düşmüş, kalçasını kırmış ve ameliyat olmuştu. Duyar duymaz telefon edip sordum: „ Nasılsın ağabey?“
„ İyiyim, iyiyim de bu ameliyattan sonra başıma çok kötü birşey geldi.“
„ Hayırdır aÄŸabey…“
„ Yahu hiç sorma „………“gibi aksayarak yürümeye baÅŸladım.“ (kimden bahsettiÄŸini sanırım anladınız, hiç sevmediÄŸi bu insan, sanırım son romanlarının birisinin de kahramanıydı.)
Sağlığına ve yemeklerine çok dikkat ederdi. Kuvvetli bir sabah kahvaltısında
muhakkak kendi yaptığı kefiri içer, yağsız peynir ve balı ihmal etmezdi. Öğlen ve akşam yemeklerini çok hafif yerdi.
Ağabey sağlığına çok dikkat ediyorsun, dediğimde yine hiç unutmadığım nefis bir yanıt vermişti:
„ Eee Atilacım benim yaÅŸ doksana yaklaÅŸtı, bu memlekette insanların yaÅŸ ortalaması altmışın altında, ben baÅŸkalarının hakkını yiyorum, dikkat etmem lazım…“

ÇOK GÜÇLÜ BİR BELLEĞİ VARDI

Kendisini Türkiye’de her ziyaret ettiÄŸimde, on sene önce yurt dışında birlikte yemek yediÄŸimiz arkadaÅŸlara teker teker isimleriyle selam söylerdi. Üç kez IMC TV de kendisiyle program yapmıştık. Ufuk Uras da vardı. Artık kulakları iyi duymuyordu. Bu nedenle biz sadece programın başında ve sonunda konuÅŸuyorduk. O ise sırtında Nazım’ın çok sevdiÄŸi gömleÄŸi, boyuna anlatıyordu. Hayretle izliyordum. Hiç unutmadan, hiç aksatmadan divan edebiyatından kasideler ÅŸiirler okumuÅŸtu…
Bir geleneÄŸi vardı: Her sene Bodrum’a gider. Mütevazi bir pansiyon tutar, kitaplarını orada yazar, dostlarını ağırlardı. Son senelerde artık gidemiyordu. Sanırım son gidiÅŸinde kendisini kardeÅŸimle ziyaret etmiÅŸ, bir gece pansiyonunda kalmıştık. Ben edebiyat, sanat, politika konuÅŸmak istiyorum. KardeÅŸim baba mesleÄŸimizi sürdüren bir ÅŸekerciydi. Laf nereden açıldıysa, ÅŸeker ve Helva yapımından açıldı. KardeÅŸimle Vedat abi helva üzerine öyle koyu bir muhabbet derinleÅŸtirdiler ki, ben ne politikadan ne edebiyattan bahis açabildim o gece…
Bodrum ziyaretimde sanırım 89 yaşındaydı. Bir ara: „ Atilacım ben senaryo yazmayı çok severim, biraz daha yaşlanırsam!!! artık yeniden senarya yazmaya başlayacağım,“ dedi. Şaka etmiyordu, çok ciddiydi söyledikleri. Zaten en son altı ay önce gördüğümde hâlâ yazıyordu. Yani 96 yaşındayken.

„KANDÄ°L’DEKÄ° GERÄ°LLALARA SELAM SÖYLE“

Kandil’e gitmeye oradaki yaÅŸantıyı gözlemlemeye karar vermiÅŸtim. Gitmeden önce yanına uÄŸramıştım. Artık kulakları çok az duyuyordu, bu nedenle ben söylemek istediklerimi yazıyorum, o da konuÅŸarak yanıtlıyordu.
„Vedat abi, Kandil’e gidiyorum,“ diye yazdım. Hiç unutmuyorum, sevinçten gözleri parladı.
„ Ne mutlu sana bu özgürlük aşığı gençleri göreceksin. Hepsine selam söyle. ( Elini dudaklarına götürüp, öpücük işareti yaptı.) Teker teker benim içinde onları öp.“
Kandil’de gerillalarla, özellikle kadın gerillalarla konuÅŸurken bu arzusunu yerine getirdim. Onlar da çok sevindi. Bir çok gerilla kitaplarını okumuÅŸtu. DoÄŸal eÅŸyaları, çekirdekleri kullanarak yaptıkları bilezik ve kolyeyi Vedat abiye hediye olarak gönderdiler. Türkiye’ye dönüşte, kendisine bu hediyeleri verdim. Yine gözleri parlayarak, sevinçle:
„ Aldığım en güzel hediyelerden birisi bunlar,“ demişti.
Son günlerinde en çok tekrarladığı düşüncesini artık hepiniz biliyorsunuz:
„Kürtler, Ermeniler, Rumlar bu ülkedeki tüm halklar özgür olmadıkça , bu ülkeye demokrasi gelemiyecektir.“ Bu nedenle hep barış için kavga verdi, tekerlekli sandalyesinde, sol yumruğu havada her toplantıya katılıp bu düşüncesini korkusuzca, dimdik durarak yeniledi.
BaÅŸkan Abdullah Öcalan’ın o görkemli Newroz mitinginde okunan mektubundan sonra konuÅŸtuÄŸumuzda: “ Abdullah Öcalan’ı bıraksınlar, hiç olmazsa özgürce düşüncesini açıklamasına olanak versinler, inanıyorum ki, Kürt sorununun barış içinde çözülmesi çok daha kolaylaÅŸacaktır,“ diyordu.
Ve ben bu satırları 1 Eylül Dünya BariÅŸ Gününde yazıyorum. Biraz sonra cenazesi kaldırılacak. Kesinlikle biliyorum ki, baÅŸta Kürtler olmak üzere Türkiye’nin özgürlük, eÅŸitlik, barış aşığı tüm insanlar sel gibi akacaklar.
Rahat uyu sevgili ağabeyim. Seni fiziki olarak kaybettik ama düşüncelerinle, tavizsiz duruşunla hep içimizde ve önümüzde olacaksın.