Vicdan ve adalet

CHP’nin Adalet Yürüyüşü ve Maltepe Mitingi’nin temel sloganı “Hak, hukuk, adalet”ti. Hak, “hukukun ve adaletin gerektirdiği kazanımı; hukuk, toplumu düzenleyen ve devlet yaptırımıyla güçlendirilmiş kuralların tümünü; adalet, hak ve hukuka uygunluk, hak ve hukuku gözetme durumunu anlatıyordu. Bu üç kavram yan yana kullanıldığında esas olarak adaleti işaret ediyordu. Ancak adalet soyut bir kavram olduğu için, “kim için, ne için, hangi sınıf için adalet” sorusuna yanıt vermiyordu. Bu nedenle yürüyüşü destekleyen HDP ve bileşenleri, “Herkese adalet” sloganıyla bu soruya açıklık getirdi.

Toplumun beklentilerine rağmen CHP’nin İstanbul Yürüyüşü, Maltepe Sahili’nde çakılıp kaldı. Daha doğrusu CHP bu eylemliliği sürdürmek istemedi. Önümüzdeki günlerde CHP’nin “Çanakkale ruhu” ile yapacağı Adalet Kurultay’ı sorunu, bu kez bir kamp alanına hapsedecek. HDP ise, “Vicdan ve Adalet Nöbeti” ile konuyu gündemde tutmayı sürdürüyor. HDP, kampanyasında sorunun tamamlayıcı bir kavramı olan “vicdanı” dillendirerek toplumun vicdanına sesleniyor.

Vicdan, kişiyi kendi davranışları hakkında yargıda bulunmaya yönelten, ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden etki yapan toplumsal bir güçtür. Hukuk kurallarının temelinde, topluma mal olmuş ahlaki anlayışlar yatar. Bu bakımdan hukuk ve ahlakın kesiştiği nokta, vicdandır. Hukuk mesleğini yapanların hukuka bağlılıkları için ettikleri yemin, ahlaki bağlılık ve vicdani yükümlülüktür.

Bu nedenle Anayasa ve Türk Medeni Kanunu’na göre, “vicdan ve ahlak” hukuk kurallarının gereğidir. Anayasa’nın 138. Maddesi’nde “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak, vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler” vurgusunun nedeni budur.

Hak, hukuk, vicdan, adalet ve ahlak kavramları, siyasal ve toplumsal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Birbirleriyle doğrudan ilişkili ve birbirlerini tamamlayan bu kavramların rastgele ve olur olmaz bir şekilde yinelenmesi, toplumun bütününü ilgilendiren bu sorunun doğru algılandığı anlamına gelmiyor. Siyasal ve toplumsal hayat üzerindeki etkileri bakımından düşünüldüğünde, “hukuk-vicdan-ahlak-adalet” kavramları arasındaki ilişkilerin ve sistematik işleyişinin son derece sorunlu olduğunu görüyoruz. Klasik adalet kavramı hem ahlaki, hem de dinsel bir anlama sahiptir. Adalet, en yüce, nesnel ve mutlak bir değerin anlatımı olarak, insanın davranışını ahlaki açıdan inceleyen ve eleştiren bir düşünceyi içerir. Bu nedenle adalet kavramı yalnızca örf ve âdete, hukuka ve yasalara uygunluktan ibaret görüldüğü takdirde, ahlaki niteliğini yitirir.

Türk hukuk sisteminin geldiği aşama, adeta “Adaletin bu mu dünya” dedirten uygulamalara sahne olmaktadır. Devlet iktidarını ellerinde bulunduran egemenler, “hukukun önceliği ve üstünlüğü” safsataları ile toplum üzerinde ideolojik hegemonyalarını pekiştiriyorlar. Egemenlerin tek amacı, halkın iradesini bir şekilde kendi çıkarları doğrultusunda vesayet altına almaktır. Bu bakımdan “hak, hukuk, adalet” söz konusu olduğunda barış, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelelerine karşı yapılan saldırılarda mağdur ve mazlum olanlar ile “müesses nizam” için her şeyi mubah sayanların birbirinden ayrılması gerekiyor.
Bu gün yaşadığımız siyasal gerçeklik söylediklerimizi doğrular niteliktedir. Parlamentoyu tasfiye ederek sadece OHAL ve KHK’ler ile ülkeyi yöneteler, milyonlarca insanın vicdanında yer etmiş olan demokratik siyaseti vesayet altına almaya çalışıyorlar. 6 milyon oy alarak parlamentonun üçüncü büyük partisi olan HDP’yi yok etmek istiyorlar. Partinin eş genel başkanlarını, milletvekillerini ve üyelerini cezaevlerine dolduruyorlar. Halkın yüksek oranda oylarıyla oluşan belediyelerine kayyumlarla el koyuyorlar. Bir zamanlar, “Gelsinler siyaseti Meclis’te yapsınlar” diyenler, şimdi temsili demokrasiyi, halkın iradesi ile oluşan Meclis’i ve genel seçimleri anlamsız hale getiriyorlar.

Şimdi, 19.yüzyılın Fransız şair ve yazarı Victor Hugo’nun “En mükemmel adalet, vicdandır” sözlerini hatırlama zamanıdır.

Şaban İBA